Rahimcan Otarbayev

Baş


Скачать книгу

öyle tuttu. İhtiyar bir süre sonra sakinleşince sertleşmiş olan kurukafasını nihayet Noel’e verdi.

      “Alın kemiği çıkık ve düzmüş. İnce kemikli değilmiş. Baş yapısı, çene kemiği bunu göstermektedir.” demişti Alimcan’a bakarak. “Öldürmek için üç defa kılıçla vurmuşlar. İkisi boyun kısmına gelmiş. Birisi ise sağ taraftaki şakağına isabet etmiş. Kemik oyulmuş. Demek ki ozanın eceli iki kişinin elinden olmuş. Kılıcın biri çok keskin, ikincisinin yüzü daha kaba. İşte, gördünüz mü?”

      “Ne yapayım, bu zamanda iyi de kötü de bir tepeciğe dönüşüyor.”

      Kurak ihtiyar, dizlerinin üzerine çöküvermişti.

* * *

      Kuşluk vakti dışarı çıktı. Canı hiçbir şey istemiyordu. İki üç sokak arasında dolaşıp durdu. Sonunda bekçi olarak çalışan Dauren’e gitmeye karar verdi. Kümes gibi bir yerde, zayıf bir kadının kıçının zor sığacağı kadar küçücük bir odadaydı.

      “Ooo, Noel ağabey! Bizim gibi fukaraları da arayacak birileri var mıydı?” diye çok şaşırmıştı Dauren.

      “Dauren, konuşacak meseleler var. Koyu bir çay lazım.”

      “Hemen ağabey.”

      Çay içip kendine gelen Noel, Ayım’ın durumunu sordu. Dauren ne desin?

      “Başkanın tek kızı. Cesur ve özgür büyümüş. Geleceğin bilim kadını. Danışmanı ünlü profesör Kayıp hocadır.”

      “Sen Ayım’la nasıl tanışmıştın?”

      “Burada. Sadece arkadaşız. Bazen gelip sohbet eder, çay içip gider. Babasının haberi olmadan…”

      Noel’in aklından şunlar geçti; “Babasının haberi olmadan… Demek ki, başkanın nazlı büyümüş şımarık kızı olmanın çok ötesinde. Yetimle anlaşabildiğine göre birbirlerinin değerini seziyorlar demektir. Kendisi Mahambet’in şairliğini de araştırıyorsa…”

      “Ağabey, onun benim yanıma gelmesinin sebebi, benden hoşlanması değil elbette. Ben, Mahambet’i defnettikleri Karoy’da dünyaya geldim. Mahambet’le aynı soydanız. Küçükken rahmetli babam, ceddimiz Mahambet’in kahramanlıklarını sık sık anlatırdı. Sağ dizine yatarken kulağıma kurşun gibi dökülen bilgilerin hepsini almışım işte. Ayım da bana duyduklarımı sık sık anlattırır, yazıya geçirir. Kendisi ilginç bir kızdır. Başkalarına benzemiyor.”

      “Benimle tanıştırsana. Ayım’ı görmek istiyorum.” dedi Noel omuzuna yıpranmış deri çantasını asarken.

      “Tamam, ağabey.”

* * *

      Ikas’ın evinde sabahtan beri bir curcuna vardı. Bir önceki akşam, ticaretle uğraşan karısı Dubai’den gelmişti. Heybesi doluydu. Ve o gün de değerli bir misafir, hürmetle evin başköşesine oturtulacaktı. Kazakların eski adeti, saygı gösterisi olarak misafire koyunun başını sunmaya niyetliydiler. Kızları tezini yazmaktaydı. Çok yakında tez savunması vardı. Gelecek olan bu misafir de Ayım’ın danışmanı Kayıp ile hanımıydı. Sunacakları hediyeler için telâşanıyorlardı. Ikas’ın eşi, misafirler için Dubai’den satın aldığı armağanları tekrar tekrar kontrol etti.

      “Şu ceket, düzgün fiziği olan Kazak adetine göre Kayıp isminin ilk hecesine “eke” ekleyerek kendisine çok yakın gösterirken Ikas karısına,

      “Kayeken’in tam üzerine göre.”

      Takmalı çıkartmalı yakası olan beyaz gömlek ile ateş kırmızısı kravat da ne güzel yakışmış birbirine. “Kaşkariya, her şeyin en iyisini biliyorsun sen.” dedi Ikas, hanımını övgülere boğuyordu. Karısı da ona “Ik” diye hitap edip samimiyetini göstererek,

      “Ik”, gelsene. Şu karısının parmağına takacağın pırlanta yüzük konusunda şüphelerim var.”

      “Sen hep şüphe içindesindir zaten. Taşı sahte diye beni mi suçlamak istiyorsun? Söyle bakayım?”

      Orta boylu, biraz kilolu olmasına rağmen derli toplu vücuda sahip güzel kadın, kocasına sinirlenivermişti bir anda.

      “Hayır, hayır! Öyle demek istemedim. Sadece o Kayeken’in hanımı Düriye’nin parmakları kısa ve tombul ya… Bu yüzük onun parmağına olacak mı, bilmiyorum ben sadece.”

      “Olmazsa sabun diye bir şey var. Köpürtüp köpürtüp pat diye takıveririz. Gerisini kendi düşünsün.”

      “Haa bu arada, dönüşümde genç bir iş adamıyla yolculuk yaptık. Dubai’den daire satın almış. Üstelik de bekârmış. ‘Yetişkin, söğüt ağacı gibi nazik, incecik, güzel mi güzel bir kızım var.’ demiştim ki, ‘Тeyzeciğim’ diyerek üstüme düşmeye başladı. Telefon numarasını aldım. Eve gelsin, yemek yesin. Tanısın, bilsin…”

      “İş adamı? Anne, neden boşuna yoruluyorsunuz? Onlar para kazanmanın yolunu bilseler de kalbe yol bulamazlar.” diyen Ayım giyinmeye başladı. “Baba, affedersiniz. Ben misafirlerle beraber olamayacağım. Çok önemli bir randevum var.”

      Ayım’ın bu sözleri Ikas’ı oldukça üzmüştü.

      “Yakında tez savunması olan kızımıza bak hanım. Bilim kadını olcak diye elimizden geldiğince çabalıyoruz. O ise danışmanına hürmet göstermekten bile kaçınıyor. Bu nasıl oluyor?”

      –Hey, kafasız! Bunun savunmak üzere olduğu konu neydi? Şu, Mahambet’in şeyi mi?”

      “Şiirleri…”

      “Mahambet Şiirlerindeki Azimli Ruh.” dedi anne, babasını düzeltip. Sonra öfkesini kızına yöneltti. “Şuracıktan çıkmayı dene hele bir… Ruhunla beraber…” kadın, parke zemini sivri topuklarıyla tekmeliyordu.

      “Bu da ne demek oluyor yani!”

      “Tamam, tamam. Tez konunla ilgili danışacağın bir randevu ise git.” demişti Ikas isteksizce. “Kayıp’a uygun bir dille açıklarız elbette bir şekilde. Arşiv tozunu yutmakta deriz. O da sevinir muhakkak. Sadece gecikme!”

* * *

      İşte o gün Noel, Dauren ve Ayım, üçü başbaşa dağ vadisinde buluştular. Doya doya dertleştiler. Vadi, katmer katmer taşlardan üçgen şeklini almıştı. Etekleri kayın ve çam ağaçlarıyla dolu, cennet gibi bir yerdi. Yiyecek ve içecekleri yanlarındaydı. Dağ taş gezerek temiz hava alıyor, şehirlilerin aç gözlü bakışlarından uzakta sohbet ediyorlardı. Ayım, omuzuna astığı sırt çantasını açtı. Meydanın ortasındaki sandık taşın üzerine gazete serdi. Acı tatlı bütün yiyeceklerini çıkardı, güzelce dizdi. Tadı damağında kalacak olan Fransız şarabını da unutmamıştı. İnce belli üç kadeh de sofraya yerleşiverdi. Cesur ve özgür yetişmiş orta boylu, ağırbaşlı genç kız, çok hareketliydi. Etrafındaki dünyayı yel değirmeni gibi evirip çevirmekteydi.

      “Noel ağabey, Dauren, haydi yaklaşın. Önce bir şeyler yiyelim. Daha sonra sohbet ederiz.”

      “O zaman ilk kadehi, böyle harika tabiatın ortasında, bizlere güzel bir akşam yaşatan Ayım’cığımızın hürmetine kaldıralım.”

      “Olur!”

      “Ne kadar lezzetliymiş.” diyen Dauren, bir böreği parçalamaya çalışıyordu.

      “Hey kardeşim, etrafında börekten daha tatlı şeyler de var.” Kızın gülüşü, yanlarındaki bulağın sesiyle karışıyor, hoş bir sedaya dönüşüyordu.

      “Ayım’cığım,” demişti Noel biraz karnını doyurunca. “İyi niyetin için teşekkür ederiz. Mahambet şiirlerini araştırdığını, tezini