Muhtar Auezov

Abay Yolu 1. Cilt


Скачать книгу

o sözlerden pek etkilenmiş değildi. Bilakis, orada olmayan oğlu hakkında yapılan övgüleri ters görmüş gibi başını çevirip Abay’a bakarak:

      – Ondan her ne beklentiniz varsa, bu kötü karadan da umsanıza, dedi.

      Karatay, Kunanbay’ın bu oğlunu buraya çağırtacağını ve az önceki gibi yaparak bunlara tanıtacağını başkalarından önce anlamıştı. O, tecrübesiyle yumuşak başlılığa yönelerek Kunanbay’ın deminki simasına bürünüp Abay’ı anlatmaya başladı. Böjey ve Baysal’a bakarak:

      – Sizler bunu sünnet ettirdiğinizde ne dediğini işitmiş miydiniz, diye sordu ve biraz güldü. Abay kendisinin çocukluktaki sığ davranışlarından birini böyle soğuk görünüşlü büyüklerin önüne sürmekte olan Karatay’ın yaptığından hiç memnun değildi. Utandı, sıkıntılanmaya başladı. Fakat durduracak gücü yoktu. Sonunda, yapabildiği; o çocuk kendisi değilmiş gibi sessizce donup kalmak oldu.

      Karatay gülerek:

      – Sünnet edildiğinde, zorlanarak ağlamış ve “ey Allah’ım, bu zulmü çektireceğine, niye kız olarak yaratmadın ki” demişti. O zaman annesi “ey akılsız oğlum, kız olsan çocuk doğurmaz mıydın, ondan da mı zor oldu ki” diye sorunca, bu, “eyvah, bir de bu mu vardı” demiş ve ağlamayı bırakıp, dişini sıkmıştı, dedi. Nihayet gülmeye başlayan diğer büyüklerle birlikte katıla katıla güldü.

      Kunanbay bu sözleri işitmemiş gibi hiçbir tepki göstermedi. Onunla Baysal’ın yüzüne bakınca bunun gibi konuşmaların çok uzamayacağı anlaşılıyordu. Abay için uygun olan da buydu. Yoksa büyük adam gibi aralarına çağırıp, sonra da, ahmak çocuk yerine koyarak kendisine gülüşmelerinden memnun kalmayı düşünmüyordu…

      Bu arada Ospan içeri girdi. Abay’ın küçük kardeşi! Obaya geldiğinden beri sorsa da göremediği, yaramaz olan, ele avuca sığmayan kardeşi.

      O da selam vermeyi unutmadı. Fakat babası ile başka hiç kimseye bakmadan dosdoğru gelip Abay’ı kucakladı. En sevdiği akrabası; ağabeyi Abay idi. İkisinin arasında beş altı yaş fark vardı. Ospan gelince, o da kucağını açmış, yüzünden öpmüştü. Büyükler, bunların yeni görüştüğünü anlayarak hâllerini anlayışla karşıladı. Fakat sadece bir dakika sonra Ospan kendisinin haşarılığını göstererek itibarlı durumundan uzaklaşmaya başladı. Dizüstü oturan ağabeyinin boynuna sarıldı, kendine doğru çekti ve “neredeydin” diye soran Abay’ın kulağına bir şeyler fısıldadı. Söylediği sözler çok kötü ve ayıp sözlerdi. Bu sözleri, yandaki evde oturan ağabeyi Takejan’dan öğrenmişti. Özlediği ağabeyiyle ilk konuşması işte böyleydi.

      Abay iğrenerek kulağını uzaklaştırdı:

      – Of, ne diyorsun, deyiverdi. Ospan can havliyle atılıp tekrar sarıldı ve babasının tarafını göstererek:

      – Söyleme, söyleme diyorum ona! Ona söyleme, dedi. Abay’ın ağzını açmasına fırsat vermeden sırtüstü yıkıverdi.

      Abay bir yandan zoraki gülerken öte yandan mahcubiyet içinde kendisini toparlamaya çalışıyordu. İri vücutlu, bileği kuvvetli Ospan ondan önce ayağa kalktı ve bir daha sırtüstü yıktı. Bu da yetmezmiş gibi çabucak Abay’ın döşünü açtı, cebine sakladığı salyalı sert bir şeyi çıkararak onun çıplak göğsüne sürtüp attı. Abay iğrenerek Ospan’ın elinden kurtulmaya çalışıyordu…

      Şu haşarı çocuk, büyük kişi gibi oturan öğrenciyi bir anda küçük çocuk gibi tartıştırıp çatıştırıvermişti.

      Ospan onun iğrenmesine mest oldu, babasını unutmuş bir hâlde yüksek sesle gülerek:

      – Kurbağa! Kurbağa attım gömleğine, diyerek Abay’ı eskisinden de beter iğrendirdi.

      Kunanbay kendisinin arka tarafında oturan çocuklarının ne yaptığına bakmamıştı. Ancak haşarı Ospan’ın alışık olduğu mizacı kudururcasına artınca kızdı, aniden hızla dönerek onlara baktı. Olup biteni gördü. Alpçesine iri olan âsi kara oğlu Abay’ın üstüne oturmuştu ve kalkmasına engel oluyordu.

      Kunanbay kendi huzurunda yapılan bu görgüsüzlüğe çok sinirlendi. Ospan’ı sol eliyle tutup hırpalayarak kendine doğru sürükledi ve silleledi. Ospan iki yanağı ateş gibi yanar vaziyette büyük gözleriyle kor gibi bakarak dondu kaldı. Kunanbay’ın oğlunu silleleyişinden zerre kadar ürperen de, “yapma”, “etme”, “çocuktur işte” diye ses veren de olmadı. Bütün bunları gören Süyindik, Baysal’a fısıldayarak:

      – Canım efendim! “Kurt çocuk” işte bu yahu, deyince Baysal da:

      – “Kuj”10 desene! Bundan da bu çıkar efendim, diyerek homurdandı.

      Kunanbay ulağa kati emir verdi:

      – Gel! Al götür şu lanetlenmişi, dedi. Ospan’ın yüzünü kapıya doğru çevirdi ve savurur gibi iteledi. Çocuk yuvarlanarak düşerken, ulak sımsıkı tutup kaldırıverdi. Ospan, tam da babasından kurtulmayı beklermiş gibi ulak onu tutup kaldırdığında evdekilerin hepsine işittirerek arkasından yel çıkarttı, “tırrt” etti de gitti. Maybasar Karatay’a göz kırptı, dudaklarının ucunu kıvırarak gülümsedi ve çenesini sağa sola sallayarak:

      – Tüh! Bu itibarsız, sahip olduğu itibardan da bir anda ayrıldı ya, dedi. Konukların bir kısmı gülüverdi.

      Karatay ve Baysalgil, kendi içlerinden, Ospan’ın gidişini “korkarak gitmedi, çatışarak gitti” diye değerlendirmişlerdi.

      Eskiden de Kunanbay’ın boğazının düğümlendiği, söyleyeceği söze başlayamadan hiddetlenip oturduğu vaziyetler olmuştu. Bu durumda tekrar hevesi kaçmış, somurtmaya başlamıştı. Evdekiler bir vakit ses çıkarmadan öylece oturup kaldı.

      Nihayetinde, biraz surat asarak oturduktan sonra, Kunanbay tekrar kıpırdandı ve aklındaki söze başladı…

2

      Konuk evindeki yuvarlak masanın üstünde pembe renkte mecalsiz ışık veren bir kandil yanıyordu. Hâlsiz kandil ara sıra duvarın alt tarafından vuran yelin esintisiyle değişiyor, bazen alevlenerek alazlanıyor, sonra tekrar eski cılız hâline dönerek yanmaya devam ediyordu. Abay, yan tarafında oturan babasının büyük ve irice siluetini tam göremese de ona bakıyordu.

      Kunanbay’ın rengi soğuktu. Kara duman rengi yüzünde bozaran tüyler de çıkmıştı. Sadece kendisi konuşuyordu. Güçlü sesinde öfke ve hiddet vardı. Uzun konuşması sırasında bazen Abay’a ilginç görünen kimi atasözleri ile deyimleri de kullanıyordu.

      Abay babasının söz akışını, konuşmanın temel muhtevasını anlamış değildi. Sadece bazı atasözleri ile deyimleri seçebiliyordu. Buradaki büyüklerin mevcut geleneğine göre babası da üstü kapalı, dolambaçlı, anlaşılmaz bir biçimde konuşuyordu. Babasının bir sözünü diğer sözüne eklemeyi başaramayan Abay, şaşırıp kalıyordu. Kendine kalsa, hemen, deminki gönlü hoş eve, annesinin yanına giderdi. Fakat babası çağırdıktan sonra, artık çıkıp gitmek olmazdı.

      Dolayısıyla o, bir süre, babasının konuşmasının şeklini ve ses akımını dinledi. Kendisinin ilk defa duyduğu için bilmediği anlaşılması zor kimi sözleri kullandığını fark ediyordu. Kelimelerden herhangi birine bastırarak ve çok sinirlenerek konuşan babasının sesi bazen buna bir yağmalama narası, çarpışmaya giden mülteci haykırışı ya da uzun bir nağme gibi geliyordu. Bu anlaşılmaz konuşmadan içi daralıyor, babasının siluetine ve fiziki yapısına bakarken arada sırada dalıp gidiyordu.

      Esasında, uzun zaman