Gabit Müsirepov

Ulpan


Скачать книгу

ağaçları ile çalılıkların bir arada bulunduğu karmakarışık ovada yerleşmiş nehri çevreliyordu. Sık kamışlı, pasparlak derin gölün ortası henüz donmamıştı. Eseney, yaklaşmakta olan kış soğuğundan ürperir gibi olup azıcık titredi.

      Kışı geçirmek için ne kadar da elverişli bir yer! Ormanın içi nasıl da av hayvanlarıyla dolu. Suyu ne kadar da dupduru ve masmavi. Odunu da var, konaklayacak yeri de. Artıkbay Batır hiç olmazsa bir çift yılkı sürüsünü burada kışlatmaya izin verse ne kadar iyi olacaktı.

      Eseney’in yılkıcı ekibi, iki ak çadırdan ve üç kara çadırdan oluşuyordu. Hepsi de söğüt ve çalılıklar arasına, kuytuya kurulmuştu. Ağaç tabanlı kızaklar, yedekteki at ve teçhizatlar ayrı olarak yerleştirilmişti. Eseney’in konakladığı büyük ak çadırın girişinin iki yanında iki Arap asıllı büyük köpeğin kulübeleri vardı.

      Köpekler sahibine ne ürüyordu ne de ona yaramazlık yapıp sevgi gösterisinde bulunuyordu. Onlar, kulübelerinden çıkıp önce gerindiler ve daha sonra sahiplerinden emir bekler gibi havladılar.

      Hava kararırken Kenjetay döndü.

      –Evet?

      –“Müzbeli” götürüp batıra teslim ettim. Batır çok memnun kaldı.

      –Ne dedi?

      –Kimin hatalı olduğuna hala karar verip işin içinden çıkamadım. Ulpancan kimsenin karşı çıkamadığı şımarık büyütülmüş bir çocuktur, kim nereden bilsin… Eseney’in ayıbı değilse belki bu onun mirzalığıdır. Allah razı olsun, dedi.

      –Kendisi nasılmış? Yatalak olmalı değil mi?

      –Yok, kapıyı açtırıp, yüz adımlık yerdeki kalın kavak ağacını nişan alıp yattığı yerden ok atıyordu. Yarın sizi misafirliğe çağırdı. Nesibeli yengesinin sıcak bavırsağını21 özlemiştir heralde… Dedi.

      Eseney bir an, ahiretlik hakkının olduğu bu adamın evine gitmeyeli on üç yıl geçtiğini fark etti.

      –Başka hiçkimse hiçbir şey demedi mi?

      Kenjetay, yakışıksız bir sözü söylemek istemese de daha fazla gizleyemedi.

      –Babası kızına “yavrum, bir ayıp işledim, atımı bunun karşılığında bırakıp geldim demiştin sen, bak ayıbım diye Eseney kendi atını verip göndermiş… Bu işin aslı ne, ben olayı iyice bir anlayayım hele…” dedi. Kızı söze karıştı:

      –Vadideki on avul Sıyban’ın bütün hayvanlarını sürüp getirseler de bir kış beslemeye “Karşıgalı”nın otlağı yeterdi. Bir tek Eseney’in yılkısını beslemeye yerimiz yetmezse, ayıplı mı olacağız? Ben bunu söyledim, baba… Haddini aşarak konuştun, yavrucuğum, dedi birisi… Ben iddialaşmayıp, kabahatimi kabullenip, ayıbıma karşılık atımı verdim ve oradan ayrıldım. Şimdi Eseney Biy benim atımı geri gönderdiyse bu benim kabahatli olmadığımı göstermez mi? Bunun üstüne, kendi atını da benimkiyle beraber katıp gönderdiyse bu, ayıp benimdir demeye gelmez mi? Dedi kızı. Babası: -Olur, yavrum, olur, diyerek onu susturmadığında, kızın söyleyeceği söz hala da çok mu acaba diye düşündüm.

      –Evin içi nasıl, fakir değil miydi?

      –O kadar fakir değil. Katar katar hazineleri olmadığı gibi, bir eksikleri de yok gibi görünüyordu. Evin sağ tarafında kerege22 başına iliştirilmiş uzunlu kısalı iki üç mızrak, bir iki sadak, kabzasında duran kılıç, gümüş kemer…

      –Anladım. Namaz kılalım.

      Kenjetay, Eseney’in hem seyisi hem imamı, daha açık ifade etmek gerekirse, kulağına fısıldayıcısı, suflörü gibiydi. Namaz surelerini o Eseney’e fısıldayarak hatırlatırdı, Eseney sadece içinden tekrarlardı. Arapça dualara dili de dönmezdi, ezberleyememişti de bir türlü. Arapçada dört türlü “z”, üç türlü “s”, iki türlü “h”, iki türlü “ğ” vardı. Eseney bunlardan birini bile doğru söyleyemiyordu. Bu sebeple, Kenjetay, Eseney ile birlikte namaza durup, Eseney’e doğru dönüp duaların hepsini Eseney’e hatırlatırdı. Eseney tekrarladığında da çoğunu değişik bir şeylere benzetip okuyordu.

      Eseney şimdi dindar bir adam olmakla birlikte, bir zamanlar çok kibirli ve zalim bir biydi. Rus sınırına yerleşen Nuralı adlı kendi halinde yaşayan boyun bütün topraklarına el koyup, onları kimsenin rağbet etmediği ıssız bölgeye sürmüştü. Kendi halinde yaşayan bu gariban halk, beddualar ederek topraklarını bırakıp gitmiş olmalı ki, sonraki yıl Eseney’in iki oğlu birden kara çiçek hastalığından bir gün içinde, bir anda ölüp gidivermişti.

      Çocuklarını gömdüğü gün, kara çiçek hastalığı Eseney’in kendine de bulaştı. Temmuzun en sıcak günleriydi. Çok cesur olan bu batır adam hastalık karşısında başkarında rastlanamayacak şekilde çok dayanıklı durdu. Atına binip yakındaki “Avliye sor” adlı tuzlu göle çırılçıplak girdi. Arkasından gelen kişilere oraya çadır kurmalarını, içecek getirmelerini emretti ve suyu ılık göle gece gündüz girdi çıktı girdi çıktı. Çiçek çıktığında ateşlenip yanan vücudunu kaşımamaya gayret etti. Baksı23 ve halk hekimlerini de etrafına hiç yaklaştırmadı.

      Tuzlu gölün suyunda çiçek hastalığına deva olan ne var onu hiçkimse bilemedi ama Eseney vücudunda kocaman kocaman kara izler kalmasına rağmen, iyileşip hayatta kaldı. O zamandan bu yana hanımı da hiç hamile kalmadı. Hor görülen ve zorbalığa uğrayan Nurali boyunun bedduasına uğrayıp zürriyetsiz kaldım diyerek buna kendisi de kesin bir şekilde inandı. Sert ve dik başlı adam bundan sonra namaz kılmaya başladı. Bilmediği, anlamadığı bir işin, yolundan dönmeyen bir kulu olup çıktı.

      Avcı Müsirep’in: “Sahipsiz duran toprakta eğer ki bir kış yaylarsan, çocuğunun çocuğuna kadar senin olup gider” demesinin Eseney’e ok gibi saplanmasının nedeni de işte buydu. Çocuğu olmayan bir kişiye, “çocuğunun çocuğuna kadar” denmesini işitmek elbette ağır gelirdi.

      Eseney’in bu günkü namazı namaz olmaktan çıktı. Duların birini bile içinden de olsa doğru tekrarlayamadı. Önceki bildiklerini dahi unutmuş gibiydi sanki. Benim kalbim temiz, Tanrı kendi affeder, dedi ve namazı yarım yamalak tamamlayıp kalktı. Eseney bu gün erken yattı ve geç kalktı. Fakat uyuyamadı, o yana bu yana döndü durdu. Gönlüne bir sıkıntı düştü. Bir şey sanki uzaktan görünüp kaybolur gibi, onu rahatsız ediyor ve huzursuzluk veriyordu. Eseney bunu, Artıkbay Batır’a bilmeden zorluk çıkarmasından dolayı yaşadığı pişmanlık olarak yoruyordu, fakat aslında kendi de buna inanmıyordu. “Kendi kendini kandırma Eseney, kurnazlık yapma!”, diyordu. Gönlüne bir düşünce mi girmişti yoksa ne oluyordu… Düşünce değildi bu ya hu, yüreğindeki bir şeyi uzaktan sezer gibiydi… Utanılacak ve gerçekten bakıldığında tehlikeli bir his gibiydi bu. Eseney bu duyguyu çiğneyip çiğneyip o taraftan bu tarafa atmak istedi. Çiğneyip attım diye, öteki tarafa dönüp yattı. Gözlerini de yumdu. Tanrıya da sığındı. Fakat bir görünüp bir kaybolan duygu, yeniden geri döndü, tekrar tekrar geri döndü. Düşüncelerinin merkezine kısırlığının ta kendisi geldi… Kalbi tırısa geçmiş at gibi şahlanarak atmaya başlayıp, iri vücudunu hararet bastı.

      Bu içimdeki beni rahatsız eden şeyden kurtulur muyum acaba diyerek, Eseney yılkılarını nereye yerleştireceğini düşünmeye başladı. Kış boyu av avlayan köpeklerini ve atlarını tekrar tekrar sayıp tamamladı. Hiç farketmiyordu, ne yaparsa yapsın rahatlayamıyordu.

      Artıkbay Batır, belinden sakatlandıktan sonra Eseney onun halini sormaya gitmişti. Onun üzerinden işte tam