çıkarmadan oturan Kunanbay kendisine sunulan çayı içti, sıcak samsadan2 ve söğüş etten yedi, karnını doyurdu.
Sofra başında oturmasalar da eve girmek ve yola çıkmadan önce Kunanbay’ın yanında olmak isteyen yakınları birer ikişer içeri giriyor, odada çoğalıyorlardı. Kunanbay yola çıkmadan önce ev ahalisiyle, çoluk çocuğuyla baş başa kalarak söyleyeceklerini bu odadaki sofra başında söylemeyi düşünmüştü. Şimdi biraz daha beklese bütün halk doluşacak gibiydi.
Kunanbay Mekiş’e bir kez daha baktıktan sonra bir müddet düşündü ve konuşmaya başladı:
– Ey benim evlatlarım, dostlarım yarenlerim, kardeşlerim akrabalarım, dedi. Düşünceli ve serinkanlı bakışını odadakilerin yüzlerinde dolaştırdı.
Odadaki herkes sus pus olmuş, çay servisi de durmuştu3. Kunanbay oturduğu yerde gövdesini yükseltti, tek gözünü bütün ağırlığıyla tam karşısına dikti ve konuşmasını devam ettirdi:
– Sizler beni bu seyahate göndermeye kıyamıyor gibisiniz. “Yaşlılık çağında nereye gidiyor, tekrar dönüşünü görmeyecek miyiz, bu gidişi hayra mıdır efendim” diyerek esirgeyişle bakıyorsunuz, deyince oda içindeki herkesin gözlerinde tutulamayan gözyaşlarını gördü. Mekiş başlamıştı, Jakıp ve Takejan da yaş döküyordu.
Kunanbay şimdi bunları dikkate almadı. Konuşmasını sürdürdü:
– Bu yaptığınız beni bu yola göndermeye kıyamamak değil, bu yolu bana kıyamamaktır… Bir zamanlar olmamış mıydı? Ben o zamanlar da kanı kaynayan bir genç değildim. Burada oturan sizler, hepiniz, beni zorluğu bundan daha fazla olan başka bir seyahate uğurlamıştınız. Ara dokunan o zulüm, hükmedici gücün önüne katıp sürüşü idi. O zaman ben sürgün gönderilsem ne olacaktı? Sürgünde yaşarken ölmem işten bile değildi? … Bugün öyle değil, kendi arzuladığım muradıma gidiyorum. Bu dünyadan; ocak başında toruna, sofra başında geline, mal başında çobana “hayt huyt” diyerek ölecek velveleci bir ihtiyar olarak göçsem, ben sizlere layık bir baba, sizlere layık bir ağabey, sizlere layık bir kardeş olabilir miyim ki? Hayat sadece kazançla mı tatlı ki? Bilakis kazanca ulaşmak yolundaki arzu ve murat ondan da tatlı diyebilirim. Hâl böyleyse, bu seyahat benim kalan hayatımın muradıdır işte.
Hepinizden bir ricam var: Bu yolda ak buyruklu ecel saatim gelir de öldüğümü işitirseniz, o zaman da herhangi biriniz bana acıyıp, acışıp “hay gidi, hayalinin peşinden giderken öldü ya efendim” diye arkamdan söylenmeyin. Bu, bana dostluğunuz olmaz. Sizlerin keyifle yaşadığınız gençliği, ben gayri ihtiyari ateşleri kucaklayıp öperek geçirdim. Sizlerin gelecekte tadacağınız ballara da zehirlere de ekmeğimi banarak geçirdim. Az mı, çok mu? Allah’ın verdiği günleri akraba olarak, kardeş olarak birlikte geçirdik. Bununla kanaat ettim.
Çoluklu çocuklu olarak iş peşinde hayatı yaşarken her birimizin ecelimiz kendiliğinden ve münferiden gelir. Topluluğundan, cemiyetinden ayrı gelir. O geldikten sonra nerede geldiğinin, hangi durumda geldiğinin ne farkı var? Vakit bizden geçti, sizlerin gençlik devriniz geldi. Hayatınızda haysiyet arayın. Ben sizin hayatınıza, yaşam mücadelenize yol veren kişiyim. Kuytudaki vadiyi en sonuncu sığınağı yapan yaşlı Sarı Arka’nın kısa patikası kadar az bir yolum kaldı. Benim şimdiki kısa yolumun kusuruna bakmayın. Ağlamadan bunaltmadan at bindirip uğurlayın!
Sizler gündelik hayatınızın ilgisine eğlencesine, olabildiğince özgürce maksat ve muratlarınızın peşine gidin. Beni düşünen elemli gönül olmasın. Hayatınızı şamatalı pazaryeri gibi kılın. Sizlerin hayatta böylesine coşkuyla, rengârenk ilginçliklerle ve mutlulukta serbestçe yaşadığınızı düşünerek yaşarsam, bu benim ta uzaklarda meşakkatle geçecek yolumu da kolaylaştıracaktır. Diyeceklerim bundan ibaret! Artık yola çıkarmak için toparlanın, dedi.
Izğuttı’ya bakarak “toparlanın” der gibi işaret etti. O, yerinden kalktığında Takejan, Ğabithan ve Ospan gibi gençlerin tamamı onun peşinden kalktı. Abay da babasının yanından kalkmak için yeltenmişti ki Kunanbay bir elinin ayasıyla aheste bir şekilde onun dizine bastırdı:
– Evet oğlum! Bulduklarınla öğrendiklerini anlatsana, dedi.
Abay mürekkeple yazılmış bir tomar kâğıt çıkardı cebinden ve Izğuttı’ya bakarak:
– Benim bulduklarımın tamamı bu kâğıtlarda. Izğuttı ağabey, bunları yanında taşırsın, dedi.
Abay babasının deminki büyük sözlerine ve hayatında uzun zamandan beri ilk defa açılarak söylediği sırlarına istinaden delikanlı gönlünde uyanan akrabalık duyguları hususunda bir kaç söz söylesem diye düşünüyordu. Çekinmeden konuşmasına devam etti:
– Baba! Kucağınızda büyüyüp, birlikte yaşamış olsak da yakınının hususiyetleri ve vasıfları yakınınca bile birden anlaşılmıyor. Adım adım açılıp anlaşılıyor. Büzüşerek dünyaya gelen tomurcuk birden bire açılıp kaynayarak çiçek oluyor, bir müddet eğilip büküldükten sonra içi dolu meyve oluyor. Az önce söylediğiniz vasiyet sözleriniz, şu akılsız evlada ettiğiniz dua ya! Minnet duyup âmin dedik. Babalık emeğinizi boşa çıkarmadan büyümek bizim de muradımızdır, dedi. Sadece babasının anlayacağı şekilde söyledi, kısaca bağladı. Böyle söylemesini Kunanbay da makul bulmuştu…
Abay elindeki kâğıtları Izğuttı’ya verirken Kunanbay yoldaki büyük şehirlerin adını bir kez daha sordu. Abay “Kazak bozkırındaki kumluk bölgelerle çölleri Karkaralı’dan katılacak olan imam vekili Öndirbay bilir” dedi. Yolun beri tarafı hakkında bir şey söylemedi. Taşkent’e kadar Kazakların arasından gidilecekti. Ondan sonraki şehirleri birer birer saydı. Üzerinde en çok durduğu şehirler Semerkant, Merv, Meşhet, İsfahan ve Abadan idi. Bundan sonraki yol ya Arap çöllerinden gidilerek geçilecekti ya da daha uygunu, gemi ile dolanarak gidilip Mekke yakınlarında inilecekti. Kısacası, Abay’ın pek çok kitaptan araştırarak bulduğu en kestirme yol sıralaması buydu. Abay okuduğu kitaplar içinden bulduğu kaynak bilgileri sadece bugün değil, bundan önceki günlerde de yeri geldikçe söylemişti. Yol üzerindeki halkların kendine özgü hayatlarını, coğrafi durumlarını, mesleki ve zirai geleneklerini uzun uzun anlatmıştı. Bütün anlatılanları can kulağı ile dinleyen Kunanbay, Abay’dan içtenlikle memnundu.
Nice vakitler anlaşamayıp gönül kırgınlığıyla araları buz gibi yaşasalar da bu dönemde büyük bir teselli bulmuş gibiydi. Bunu bir konuşmasında Uljan’a da söylemişti:
– “Arkamda kim kaldı” diyecek olsam, dayanağım desteğim yok değil. Yolu benim yolumdan başka olsa da, benim tesellim senin oğlun! Melekler yolunu aydınlatsın. Artık sadece kendi bildiğini yaparak yaşasın. İleri geri konuşup köstek olmayın, demişti…
En nihayet baba ve oğul, uzun mu süreceği, ebedî mi olacağı bilinmeyen ayrılık anı gelince helalleşerek vedalaştı…
Kunanbay’ın bu seyahatine onunla birlikte gitme yemini eden imam vekili Öndirbay kafileye Karkaralı’dan katılacaktı. Yolcular şimdi İrtiş’e yaslanarak Kazak sahrasının engin merkezine doğru yönelecekti. Sonraki yollarda bunların bineceği araçlar nice türlü değişecek olsa da Tinibek özellikle ısrar ederek Semey’den Karkaralı’ya kadar arabayla gitmelerini söylemişti…
Kunanbay ile Izğuttı’nın bineceği büyük fayton Tinibek’in geniş bahçesinde koşulu duruyordu. Kışı yulaf yiyerek geçiren, şimdi karınlarını toparlamış hâlde sıkı görünen, geniş sağrılı, al donlu at üçlüsü boyunduruklarını silkeliyor, berrak sesli bakır zili şıngırdatıyor, gemlerini