Elabbas Bağırov

Eski Adam ve Diğer Öyküler


Скачать книгу

seni! Bu halk sokaklara düştü sokaklara!

      Biraz acıyıp da bu kış günü, köpeği bile kapı önüne koymazlar diyebilirdi. Ama nereden aklına geldi bu ahmak düşünce!Kimdi onu evden kovan? İnsanlık nerede kaldı peki! Sanki onun fırıldak bir adam olmadığını bilmiyorlardı! İmkânı olsa, ona buna minnet etmektense gidip bir çaresine bakardı, niye sahtekârlık etsindi! Fakirliğin gözü kör olsundu, herkes çile çekmekten bıkmış usanmıştı.

      Elektrikler gittiğinde beş altı tramvay peş peşe durmuştu, sanki numunelik ihtiyarlar bir şey için sıraya girmiş gibiydi. Tevafuka bakar mısın, hem de tam marketin karşısında… Böyle uygun bir benzerlik bulduğundan mütevellit içten içe sevindi, bu mizanseni mutlaka yeni eserine eklemesi gerektiğine karar verdi ve düşüncesinin yeniliği yüzünden sanki yüzüne renk gelir gibi oldu. Gidip çay koymak için kalktı, sabahtan bu yana gazın olmadığını hatırlayınca yine efkârlandı.

      Kapı dövüldüğünde birden düşüncelerinden ayıldı, evet, bir tek yolu vardı: Eğer gelen kişi ev sahibiyse, onu mutlaka karşılamak lazımdı: İlaç için ona para verir miydi yoksa vermez miydi? Böyle olursa, anlaşılacağı üzere, kira hakkında hiç konuşmazlardı da… Üstelik o bu durumun ilaç yüzünden kaynaklandığını bilse, onun da yüzü tutmazdı borçtan söz etmeye… Gerçi gelenin ev sahibi olduğuna da inanmıyordu. Her kimdiyse kapının zilini çalmaya cesaret edememişti. Her zaman böyle olur: Yüzün tutmuyorsa, her bir şeyi ihtiyatla gerçekleştirirsin, karşı tarafı incitmemek için hareketlerini ölçüp biçersin. Hâlbuki zil sayesinde bu kapıyı her gün en az on defa açtırırlar: Gaz işletmesinden geleni, elektrikçisi, eşi dostu, komşusu ya da bir bilmem ne ustası…

      – Hacım, fal bakıyorum! Gelecekten haber veriyorum.

      Bunları söyleyenin yanında bir kadın daha vardı.

      Bir ışık var mı?” diye sordu ve cevabı zamanında bulup veremediği için halinden memnun bir şekilde gülümsedi.

      – İyi bir adama benzediğini görüyorum.

      Hoca, buyur edilmeden içeri sokulmak istedi.

      “O zaman parasız…” diyerek şart koştu ve misafirler içeri girmekte acele etmesin diye de kapıyı biraz ığdırdı. Bu sözü duyan falcı, utanıp sıkılmadan şöyle söyledi:

      – Eh, kadın bile kocasıyla parasız yatmıyor, sen neden bahsediyorsun?

      – Sana söyleyecek bir sözüm yok.

      Ev sahibi ona acıyarak başını salladı:

      – Bari adına hoca deyip milleti kendine güldürme!

      – Aman, yürü aman, yürü! Parası yok, kendine adam diyor!

      Hem bu av peşinde hesabı görmek için ellerine fırsat geçmişti hem de açık aleni adamın kişiliğiyle alay edip yüreklerini soğutuyorlardı:

      – Bundan daha güzel şey mi var?! İşin de yok, yüzünü niye asasın! Beysin paşasın demek ki!

      Evi ısıtamamak fenaydı, eğer gaz olsaydı, hiç olmazsa su kaynatıp bir kaşık su içerdi. Mutfakta oturup çalışmayı sevmese de bu saatlerde şu küçük yerin ısısı başkaydı, bir de akşam yemeği hazırlamak için bir şey bulsaydı, belki bir antika…

      Meteliğe kurşun sıktığında, kahvaltıyla öğle yemeğini aynı anda yapmak için uykusundan geç uyanırdı. Şimdi ise durum kesindi, alışageldiği üzere bir şey için dışarı çıkmasa da bu kez akşam yakmak için mum alması ve bir kaşık sıcak yemek için mutlaka evden adımını dışarı atması gerekiyordu. Birden dışarıda da elektrikler yoksa o zaman nasıl olacak diye düşündü. Çünkü her şey göz önündeydi, bütün şehrin ışıkları sönmüştü. Troleybüsler de hiç göze çarpmıyordu. Şimdiye kadar metro da çalışmamıştı. Nedense o an herkes hayatın durduğunu, dünyanın sonunun gelip çattığını, bunun artık bir son olduğunu zannediyordu. Birdenbire daha vakit olduğu halde akşamı düşünüp dert etmeye başladı. Zifiri karanlığı, soğuğu ve canının yanmasını aklına getirdiğinde, aniden bütün vücudunu soğuk bir ter bastı, sanki bütün bedeninde karıncalar dolandı. Bu durum takriben yarım dakika sürdü. Sonra niçin her zaman bardağın boş tarafını düşünüyorum diye kendini azarladı. Bel bağladığı ne varsa, niçin hepsi bir anda boşa çıkmalıydı! Ne olmuştu metroya! Elektrik bu, gidecek, gelecekti. Sanki hiç olmuyordu böyle şeyler!Şüphesiz bu milletin haline acıyan da vardır, böyle bir şehirde herkes vicdanını yitirecek değil ya!Elbette sonunda milleti bu eziyetten kurtaracak hayırlı bir vatan evladı da çıkacak. Peki, niçin herkesin yerine o düşünmeliydi!

      Yani böyle akıllı biri daha mı vardı?! Eğer böyle bir millet kıymet biliyorduysa, kimi bekliyordu! Niye onu yukarıya taşımıyordu! Kimse kaygı etmesindi, herkes kendi işini, neyi nasıl yapması gerektiğini ondan bin kat daha iyi biliyordu. Adama demezler miydi, kelin ilacı olsa kendi başına sürer, ey zavallı diye! Hastasın, evin barkın yok, rahatsızlığın yüzünden öğlen kalkıyorsun, git kendi derdine yan. Koyun can derdinde, kasap et derdinde! Evet, doğru söylüyorlardı, onun hastalığı yoksul hastalığıydı. Parası pulu olduğunda böyle şeyleri çok da takmazdı. Etraflıca düşünür, ölçüp biçer, mesele çetinse masaya yatırırdı ama artık böyle değildi.

      İyi olunca bütün dert ve tasa unutulur, keyfi yerine gelir, kendine güveni artar, eşe dosta hal hatır sormaya gidip geldiği günler de olurdu. Bunun sebebini güya herkes hassaslık diye izah ediyordu. Mide hastaları dünyanın en hassas ve en asabi insanları zannediliyor, milletin derdi onlara kalmış sanki! Bunu duyduğu andan itibaren kulağına küpe etmiş, iç âleminde sebebin sebebini de kendisi tespit etmişti: Eğer eşeği yokuşa sürmeyip vaktinde evlenseydi, böyle şeylerin derdini çeker miydi? Yoksa o ne bilirdi mide ağrısı nedir, öd kesesinin iltihabı nasıl olur… Böbreğinin nerede olduğunu bilemediği zamanlar olurdu, ama şimdi sadece böbreğinin yerini değil, onda taş olduğunu bile biliyordu. Tuzlanma dediğin illet, bu prostat şişliklerinin konusu nereden çıktı peki!Nereden bileceksin, gözünün ferini belki de doktorun kendisi söndürmüştü, yoksa neyi vardı ki onun! Allah’a şükür, ekmek bulamasa taş yerdi.

      Evvela, onun kendisi adam olsaydı, lafı bir kere yüzüne söylemezdi. İkincisi: Sadece derdinin ne olduğunu söylemişti, iyi biriydiyse; ilacını da verirdi. Yoksa bu hastalığa yakalanan insana, dünyanın en güzel kadınını getirip evlendirsen bile hayrı olmaz demenin ne faydası var! Diğerleri gibi değil de sen olsa olsa, kadını kendine dinleyici edebilirsin. Böylesinden ne akıl bekleyeceksin işte! Öyle konuşuyor, sanki insana müjdeli bir haber veriyor. Belki, onu da hiç kınamamalıydı, doğru sözü, açık konuşmayı seven adam olabilir, vaziyetin ne kadar ciddi olduğunu hastanın kendisi anlasın istiyordur belki. Doktor ahlaksız demek ki o da; ahmak, çocuk gibi inanıyor mu her denilene! Ona genellikle bu hastalığın neden olacağı şeyleri söylemişler, o ise her şeyi kendine yoruyor, sarsılıyor ve ümidini yitiriyordu. Düşünüyordu: Evet, bu da bütün ahmak insanlar gibi her şeyi yarına bırakmanın nihai neticesiydi…Hâlbuki talihi başka şeyler getirebilirdi, onun hayatı ise hastalıkla mücadeleye hasredilmişti. Şimdi de niye doğru zamanda helal süt emmiş birini bulamadım diye oturup acı acı yakınıyordu. Kendisine adam gibi bakardı! Güya o zamanlar kendi imkânlarıyla, sadece beş on lirayla ömrünün sonuna kadar belini doğrultabilmenin mümkün olmadığını düşünüyordu.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив