imam vekili Öndirbay uzun zamandan beri ona saygı gösteren biriydi. Şimdi bütün akrabalardan da yakın olacak, birlikte seyahat edeceklerdi.
Bu Öndirbay’ın Kunanbay’dan bir ricası vardı. “Ya bir kız vereyim, ya bir kızını alayım, hısım olalım” diye arzuluyordu. Bu defa görüştüklerinde Öndirbay ricasını tekrar dile getirirse, Kunanbay söz keserek yola çıkmak istiyordu. Öyle olursa mektupla bildirecekti. Öndirbay’ın genç bir kızı vardı. Uljan onu gelin edip kendi yanına alsa uygun olurdu. Kunanbay’ın en genç oğlu dağdeviren haylaz Ospan evleneli iki üç yıl olmuştu. Fakat kendisi aklına getirmese de ana babası için torun sevemeden geçen yıllar hüzne dönüşüyordu. Böylece, bu defa, Ospan’a bir eş daha alma fırsatı vardı. Uljan buna hazır olmalıydı.
Yol boyunca bu faytonun içinde konuşulan şimdiki sohbet konusu bu oldu…
Üç kulanın koşulduğu ikinci faytonda Abay ile Mekiş vardı. Bu ikisi uzun süre konuşmadan seyahat etti. Her birinin gönlü bir başka türlü düşüncelerle dolup taşıyordu. Kalabalıktan uzaklaştıktan sonra Mekiş hüzünlü yangıyla betimlenen düşüncelerinin ağır akınına teslim oldu, kendisini dizginlemeden ağladıkça ağladı. Abay bir iki defa ona “yeter artık Mekiş, ağlama” diyerek durdurmak istese de ablası onu dinlemedi. Nihayet Abay sessizce kendi iç dünyasındaki düşüncelere dalıp gitti.
Abay’ın aklını tamamıyla meşgul eden düşünce deminki Darkembay’ın sözleri ile tavırları idi. Abay’a göre o, Kunanbay’ın yemek için önüne koyduğu lezzetli aşı tekmelemiş, alt üst edip gitmiş gibiydi. Onun başındaki pis bez garipliğin talihsizlik kursağı gibi hissediliyordu. Çocuk ise bütün hayatıyla, biçareliğiyle ve Darkembay’ın dile getirdiği doğru çekişmelerle Kunanbay’a verilmiş hayat hükmü gibiydi. Bu hüküm duayla, namazla, oruçla ve hacı olmakla başa çıkılamayacak kadar ağır bir hükümdü.
Bu hüküm karşısında “böyle günah bir rezilliğim vardı” diye pişman olan Kunanbay olsa neyse. Yok! Abay babasının yüzünde böyle hakiki bir pişmanlık da görmüş değildi. Sadece onun her zamanki katı hiddetini görmüştü. Bu iki mizaç arasında uçurumlar kadar fark vardı. Bunlar günahkârlık il masumiyet arasındaki kadar birbirine ters duygulardı. Öyleyse… Babasının bu seyahati, bu gidişi niyeydi? Demek ki Darkembay’ın sözlerinde haklılık payı vardı. Kunanbay’ın gidişi Allah rızası için değildi, toplum üzerindeki tahakkümünü pekiştirmeye yönelik bir gidişti… Bu yargıya ulaşan Abay kaşlarını çatıverdi, derin bir alaycı istihza ve memnuniyetsizlikle gülümsedi. Kunanbay’ın hâlini düşünmekten, gönlünü onun seyahatiyle ilgili kaygılardan uzaklaştırdı ve başka bir hâle büründü.
Hızlı giden fayton o sırada tek tük bitmeye başlamış olan ve yolun iki yakasını bürüyen kısacık otların arasından geçiyordu.
İlkbahar, uzun zamandan beri şehirden çıkmayan Abay’a, gelişini daha yeni beyan etmiş gibi oldu. Sol yakada, uzaktaki ufukta, gri bir duman içinde Semey dağı göründü. O da kardan arınmıştı. Sanki kocaman, yamuk ve sert bir dalga kıvrılıp çatılarak gelmiş, ebede kadar susarcasına dağ olarak katılaşıp kalmış gibiydi. Çevresindeki her yanı birbirinin aynı olan geniş bozkır ortasında tek başına yükselen ve yakışıksızca olduğu yerde kalakalan bu tek tepeli dağ, ebediyete kadar sepsessiz kalarak öylesine uzayıp giden çölün bir devrinde herhangi bir şekilde yerden fışkırırcasına yükselen ama önüne çıkan engele takılarak kalan isyan dalgası mıydı? Öfke patlaması mıydı? İşte öylesine bir görünüşteki farklı bir dağ idi, bu dağ…
Abay, dağın siluetinde böylesine ayrıksı bir yapı görerek gözlerini ayırmadan ona bakarken kalpağını çıkardı. Semey dağından efil efil esen elverişli yel sıcaktan bunalan başını ve yüzünü okşadı.
Haz duyarak derin derin iç çektikçe vücudu dinçleşti, uyanık ve duygusal gönlü de ferahlayıp genişler gibi oldu. Düşüncelerinin temelinde babasının bugün helalleşirken söylediği sözler, hayatı boyunca babasından duymadığı laflar, o güne kadar fark etmediği ücralıklar vardı. Uzun ömrü boyunca farklı bir mizaçla yaşayan babası, şu son saatlerde fevkalade dalgalanarak ortaya çıkan yeni bir sırla kendini göstermişti. Şimdi ayrılacakları dönemde içindeki büyük bir sureti ortaya çıkarmış, kim olursa olsun herkesi bağışlatır türden ar ve keder tonuyla konuşmuştu. O vakitten beri Abay babasını seyahate uğurlayan bir kişi gibi değil, babasının ölerek kopup gideceği saatte onun yanı başında durarak candan gelen samimi ve içtenlikli sözlerle konuşan bir kişi gibi olmuştu.
Mekiş’in sıcak gözyaşlarını bir kez daha sildiğini fark eden Abay kendi işini kendisi anlamayan birisi gibi dağa bakıp mırıldanarak şarkı söylemeye başladı. Mekiş onun tam da bu sırada şarkı söylemesini uygunsuz bularak birdenbire başını çevirdi ve kardeşine baktı. Şaşkınlıkla bakan gözlerini Abay’a dikti. Dikkat kesildi. Kardeşinin söylediği şarkı fevkalade keder dolu, içtenlikli ve bilinçli bir ezgiye benziyordu.
Abay, azıcık sözsüz dizemleri seslendirdikten sonra, bir ara Mekiş’e döndü. Ağırbaşlılıkla attığı bakışta, bozararak ilhamlanan nurlu yüzünde “dinle de gör” diyen bir buyurma işareti vardı. Ezgiye söz kattı. Mekiş baş tarafını tam olarak anlamamıştı. Ne hakkında olduğunu bilmiyordu. Biraz sonra tam olarak dikkat kesilip kulak verdiğinde kardeşinin ezgilere kattığı sözleri anladı.
Kardeşi:
“…
Mala değil, insana cömert idi,
Hasmı, sıkıntıya iteleyiverdi.
Dürüst Mırza utanç duyup,
Âleme yayacak örneği.
Kazak oğlu zulüm görse de,
Aradığı yüzle görüşecekti.
Sönmez çıra bırakacak olan
Gönlünü mala kaptırmaz ki”
dedikten sonra rengi kaçan yüzünü semaya doğru kaldırdı, iki gözü yaşararak tekrar ilhama daldı. Kısa bir süre sonra vücudunu gerdi, bilinçli bir kuvvetle sesini bastırarak şarkısının sonunu söyleyiverdi:
“Buyruğuna Allah’ın
Önceden boyun eğmeli.
Mekiş, anlasan olmaz mı?
Hayat bitince ölüm gelmeli!
Gidenin yolu nurlu olsun demeli
Sabır göstersen uygun düşmez mi”
deyip durdu ve yüzünü Mekiş’e döndürdü. O ana kadar sığlaştırarak, kısıklaştırarak baktığı gözlerini şimdi birdenbire tam olarak açmıştı. Mekiş sevinçle gülümsüyordu. Ağlaması bitmiş, gözleri kurumuştu.
“Tekrar söyle” diye ısrar etti. Kardeşi bu fayton yolculuğu sırasında ortaya çıkan ve ilk defa dile getirdiği şiirini tamamıyla aynı şekilde tekrar etmese de bir kez daha söyledi. Ablasının bununla avunduğunu anlayınca tereddüt etmedi, birkaç şiir daha okudu.
Böylece, Kunanbay hakkındaki ağır düşünceleri şimdilik bir sakinlik bulmuşa benziyordu. Sükûnet bulan gönülle ikisi de bir süre sessizce oturdu.
Abay, gönlüne hoş gelen dünya görkemini serbestçe şiirleştirebiliyordu…
Abay’ın yüreği, serin üfürüşü kesilmeden esen parlak güneşli bu ilkbahar gününe başkaca bir sevecenlikle bakıyordu. Nice sıcak dalgalı sezgiler gövdesine sığamayıp içinde sıkışıyormuş gibiydi… Şiir şarkıya dönüşüyor, nazlanarak dile geliyordu… O da ara vermeden mırıldanıyordu.
Abay