kanatlanarak süzüldüğü engin mavilikler altında çatlatırcasına at koşturan küçük öğrenci, üç günlük yolun bugünkü son gününde, atını alabildiğine hızlı koşturarak gitmek için varını yoğunu ortaya koyuyordu…
Yola çıkacakları günün akşamında, yatmadan evvel, “gün koruluktan çıkınca at binelim” diye sabırsızlanan çocuk, kendisini şehirden alıp obaya götürmekte olan akrabası Baytas’ı tan atar atmaz uyandırarak yatağından kaldırmıştı.
Gün boyu attan inmemiş, diğer binicilerden ok boyu önde gitmişti. Bildiği Köküyirim, Buvratiygen, Takırbulak benzeri yerleşim bölgelerindeki su kuyularının yakınına geldiklerinde aralarındaki mesafeyi bir hayli açıyor, altında kıvama gelen kula beşlisini2 akıtırcasına koşturuyordu.
Arkadan gelen Baytas ile yorga Cumabay:
– Şu çocuğun obaya dönmek için sabırsızlanışına kurban olurum!
– Talihsiz çocuk kış boyunca içten içe sıkıntılanmış yahu, diye kendi aralarında konuşuyor, küçük öğrenci önden gidip uzaklaşınca bunlar da zoraki dörtnala peşinden koşturuyor, yele uçuşturarak arkasından yetişiyorlardı. Yorga Cumabay’ın eyer takımına bağlayarak ildiği kara topuzu, Baytas’ın ise dizinin önüne tutturduğu uzun kayın çomağı vardı. Baytas, Takırbulak kıyısına geldiklerinde çocuğu uyardı, onu yalnız at sürmekten alıkoymak istedi:
– Artık bizden uzak gitme! Şu Esembay deresini biliyorsun ya!.. Uğrusu var, dedi. Cumabay da onu destekledi:
– Seni de, bizi de, deminden beri gözetliyor! “Kabadayılık ederek yalnız at sürmek ne ki, yere düşürüp al da gel şunun altındakini” der ve lâkin seni üstünden iter, şu yarış atını alıp gider, dedi. Şaşkın gözlerle büyüklerine bakan çocuk:
– E, ya siz? Siz atımı alıp gitmesine izin mi verirsiniz, diye sordu. Baytas ve Cumabay’ın ürküterek konuşası geldi:
– Eyvah, eyvah! Bizde ne kuvvet var ki? Biz sadece iki kişiyiz. Onlarsa sıralanmış büyük ordu…
– Bu Esembay’da devamlı düşman bulunur. Sadece bizi, “kendi ülkemizin adamı” diye sağ bıraksa iyi! Arazi kötü, dediler…
Çocuğun sinirine dokunan ve bardağı taşıran da bu ifade oldu:
– Sizde fer kalmamış desenize. Birlikte gitsek ne, tek başıma gitsem ne? Ben gittim öyleyse, deyip dizgini gevşetti, kamçıyı bastı. Atın toynaklarını yere vurdurarak obasına doğru yöneldi…
Çocuğun bu hâli Takırbulak’tan geçtikten sonra büründüğü bir hâldi.
Oradan itibaren, bir kez bile arkasına bakmadan, deminki “tehlikeli” denen Esembay’a gelinceye kadar, göz alabildiğine uzaklaşıp devamlı yapa yalnız at sürdü…
Yolun bu tarafları daima tepelik olur. Buralar, tam şimdiki gibi, halk Şınğıs’a, yaylaya doğru göçtüğünde insansız kalan topraklardır. Uzaktan yolu gözetleyen şahikaları vardır. Tam yakınlaşmadan, öfkeli zamanında dikkatsiz gidenlerle düşmanı omuz omuza yürütecek, birden bire kucak kucağa getirecek uğursuz bir yerdir. Gizli hendekleri de vardır…
Bundan önceki iki günlük yolda büyükler hızlı gitmemiş, çocuğun sabrını bütünüyle tüketmişti. Bu yüzden o, bugün, obaya ulaşacağı gün, büyüklere zoraki hızlı sürdürme hilesini bulduğu için memnundu esasında. Böyle de yaptı gün boyunca.
– “Çocuk” dediğinin korkusu olurdu. Akıl var mı bunda, Allah’ım, diyen Baytas, ne yapacağını bilemeden başını salladı.
Cumabay çok geçmeden:
– Vay, şunun evladı!.. “Ben bozkurt eniğiyim” diyerek gidiyor efendim! Bırak, ne olursa olsun geride kalmayalım şimdi. Haydi Baytas! Yürü, deyip kamçılamaya yöneldi. İkisi de dizginleri boşaltıp yarışırcasına koşturmaya başladı…
Baytas’ın bindiği, Kunanbay’ın kara yeleli kır atı, umut beslenen yarış atlarından biriydi. Cumabay’ın altındaki de Kunanbay’ınkilerden biriydi. Naymankök denen, azı dişleri çıkmış, büyük bir at idi. İkisi yarışa yöneldiğinde, çaresiz münakaşaya tutuştu: “Ben geçerim”, “ben geçerim ben” diyerek tekmeleşip, yarışı uzatıverdiler. Bir belden aştıktan sonra durmaksızın ikinci belin yamacına doğru yarışa devam ettiler. Vardıkları son yamaçta kır at bir boy kadar öne geçmişti. Yamaca çıktıktan sonra geri dönerken baktıklarında çocuğu göremediler.
Bunlar, iniş yolunda bir kez daha yarışa tutuşacak oldular. O belin çukurluğuna doğru bu şekilde hızla giderken, yorga Cumabay arkasından, sol omzu tarafından, gürültü patırtıyla gelen bir ses duydu. Kendisi tam Esembay yükseltisinin yanındaydı ve o ses, tam da Esembay deresinden geliyordu.
– Hay kâfir! Buradan peşimize takılan ancak düşman olur efendim. Çocuğu almış, bizi de takip etmiş ya, dedi ve gemi azıya alan kır atı ökçeleyiverdi. Azıcık yana döndü, korkarak arkasına bakıp göz ucuyla süzdü:
– Sarhoş gözünü… Sarhoş, diyerek kendi kendine kızdı. Azrail gibi çullanırcasına ardından gelenin atını da binicisini de tanıyamadı. Yıldırım gibi ardından gelen haydut, “tanınmayayım” diye ağzını yüzünü özellikle kapatmıştı. Bu bölgede gündüz vuran uğrunun âdeti böyleydi. Kendisini yarışa kaptırmış olan Baytas’ta ses yoktu, öne fırlamış kendi kendine gidiyordu. Vurulsa, ilk vurulacak olan yorga Cumabay’dı…
“Artık ne olursa olur, canı koruyayım” diye düşündü, eyer takımındaki kara topuza yapıştı. Onu çıkarırken, bir yandan da “o da ense kökümden vurur yahu” diye çekindiğinden, başını sakınarak gidiyordu.
Takipçi, düşündüğü gibi, topuzu çıkarmasına fırsat vermedi. Eyerinden bütünüyle çıkarıncaya kadar bastırıp yetişti, atılarak Cumabay’ın gür siyah kalpağını gözüne doğru indirdi, aynı anda topuza asıldı. Cumabay’ın başını kaldırmasına, kalpağını düzeltmesine de imkânı olmadı. Mücadeleden çekindi, dizginleri gevşetip kamçıyı basmaktan da aciz kaldı. Böylece tecrübeli düşman, bunun şaşkınlığından faydalandı, çekti topuzunu da aldı.
Cumabay’ın bindiği ak boz at da bir şeylere rastlayıp durmuş gibiydi. Cumabay kendini güç bela düzeltti, kalpağını kaldırıp gözünü açtı. Baksa ki, birdenbire ak boz atın peşine takılan, bunun topuzunu çekip alan, şimdi sessiz bir şekilde katıla katıla gülen adam; deminki çocuk öğrenci imiş! Kendi dediği gibi “Kunanbay’ın eniği” Abay imiş…
Cumabay çocuktan korktuğu için hem utandı, hem öfkelendi.
– Oy, evladım oy! Buralar düşman döşeği. Uğruların oyun alanına gelip, kötü şaka yapmak da neyin nesi, dedi.
O sırada, Baytas da gülümseyerek geri dönüyordu.
Abay, büyük birinin kendisinden korkmasından çok memnun kalmıştı. Cumabay’ın neye öfkelendiğini anlıyordu. Yanık benzi kızarmış bir hâlde aşağı bakarak muzipçe gülerken kalpağını düzeltmeye başladı. Eski “yolkesen” haramiler gibi kaftanını ve kalpağını ters çevirerek giymiş, ağzını burnunu kızıl yağlık ile kapatmış, yine o haramiler gibi Cumabay’ı kovalarken bile “sesimi tanıtmayayım” diye homurdanarak konuşup buyruklar vermişti. Baytas korktu mu, korkmadı mı, hiç belli etmemişti. Cumabay’ın kızgınlığını uzaktan görmüş ve mest olmuş bir hâlde yanlarına geliyordu:
– Kula beşlinin sakarını da yok etmiş, bak