Muhtar Auezov

Abay Yolu 1. Cilt


Скачать книгу

gibiydi. Bunsuz da uzun ve büyük olan yüzüne upuzun şekilde ve yuvarlakça biten sakalı da eklendiğinde babasının kafası geniş bir alan gibi görünüyordu. Kunanbay’ın sağ gözü ise onun yüksekçe burnunun sol omzuna çıkan, tek başına uyuklamadan hedefine bakan ve yerinden ayrılmadan ufku gözetleyen bir muhafız gibiydi. Hem de; gevşekliği olmayan, uykusu hafif ve gaddar bir bekçi! Hiç olmazsa onu serbest bıraksaydı ya!

      Bu tek göz, gömülüce değil, pörtlekçe idi. Bir an bile kapanmadan öfkeyle bakıyordu. Kirpiğini de seyrek kırpıyordu. Bota derisinden diktirdiği dışı kumaş kaplı kaftanını omzuna almış olarak böbürlene böbürlene konuşan Kunanbay bu evdeki tek bir kişinin yüzüne bakıyordu. Gözünü tam karşısında oturan Süyindik’e dikmiş, öylece konuşuyordu.

      Saçı sakalı kara kırçıl aynı renkte olan Süyindik arada sırada Kunanbay’a baksa da gözünü dikerek devamlı bakmıyordu. Bakışlarını aşağı düşürüyordu. Abay onun görünüşünü çok karşılaştığı “az konuşan” insanlara benzetti.

      Böjey de o kadar farklı değildi. Yalnız rengi soluk gibiydi. Kendisi kızıl kahve sakallı ve iri burunlu olan Böjey burada oturanların hepsinden yakışıklıydı. Yüzündeki kırışıklıkları da daha azdı. Fakat Abay’ın gözünü ona yönlendiren şey birbirine yakın ve küçücük görünen gözleriydi.

      Kunanbay uzun uzun konuşurken Böjey yerinden kıpırdamadı, kimseyle fısıldaşmadı. Gözünü de bakışlarını aşağı düşürmüş durumdaki vaziyetinden çıkarmadı. Dolayısıyla o, uyukluyor muydu yoksa düşünüyor muydu belli değildi. Salınarak kalkan sarkık göz kapağı gözünü azıcık göstermeden tekrar siper alır gibiydi.

      Konuklar içinde kartal gibi cesurca gözünü ayırmadan Kunanbay’a bakan kişi tam başköşedeki Baysal idi. Kızıl yüzlü ve al don sakallı Baysal’ın bedeni iri, kendisi cüsseli idi. Büyük mavi gözleri, hem serin hem sır vermezcesine sabırlı idi.

      Benzi atmış soğuk bakışlı insanlar içinde en canlısı, en hareketlileri, ince yapılı Karatay ile Abay’ın yanındaki Maybasar idi.

      Büyükler arasındaki iki genç ise; beri tarafta babasından aşağıda oturarak gözünü ayırmadan ona bakan Abay ile öteki tarafta tam da onun gibi yaparak oturduğu yerden bütün dikkatiyle Kunanbay’ı dinleyen genç delikanlı Jiyrenşe idi.

      Jiyrenşe, Kötibak boyundan Baysal’ın yakın akrabası Şokan’ın oğlu idi. Baysal, onu her daim maiyetine alır ve gittiği yere beraberinde götürürdü. Hem yiğitlerinden biriydi, hem de sözden anlayan, “adam olur” denen yeni nesildendi. O, konuşmanın sonunu bağlamayı iyi bilirdi. Konuşurken ilgi çekici kılarak anlatırdı. Kendisi komikti. Abay’ı şımarttığı dönemler de olmuştu. Şimdiki bu toplantıda Abay’ın tek başına görüşmeyi uygun gördüğü ve istediği tek kişi oydu.

      Fakat onun büyüklere içtenlikle mi yoksa öylesine mi baktığı anlaşılmıyordu. Her nasılsa, şimdi, Kunanbay’ın konuşmasından başka bütün her şeyi unutmuş gibi görünüyordu. Bununla birlikte Abay’ı da bir yana bırakmış gibiydi.

      Jiyrenşe kaşlarını çattı, kımıldandı. Abay, o anda, babasının sözünü tamamlamak üzere olduğunu fark etti:

      – Kodar zaliminin bu yaptığı, başka halklar nazarında yalnızca bana karşı yapılan bir saygısızlık olsa da, kendi halkımızın nazarında hepimize, burada oturan herkese yapılan bir saygısızlık. Sizlere saygısızlık, dedi ve biraz duraksadı. Süyindik’e dikilen tek gözünü, başköşede oturan Baysal’a çevirdi ve ondan sonra kendisinin sağında oturan Böjey’e dikti.

      Fakat Böjey de, Baysal da istifini bozmadı. Oturan diğer kişilerin hepsi konuşmanın ağırlığı ile sonucunu kendi sırtlarında hissetmiş gibi kımıldandı, salındı…

      Kunanbay:

      – Öyleyse, utanç ölümden güçlü! Yurdun görmediği rezilliğe, halkın görmediği ceza gerek, diye sözünü bağladı. Yeniden yumuşayacak hâli yoktu. Kördüğüm gibi bağlanmış, taş gibi pekişmiş görünüyordu.

      Oturanlar bu hâli iyi tanıyordu. Kunanbay’ın bu tür yönelişlerinin geri çevrilecek dönüşü yoktu, bunu hepsi iyi biliyordu.

      Ya konuşup tartışarak gitmek vardı ya da bunun gibi içten onaylamadıkları durumlar olduğu zaman Baysal ve Böjey’in yaptığı gibi yapmak; meseleyi ona başlatmak ve devamını da yine kendisine yaptırtarak yükümlülüğü Kunanbay’a bırakmak âdeti vardı.

      Onlar, taraftarlık gerektirmeyen durumlar olduğunda bu son tutumu çok kullanıyordu. Hepsi de dişini çatlatırcasına sıkıyor, sabrediyor, konuşmuyordu.

      Fakat Kunanbay’ın bu söylevi sessiz kalmalarına izin vermese de konuşmalarına da fırsat bırakmıyordu. Üzerlerine büyük bir ağırlık çöktü. Evdekiler bir süre sessizce oturdu…

      Abay Kodar’ı tanımıyordu. Bu ad, ona, evvela “Kozı Körpeş ve Bayan’ın11Kodar’ını hatırlattı. “Zalim” deyişine bakıldığında da geçen yıl ozan Baykökşe’nin annelerine okuyuverdiği Kodar’ın sureti aklına geldi. “Kodar diyerek, ona benzeyen birini, özellikle o isimle mi söylüyor” diye düşündü.

      Sepsessiz oturan topluluk içinden bu hususta ilk konuşan ince yapılı Karatay oldu. O:

      – Zalim olduğu doğru! Oğlunun kızının başına vermesin. Gerçeği söylemek gerekirse; bu, kâfir halklara yaraşır bir iş yahu, dedi. “Kodar’ın suçu gerçek mi, değil mi” şeklinde kendi akıllarında bulunan şüpheye şöyle bir dokunarak, kıvırıverdi.

      Kodar’ınbutoplantıdakiakrabasıSüyindikidi.Kunanbay, deminden beri öfkesini kusarken, gözlerini özellikle ona dikmişti. Onu da herkes tanıyordu. Kunanbay’ın, Kodar’ın terbiyesizliğinin karşılığını vermesi için, öncelikle kendi akrabasına “suçlu”, “kabahatli” dedirtmesine, bunu, onun ağzından söylettirmesine ihtiyacı vardı.

      Süyindik, o sözü kopkolay ve lafı hiç döndürmeden söylerse yarın kendi akrabaları arasında sıkıntı olurdu. Kunanbay’ın söylediği Kodar’ın bu kabahatlerini kendi gözleriyle de görmüş değildi. O, Karatay’ın araya girme çabukluğundan bir fayda sağlamış gibi oldu. Özellikle onun “gerçeği söylemek gerekirse” dediği yumuşatıcı ifadeye tutundu:

      – Bu suçu kesinse; durdurup boğazlayalım! Fakat bu gerçeği gören var mı, deyiverdi. Kunanbay ellerini kaldırırken ileri doğru yekindi:

      – Ey, Süyindik, deyip yeltenince omzundan kayan kaftanını düzeltirken kızarak konuşmaya başladı. “Al karısı da gözünün içine bakarak basar. Yönetici hem beceriksiz hem şerefsiz olunca, iblisi cini ona dadanmasın da ne yapsın? “İyi niyetli” desek, “zararsız” desek can verelim, aklayalım, ahrette de suçunu kendi boynumuza alalım. Fakat benim iki canım yok. Buna boyun eğecek olursan, canını da verirsin. Verir misin, canını” derken elini kendi döşüne çarparak yapıştırdı.

      Süyindik, Kunanbay’ın bir süreden beri ortaya döktüğü öfkesinden artık iyice rahatsız olmaya başlamıştı:

      – E-eh! Verilmeyecek canım yok! “Soruştur” demeyip de “canımı al” diye kefil olarak mı gelmişim, deyip suratını buruşturdu. Birdenbire bağırmakla Kodar’ı koruyormuş gibi yaptı. Bu adamın elinden gelen, verebileceği bütün karşılık buydu. Kunanbay bunu sezdi ve kazanmak için son darbeyi vurmak üzere gelişmeleri ileri sürdü:

      – Soruşturacaksan, Kodar zalimini efsane yapıp herkese yayan halkı