Rahimcan Otarbayev

Baş


Скачать книгу

“Benim yanımda Şayahmetov oturuyor. Antropolog. Evet, o. Bana ozanın başını getirmiş. Sluşay (dinle), bakanlık, siyasi kurumdur. Herkesin başını toplayacak Panteon değildir. Anlaşıldı mı? Ötemisov’un şiirlerini tarihi belgelerle araştırıp kitap yazanlar siz değil misiniz? Davai (haydi), şimdi sana Şayahmetov gelecek. Kafayı torbasıyla birlikte kabul et. Göze görünmeyen gizli bir yere koyuver. Ekmek aş istemiyor ya. Hizmet de talep ettiği yok.”

      Bakan telefonu pat diye kapattı. Yüzü kızarmıştı, burnunu sağa doğru güzelce bir çekti. Sinirlenince konuşmasına Rusça kelimeler katan yine Rusça:

      “Davai (haydi) dedi. Gidiniz. Yolunuz açık olsun. Hoşçakalın!”

      Eskimiş deri çantasını omuzuna aldı, akademinin Tarih ve Etnoloji Enstitüsü’ne de ulaştı. Çalışanların genci yaşlısı, hepsi koridorda ileri geri dolaşıp duruyordu. Müdürü sordu.

      “Baymahan bey meclis salonunda. Bir delikanlı, ‘Mahambet Şiirlerindeki Tarihsel Veriler’ adlı konuda doktorasını savunuyor. Danışmanı, müdürün kendisidir. Şimdilik çıkmaz. Bekleyiniz.” dedi saçlarını geriye doğru taramış olan sekreter kız.

      “Bakan aramıştı. Bu konuda size bir şey söylemedi mi?”

      “Mahambet’in başı mı dedi?… Ne dedi? Öyle bir şeyler söyleyerek sinirlendi, çıkıp gitti. Anlaşılan konu sizinle alakalı. Demek sizmişsiniz, sabah sabah bakanı rahatsız edip müdürün sinirlerini bozan?”

      Öğleden sonra doktora savunması başarılı bir şekilde sona ermişti. Herkes meclis salonundan topluca çıktı. Koyunların başındaki erkek keçi gibi gelmekte olan Baymahan’ın suratı, Noel’i görür görmez asılıverdi.

      “Hey Noel!” dedi yüksek sesle, kalın kaşlarını çatarak. “Sen de kene gibi yapışkan bir şeymişsin be. Ben de bu sabah bakana telefon açmıştım. ‘Biz sadece tarihi meselelerle ilgileniyoruz. Şayahmetov, bu ricasıyla Tarihi ve Kültürel Anıtları Koruma Kurumu’na gitse daha iyi olur. Başkanı, Ikas’tır. Feraset sahibidir, başın değerini ondan daha iyi bilecek kimse yoktur.’ demiştim. Bakanımız yeni atanmasına rağmen bilgili bir siyasetçidir. Hemen anladı, razı oldu. Yavrucuğum, sen oraya git! Haa, yolun açık olsun bu arada!”

      Ikas yerindeydi. Onu hoş karşıladı.

      “Yavrum, hayırlısı olsun! Onca yıl Kazak halkı için emek verdin. Bu sebeple senin için bu kurum adına başarı belgesi hazırladım. İşte, şu…” diyerek kasadan çocuk bezi gibi sarı bir kağıt çıkarıverdi. “Senden memnunuz. Moskova’ya böyle bir belgeyle dönmen de senin için iyi olur. Dost var, düşman var derler ya…”

      “İyi niyetiniz için teşekkür ederim. Teşekkür belgelerine ihtiyacım yok. Hemen halletmemiz gereken işler var.”

      “Söyle.”

      Eskimiş deri çantasının ağzını açtı, başı çıkardı, Ikas’ın masasına koydu.

      “Estağfirullah, aman Allah’ım! Bu ne böyle? Kaldır, koy çantana!”

      “Ikas Bey, baştan niye korktunuz? Dikkatlice bakar mısınız? Dört beş dişi düşmüş. Şakağında, ensesinde tam üç kılıç izi var. İşte, bir, iki…”

      Korkuya kapılan Ikas, masayı geçerek kaçtı.

      “Bırak, lanet olasıca şeyi! İnsanı korkutma!”

      “Ikas Bey, ne var bunda kaçacak? Bu ulu ozanın başı ya. Kazak halkının gurur kaynağıdır.”

      “Götür, sakla, kapat! Koy çantana! Her şey yolundayken siz insanı korkudan öldürürsünüz. Hepiniz delisiniz! Sakin sakin yaşarken kurukafayı mezardan çıkarıp, gezdirip duruyorsunuz…

      “Bakan size görev verdi değil mi?”

      “Ben ona sadece başarı belgesi vereceğim diye söz vermiştim. Benden uzak durun!”

      “Sizin kurum, insan kemiklerinin üzerine inşa edilmiş kabirler ile görevlidir.”

      “Eee, yani?”

      “Kabirlerin üzerindekiler lazım oluyor da, altında yatan nice yiğitlerin hiç mi değeri yok?”

      “Hey sluşay (dinle)!” diye bağırıverdi Ikas, sabrı taşmıştı. “Sen bana akıl vermeye mi geldin, kimsin sen be?”

      “Mahambet’in yanında hiçbir şeyim. Bu baş, Kazakistan’ın hazinesidir. Bu sebeple burada kalması gerekir.”

      “Siz ne biçim şeysiniz? Sakince kendi kendine yattığı mezardan başı kazıyıp çıkartıyor, halkın huzurunu kaçırıyorsunuz.”

      O anda içeriye emin adımlarla ozan Makatay girdi. Üstü başı dağınıktı. Uzun boyluydu, saçlarını arkaya taramıştı. Cesur şair, sinirden kızarmış Noel’i bir güzel kucaklayarak selam verdi. Sonra öfkeye boğulmuş olan Ikas’ın elini silkeleyerek sıktı. Biraz içkili olduğu belli oluyordu.

      Ikas yüzüne bakmadan:

      “Büyük görevin sorumlulukları da büyük olur evlâdım. Sensiz de kafamız karışık zaten.”

      “Şiir doğdu. Felaket! Onu okuyup sizin gibi ağabeylerimi sevindireyim diye özellikle geldim.”

      Çaresiz kalan Ikas, yüzünü oynattı.

      “Haydi, oku.” diye sakinleşmeye çalıştı.

      “Şarap içtim keyiflendim, o belli,

      Kanatsız da kanatlandım, o belli.

      Şiir yazdım, zayıfladım, o belli,

      Yaşadım, mutlu olmadım, o belli.

      Dünyaya tutku duyan yüzümü,

      Toprakla nasıl gömdün mezar edip?!”

      Noel alkışladı. “Muhteşem!” diyerek Makatay’ın yanağından öptü.

      “Gömün de gömün, bu nasıl bir felâket ya? Ikas, benim gibi ilham dolu bir şair, mezara sığabilir mi?”

      “Sığmayanın verdiği zararı sensiz de görüyoruz.” dedi ters dönen Ikas. Sonra elini cebine soktu. Bir avuç bozuk parayı çıkartarak şaire uzattı.

      “Al, o şiirin de iyiymiş. Al, iyi.”

      “«Мы вольные птицы, пора брат, пора» (Biz özgür kuşlarız, hadi davran kardeşim, hadi!) demiştir Puşkin. Hoşçakal Ikas.”

      Tam da bu anı beklemiş gibi içeriye Edebiyat ile Sanat Enstitüsü’nün müdürü Kayıp girdi. Ikas, bütün ağırlığını üzerinden bir anda atıverdi onu görünce. Olan biten her şeyi unutup teke sakallı, ala gözlü, kabaca profesöre kucağını açarak yöneldi. Böyle kucaklaşırken dudak ucundan öpüşüp karşıdaki koltuğa yerleştiler. Birbirlerinden hal hatır sordular.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной,