Gabit Müsirepov

Ulpan


Скачать книгу

getirip Artıkbay’ın yanına göçürmekte olan Sadir, bunlara hala kızgın bakıyordu. Bazen Eseney’in böyle merhamet ettiği zamanlar da oluyordu!.. Hiç değilse falakaya bile yatırtmadığını gördün mü bak!..

      Mırzageldi’nin içine çok büyük bir korku düşmüştü. Eğer Eseney, bir çift yılkısı ile gelip onların yanına yerleşirse, bundan daha büyük jut olur mu bak? Şimdi Ulpan’dan da ümit kesmekten başka ne çare kaldı? Sonuç olarak, Tülen’in bütün işi gücü sarsılıp, düzeni bozulacaktı. Beş baytal atın hakkı bir hilekârdaydı ne vardı bunda? Hey, bu boş söz ya hu, Ulpan gibi bir kadına nerede rastlarsın artık!.. Bu sefer alıp kaçırabilseydim, kaderde yazılmamışsa da yazılacaktı!..

      Kendileri de atları da acıkan delikanlılar, bu “Karşıgalı” ormanının içinde sınır olarak oturan akraba dünürlerine doğru yola çıktılar. Çok hızlı bir şekilde atlarının izlerini arkalarında bırakarak oraya ulaştılar.

      Ulpan’ı küçük oğlu Mirzaş’a isteyen Tülen’in büyükbabası Tilepbay’ın teyzesi Akbaypak’tan doğan Karabay’ın Kayırgeldi’sinin yeğeni İgenberdi’nin torununu alan Irımbek, evinde idi.

      Artıkbay’ın evinin sakin bir yerde olduğunu, kızın hava karardıktan sonra otlayan atları toplayıp evin önündeki çitin içine getirip kapattığınıTülen’e haber veren kişi, işte bu Irımbek idi. Ulpan’ı alıp kaçmak, kaz yavrusunu tutmaktan da daha kolay demişti…

      Dün akşama doğru Irımbek, kız kaçırmaya gelen delikanlıları kendisi getirip Artıkbay’ın az sayıda yılkısının yakınına, ağaçların arasına gizlemişti. Delikanlılar kızı yakalamaya çalıştıklarında, o hemen oradan ayrılıp evine doğru gitmişti. Ondan sonraki yaşananlar bütün “Karşıgalı”ya yayıldığı için, Irımbek’in ödü kopuyordu. Irımbek evinden çıktı ve:

      –Aman, işte toklu, işte kazanım… Alın da gidin. Ben şimdi bittim! Dedi. Delikanlılar da hala burada oyalanmaktan korkup, Irımbek’in verdiklerini alıp gittiler. Mırzageldi boş boş gitmedi elbette, küfrederek ayrıldı.

      –Gözü çıkasıca, domuz gözlü, Artıkbay’ın evine Eseney’in geldiğini nasıl bilmezsin?

      –Aman kulunuz olayım, gidin şimdi! Dedi Irımbek.

      Irımbek’in bu kadar telaşlanması da boş yere değildi. Geçen gece yaşlı Artıkbay’ın evinde olan olay, tan ağarana kadar “Karşıgalı”da kışlayan kırk çadırlı Kürlevit boyu arasında tamamen yayılmıştı. Bu gün yaşlı adamın eşi dostu, bütün akrabaları hepsi oradaydı.

      –Hey Allahım, Allah saklamış ya hu!

      –Eseney Bey gelmeseydi vah vah, Ulpancan’dan ayrılıp da kalacaktık.

      –Nesibeli Ablanın boz koç kestirip kurban etmesi çok yerinde olmuş… Kellesini Eseney’e ikram ediniz28!

      –Aksakal, siz bu yıl boş yere kıyıda kışladınız… hâlâ da bizim ortamıza gelip konmanız daha doğru olur…

      –Başka söze ne hacet, arada laf taşıyan kötü niyetli biri var. Onu bulup cezasını vermek gerek!..

      Irımbek, gün boyu kendi de orada bulunup bu sözlerin hepsini işitip, hayatından ümidini kesmişti. Hanımı hala oradan dönmemişti. Onun alıp getireceği daha da ilave haberler vardı!

      Halkın duyup bildiklerini saksağan cıvıldayarak, karga gaglayarak iyice abartıp konuyla ilgili dedikodular çığ gibi büyümüştü.

      –Eseney kız kaçırmaya gelenlere kırk kamçı falaka çektirmiş.

      –Kuzu misali bağlayıp alınlarına kırklık kızdırıp basıp, “İtjekken”e süreyim demiş diyorlar. Tanrı bilir, doğrudur!..

      –Kendi içimizdeki laf taşıyan haini de onlarla birlikte sürse çok iyi olurdu.

      –Eseney, ihtiyarın çadırını bir kış koruması için Sadir adlı bir yiğidini bırakıp gitmiş…

      Sadir’in beraberindekilerle gelip, Artıkbay’ın çadırına yakın bir yere çadırlarını kurduğu da doğruydu. Sadir’in beraberindekiler dört kara çadırdan oluşuyordu: at seyisleri, sağmacılar, köpek ve kartal bakıcıları, hepsi oradaydı. Sadir’in yanında on kadar yiğidi de vardı. Şimdi artık ihtiyar Artıkbay hiçkimseden korkmuyordu.

      Eseney kendi beraberindekileri yerlerinden hareket ettirmedi. Bir an, Ulpan’a göz dikmem hainlik diye de düşündü. Ben yetmişe dayandığımda o, otuza ancak gelecek. O zaman ben ne yapacağım diye düşünüp tedirgin oldu. Ulpan başka kızlar gibi: Tanrı nasip etti, ben de kabul ettim diyerek ebediyen boyun eğip, ebediyen ses çıkarmadan oturacak birine benzemiyor. Bu, Eseney’in mantığını devreye sokarak düşündüğü ve gerçek olandı.

      Ne yazık ki, bu düşünce, bu dosdoğru gerçek, namaz esnasında uçup gitti. Sabah namazını kılıyordu. Eseney’in aklına, küçük Ulpan’ın çocukken onun sırtına yapışması geldi. Ne kadar da yumuşak dokunuyordu! Bütün vücudunu daha önce hiç hissetmediği bir his kapladı, bu his onu mest ediyordu. Kadife gibi et beni nasıl da yakışıyordu…

      Bu Ulpan şimdi, bu yaşımda da sırtıma asılır mıydı! Bir kez olsa bile… Nasıl bir haz duyardı o zaman! Ben bir şey biliyorsam o da ağabeyli kardeşli iki “Türkmen”in ikisi de Ulpan’a kur yapıyor gibiydiler. Biri yakışıklı ve genç bir delikanlıydı. Ağabeyi ise şimdiye kadar evlenmemiş müzmin bir bekârdı. Özellikle ağabey, kadınlar kızlar tarafından çok beğenilen, şeytan tüyü olan biriydi. Bir gün: “Eseney, bu kızı bana iste” derse, o zaman ne diyeceğim? Yok, ben böyle düşünüp durursam delireceğim sanırım. Avcı Müsirep’e katılıp tilki avlayıp döneyim.

      Eseney namazını yarım yamalak kılıp, kalkıp gitti.

      Avcı Müsirep, dünden beri ölecek gibi horlanmış hissediyordu kendini. Eseney’in ava çıkalım haberini aldıktan sonra, yeniden canlanıverdi.

      –A, Tanrı varmış!.. Müsirep daha ölmemiş meğer! Dedi Sadir’e.

      Yanında on kadar yiğidi olan Eseney, “Karşıgalı” diyarını gezip gün boyu dışarıda vakit geçirdi. İki kartal, dört kurt kovalayan köpekler Eseney’indi, iki sarı ise “Türkmen” Müsirep’inkiydi.

      Eseney’in köpekleri, kim olursa olsun istediğini alıp koparan, kendi aralarında dalaşıp duran köpeklerdi. Oysa Müsirep’in iki sarı köpeği ise aynı yuvadan olan, hiç dalaşmayan iyi anlaşan uysal köpeklerdi. Bu ikisi meşhur, cins, avcılık kanına sinmiş belalardı. Avcılığı sahiplerine bunlar öğretiyordu. Kurt ile tilkiyi hangisi önce görürse, doğruca kovalamaya başlardı ve ikincisi de uzaktan merakla bakıp kestirme yoldan gidip, pusuya yatardı. Birinin adı Pars, birinin adı Sadak idi. İkisi daima sahipleriyle beraber, sahiplerinin beraberindeki ekip içinde bulunurdu.

      Eseney’in köpekleri önce çıkıp boğuşmaya başladı. Adeta bir düve kadar büyük kurt, köpeklerin keskin dişleriyle buluştu. Köpeklerde, hangisi önce yıkılırsa onu parçalama gibi bir alışkanlık vardı. Dördünden biri sakatlanıp ayağa kalkamadı. Üstü başı kıpkızıl kan içindeydi.

      İki Müsirep’in köpekleri bir arada duramıyordu. “Türkmen” Müsirep yanına Sadir’i alıp, kendi köpeklerini beraberinde götürüp, oradan ayrıldı. İki sarı köpek sahiplerini kendileri yönlendirip, hayvanların yayıldığı yoldan uzaklaştıktan sonra ancak havayı koklayıp, rastladıkları izleri koklayıp uzaklaşıp gitti. Avcı yürüyüşü yavaştır. Bu sebeple avcılar köpeklerini gözden kaybetmeden, uzaktan takip edip, yavaş yavaş geliyorlardı.

      Kurda akşama doğru rastladılar. Bir kilometre