Gabit Müsirepov

Ulpan


Скачать книгу

azıcık gülümseyen gözleri parlayıp yeniden Müsirep’e doğru odaklandı.

      Maralı öven sözleri aslında Ulpan için söyleyen ve fırsatı iyi değerlendiren yakışıklı Müsirep, bunu doğrudan kaba bir şekilde söylemeye karşı olduğunu da fark ettirdi.

      –Ulpancan, seninle aynı dilekte olan da varmış bak gördün mü! dedi Artıkbay sevinerek. -Bu marala bütün avul Ulpan’ın maralı diyor. Hepsi de onu koruyup kolluyor.

      –Hey Allahım, kraliçem, dokunmuyorum maralına, dokunmuyorum. Bundan sonra eğer ona göz dikersem, beşikte yatan bebeğimi görmek nasip olmasın! Diye avcı Müsirep ant vermeye başladı.

      –İki yavrusu ve anası Tuzdıköl civarında yaşıyor, diyerek Ulpan bir hatırlatma da yaptı.

      Eseney maral hakkındaki sohbetin başlayıp devam etmesine sevinse de, şimdi bitmesine üzülüp keyfi kaçtı. İlk önce kendi akrabası Müsirep’e sinirlendi. Maralı kıza denk tutup överek, köpeklere talatıp… kana boyayıp… öldürmek vebal olurdu demesi nasıl bir saçmalamaktı? Özellikle beni sinirlendirmek için söyledi. Hiç olmazsa bir akşam olsun, aslında kızdan bahsedip maral hakkında konuşup, maraldan bahsedip kız hakkında konuşup eğlenip gülüp vakit geçirmiş oluyordu ya. Ulpan da susup konuşmayım demiyordu doğrusu. İki Müsirep’in sırayla giyinip giderek, sözün sonunu cehennemin dibine kadar getirip sonra muhabbeti kapattığını gördün mü!.. Kendim de Allah’a şükür, pek çok beceriksizden biriyim… ayıp mayıp… atlar, marallar hakkında konuşma oldu… Bunlardan birinden birini olsun ne konuşup dikkati üstüme çekebildim ne de konuşmayı istediğim gibi yönlendirebildim. Sadece sözü bağladım. Aslında, ben sözün gelişerek devam etmesine hiç bakmaksızın, hemen hüküm vermeyi âdet haline getiren bir kişiyim. Kıza hüküm ne gerek? On gün düşünsem de gelecekteki bir akşam Ulpan’dan başka bir kişiye söz hakkı vermeden… Ulpan ne söylese de yerinde söylüyor… bazen güldürüp bazen düşündürüp… bazen de başının üstünden ok gibi geçen yırtıcı kuş gibi… bazen ok gibi saplanıp… eritip, yakıp… döneceğim.

      VII

      Eseney, on gün düşünse de kızı öyle eritip yakacak kadar etkileyecek hiçbir şey bulamadı. İki defa Artıkbay’ı kızağa bağlayıp ava götürmüştü. Onu koruma kaygısıyla kurt yakalayamadı. Bu gün “Türkmen” Müsirep evine dönüyor. O gittikten sonra Eseney’in grubu iyice sessizleşmişti. Avcı Müsirep’in saçmalığını Ulpan gülerek dinliyordu. Böyle boş boş konuşup başını şişirmektense hiç konuşmamak daha iyiydi… Onun sözlerine gülmedi, kendine güldü. Sözün özü, Eseney, yalnızca Eseney olarak kalmalıydı. Başka birine benzemeye çalışıp hatip olacağım, nazik olacağım, beyefendi olacağım derse, komik duruma düşebilirdi. Eskiden beri benim adım Eseney olduğu için takdir görüyorum. Şimdi bu yaptığım nasıl bir bunaklıktır! Yok, ben Eseney’den başka hiçkimse olamam!

      Eseney, memleketine gitmek için hazırlanan Müsirep’i çağırdı.

      –Bir kış birlikte olalım demiştim, kabul etmedin, seni müzmin bekâr… Sebebi vardır heralde, sormuyorum. Yalnızca benim son bir arzumu yerine getir. Bir gün daha bekle.

      –Tamam, bekleyim.

      –Bekliyorsan, şimdi atlan. Artıkbay’a dünürlüğe git. Niye şaşırdın?.. Ulpan’a Eseney’in gönlü düştü. Benim gibi itiyarların nicesi kuma alıyor. Ben de senin gibi müzmin bir bekârım. Sen hanımı olmayan bir bekârsın, ben hanımım olmasına rağmen, on yıldan beri müzmin bir bekârım. Altmışa henüz gelmedim. Gerekirse, kızın kendisine de söyle. Senin “İlkgözağrım” dediğin bir durumun varsa, benim “Sonuncum” dediğim bu kız, Ulpan. Kadın kız denilince bu işlerden anlayan delikanlısın, göster bakalım bu defa hünerini!

      –Tamam, gideyim.

      –Yalnızca gidip gelme, işi bitirip gel. Sıyban adlı boy bir gün tamamen kuruyup kalsın demiyorsan eğer, onları ikna edip gel!

      Eseney’in son sözü Müsirep’i derinden etkiledi. Sıyban, bir tek Eseney’i olmasa, ağaç kovuklarına sığınıp dağılıp gidecek güçsüz bir boydu. Eseney güçleneli beri, on avul Sıyban ancak bir boy haline gelmişti. Ama işte bu Eseney zürriyetsizdi. Akrabaları arasında bunun izinden gidecek, yerini tutacak hiçkimse yoktu. Onun gibi bir kişi daha bütün Sıyban içinde bile yoktu. Onun başka taraflarını bir yana bırakırsak, iki oğlu vefat ettikten sonra tamamen zürriyetsiz kalması da Müsirep’i çok derinden üzüyordu. O da insan ya hu! Ama bir yandan da içinden Ulpan’a da acıdı. Eseney her ne kadar onun yakını olmakla birlikte, kancayı başka birine taksa da olurdu. Şimdi ne olacaktı? Bu kıza yazık olmaz mıydı? Yazık ya hu, on avul Sıyban’ın bir kadınının dul kalmadan oturduğunu gördün mü!.. Müsirep, içinden hem Eseney’e acıyarak hem de Ulpan’a acıyarak Artıkbay’ın evine geldi.

      Ulpan evde değildi. Müsirep bundan faydalanıp hangi maksatla geldiğini lafı hiç dolandırmadan, kızın anne babasına hemen söyledi. Eseney’in selamını iletti. Lafı hiç dolandırmadı, süsleyip püslemedi, doğrudan söyledi. Artıkbay Bey, sesini çıkarmadan sessiz ve düşünceli bir şekilde oturdu, kızın annesi Nesibeli ise ağlayıp, evden çıkıp gitti.

      –İşte bu, Artıkbay Bey, gelme sebebim. Ne cevap veriyorsunuz?

      –Aman, Müsirep ya hu!.. Eseney bir kez gözünü diktiyse, almadan rahat eder mi hiç? Ulpanımı ben vermiyorum dersem, Eseney bunu kabul eder mi dersin? Söyledi, önümden geçti, oldu bitti değil mi, almadan rahat etmez o!

      –Öyleyse, siz razısınız diyeyim mi?

      –Hangi razılık?

      –Şimdi gidip sizin ne dediğinizi söyleyim?

      –Ulpan kendi kararını kendi verir. Kendisiyle konuşsun dedi de. İşte “baba, hayır duanı yap” dediği gün, yapacağım dua olsun, dua etmek zor değil ki…

      Artıkbay biraz daha sessiz kaldı. Müsirep de ihtiyarın cevabı değişir mi acaba diye bekliyordu. Anne razı değildi, baba razı değildi. Gidip bunu söylerse, Eseney’in tavrı değişir mi? Yok, değişmezdi. Buna, kızın razı olmadığı da eklenirse ne olacak peki? O zaman zorlamasına zorbalığı da eklenirdi.

      –Müsirep, ben seni yirmi yıldan beri biliyorum. Sadakatinden ve samimiyetinden başka, gizli bir yanını görmüş değilim. Ulpan ile kendin de konuş. Samimi düşünceni söyle. Şu geveze adaşın, tan ağarmadan gelip, Ulpancan’ı tilki avlamaya götürdü. Gideceğiz dediği yer Tuzlugöl… Bu evin kapısı ne tarafa bakıyorsa, o tarafta. Müsirep atına bindi ve ihtiyar Artıkbay’ın söylediği tarafa doğru gitti. Yavaşça yürüyüp gitti. Evet, bu uygunsuz bir elçilik olmuştu. Eseney’e iki şey geçmezdi: bir, ok geçmezdi, bir de söz geçmezdi. “Senin “İlkgözağrım” dediğinse, benim “Sonuncum” dediğim” dedi, oldu.

      Ulpan, bu gün çok mutluydu. Babasının az sayıdaki yılkısını Sadir’inkilere katıp gönderdiğinden beri geçen bir hafta boyunca, ata binip bozkıra çıkacak, kendini zinde tutacak bir sebebi kalmamıştı. Gençlik ateşi yanıp duran enerji dolu Ulpan için, evde pineklemek, resmen insanın sabredemeyeceği bir azaptı. Bu gün işte tan attığından beri at üstündeydi. Gün gülümser gibi açıktı. Mavi gök hergünkünden farklı, sanki bu gün daha da yükseklere çıkmış gibi görünüyordu. Geceleyin yağan yumuşacık kar, her yeri ak ipek gibi kaplamıştı. Genç kayınlar, ak duvak örtünen edepli bir gelinmişçesine tazimde bulunur gibi eğiliyordu. Beyaza bürünen çalının dibinden pır diye ak keklik uçtuğunda, çalının dallarındaki kar hemen yere döküldü ve sanki ak kekliğin kanatlarından çalının dallarına kir bulaşmış gibi göründü.

      Bozkırda büyüyen Kazak kızına yılın dört mevsimi asla bir değildir, her bir günün içinde