nesepsiz, diyor ve o arada nefes nefese pençeleyip didikliyorlardı.
O anda onların yanına kadar gelmiş olan Abay, ağabeyi ile amcasının Darkembay’ın yakasına yapışmış olan ellerini yolarcasına çekti ve sertçe itekleyiverdi:
– Allah’ın belaları, arsızlar! Çekin ellerinizi, deyiverdi.
Desteksiz kalınca sırtüstü düştüğü yerden Abay’a bakan Darkembay, onun yüzünün bomboz olduğunu, iki gözüne kan dolduğunu, Takejan ile Maybasar’ı yarıp geçercesine ateş savurduğunu gördü.
Abay:
– Müdahale etmeyin, arsızlar! Bunun talebi, babamın Allah huzurunda cevap vereceği sorunun kendisi. Ne sandınız, ne düşündünüz siz! Basiretsiz utanmazlar! Mekke’ye giderken de “böyle günahlarım var” diye düşündüğü için gitmiyor mu, dedi ve Maybasar ile Takejan’ın konuşmasına fırsat tanımadı. O anda yüzünü Darkembay’a döndü ve şefkatli bir ses tonuyla.
– Darkembay! Söylemesen olmazdı tabii. Bununla ilgili yürek acın olunca, çetin yerde dile getirsen de ayıplayamıyorum. Babam için ben borçluyum. Beddua etmeden, burada beklemeden dönüver ziyalım. Sözün bana yetti. Etimi bırak, kemiğimden geçti. Git şimdi, gidin hadi, dedi. Darkembay’ı öperek ayağa kaldırdı, cebinden çıkardığı yüz somu5 Darmen’e verdi, bahçenin arka kapısına doğru yönlendirdi…
Kunanbay uzun süre ses çıkaramadı. Birbirine sokularak bahçeden uzaklaşmakta olan Darkembay ile Darmen’in arkasından bakarken içinden fısıldayarak tövbe eden biri gibi olduğu yerde kalakalmıştı. Bu arada Izğuttı ve Uljan Kunanbay’ın yanına yaklaştı, yola çıkma vaktinin geldiğini hatırlattı. Kendine gelen Kunanbay bahçedeki kişilerle aceleci bir şekilde çabuk çabuk vedalaştı ve faytona bindi. Izğuttı ile Uljan da faytona binip onun yanına oturdu. Akrabalarıyla birlikte Uljan da kocasını belirli bir yere kadar götürüp uğurlayacaktı…
Al donlu üç atın koşulduğu şık fayton zengin evin geniş kapısından tıkırdayarak, şıngırdayarak akarcasına çıkarken onları uğurlamak amacıyla başka faytonlara ve atlara binmiş olarak peşlerine takılan insanların sayısı hiç de az değildi. Kunanbay’ın faytonunun ardından iki fayton daha çıktı yola. Onların birine Mekiş ile Abay binmişti. Diğerine ise Tinibek ile baybişesi. Böylesine bol sürücüsü olan faytonlar ve atlılar sokağı doldurup yüksek sesle konuşa konuşa tozutarak giderlerken küçücük şehrin kadını erkeği, çoluğu çocuğu koşturarak kapı önlerine yahut pencere diplerine yığılmış, uzun süre dağılmadan hacca giden yolcuları uğurlayanların arkalarından bakmışlardı. Bu şehirde, bugün, kimin seyahate çıktığını ve nereye gittiğini bilmeyen kimse yok gibiydi.
Salınımı uzun süren topluluğun en önünden hızlı bir şekilde giden Kunanbay’ın faytonu kısa bir süre içinde şehrin dışına çıktı, batıya doğru uzanan toprak yola düştü.
Süvarilerin tamamı yele uçuşturuyor, bir toplaşıp bir dağılarak hemen peşlerinden geliyordu.
Kunanbay dönüp arkasına bakmıyordu. En azından bir duraklık mesafe sonrasında bütün akrabalarla tekrar bir araya geleceğini ve hepsiyle vedalaşacağını biliyordu.
Darkembay’dan ayrıldıktan sonra uzun süre ses çıkaramamış, surat asıp kaş çatarak oturup kalmıştı. “Duruluğumu bulandırdı, duruluğumu bulandırdı efendim” diye düşünüyordu. Bazen, çukurda biriken durgun bir suya atılan keseğin oluşturduğu dalgaları ve o suda oluşan bulanıklığı hayal ediyor, gözünün önüne getiriyordu. Gidişiyle ilgili düşünceleri ve önceden kararlaştırdığı mizacı bu sabahki tavrı ve sözlerindeki gibiydi… Sofuca sözler söyleyip tavırlar takınarak geride kalan halkı kendi yolculuğuna hayır dua ettirecek, arkasında bırakarak yoluna gidecekti. Darkembay, fırtına gibi eserek bütün bunları silip süpürmüş, onu bu hayattan kovarak çıkarmış, fırlatarak dışarı atmış, tek başına bırakmıştı sanki.
Bundan dolayı öfkeden kudurarak uzun süre ses çıkarmadan oturmuş, nihayet kendisini zorlukla toparlamıştı. Artık hiç değilse Uljan’la helalleşip, gönlünü alarak gidecekti.
Mırzahan’a atları yavaşlatmadan sürmeye devam etmesini söyledi ve Uljan’a döndü. Hâlden anlayan ve duygusal bir adam olan Izğuttı o anda sürücüye doğru kaydı, Kunanbay ile Uljan’ı son konuşmalarında yüz yüze ve baş başa bıraktı. Kendisi Mırzahan ile yolun gidişi ve dönüşleri hususundaki tahminlerini konuşmaya başladı. İlkbaharın ilk günleri idi. Bu bölgede yeşilliklerin aheste bir şekilde yeni yeni bitmeye başladığından, kış soğuğunun da tam olarak geçmediğinden dem vuruyordu.
Kunanbay bütün vücuduyla Uljan’a doğru döndü, yüzüne bakarak konuştu:
– Baybişe, sadece ev arkadaşım değil, hayat yoldaşım idin. Uzun geçen ömürde hangi zorluğun altına girersem gireyim, arkamdaki desteğim sen idin. “Kaderin baht verdiği bir insanım” diye düşünürdüm… Konuşmasak da her zaman yerimi gösteren bir sima ile yürek vardı sende. Buna güvenirdim de bazen asabileşir, bazen gurbete giderdim. Bahtımın sarhoşluğuyla şımarmış olmalıyım… Şimdi hangi tepenin başında kalacağımızı kim bilebilir. Senin söyleyeceğin bir kusurum varsa bile, benim sana yükleyecek zerre kadar nazım yok… Samimi yüreğin ve iyi niyetlerinden Allah razı olsun, evlatlarının bahtı açık olsun… Hayatım boyunca benim söyleyeceklerimi kendin söyledin, hayallerimi kendi hayalin gibi benimsedin, dedi.
Kunanbay’ın bu konuşması esnasında Uljan’ın nurlanmış akçıl pembe yüzü içini donduran sezgilerle göğerdi ve çok değişti. Fakat ses çıkarmadan oturdu, yüreğindeki duyguları bastırdıktan sonra:
– Mırza, atalarının ülküsünü hayata geçirecek neslin olsun! Senin için de kendim için de dileyeceğim tek dileğim bu. Bu seyahatine kusur yüklemeyi bırak, naz etsem bile bu yaptığım hâlden bilmezlik olurdu. Beni darağacı gibi yükselterek konuştun. Fakat ben öyle değilim ki! Her dönemdeki işlerimi düşünüyorum da, benim de kabahatim çok yahu. Doğru mu, yanlış mı, bilmiyorum Mırza, dedi ve ağırbaşlılıkla kocasının yüzüne baktı.
Uljan artık dengi biriyle kendi arzuladığı gibi serbestçe konuşan düşünceli bir görünüşe bürünmüştü. Bu arada kendi yüzü de yeniden doğal güzelliğini bulmuş, bir türlü nura bulanmış gibiydi. Seyrek karşılaşılan güzellikte, ferah ve eşsiz bir görünüş… Sözünü sürdürdü:
– Gençlik çağında insana döşek de, ev de, hatta dünya da dar imiş. Ama yaşlanıp da zeval çağına yaklaştıkça dünya genişliyor imiş… Zaman geçtikçe insan küçülüyor, çevresindeki kuytu yerleri aramaya başlıyor, başkalarına yer açmak istiyor. Kusurları azalıyor, bağışlayıcılığı çoğalıyor, hevesi kaçıyor. Bu ruh hâlinin bana galip gelişi üzerinden çok zaman geçti, dedi ve biraz fasıla verdi. Kunanbay tüm dikkatini ona veriyor, can kulağı ile dinliyordu. Düşünceli gözleri “daha da söyleyiver” der gibi yalvarırcasına Uljan’ın yüzüne dikilmişti. Karısının söylediği sözler tam da Kunanbay’ın içindekileri okur gibiydi.
Uljan konuştukça nurlanan yüzünü hafifçe kaldırdı, duygulanan gözlerini birazcık kıstı:
– Son zamanlardaki bu durumu söylediğime bakma, ben de diğer kadınlar gibi biriyim. Ben de onların çektiği; bir o yana bir bu yana savrulmaları, dişleri gıcırdatan gerilmelerle bir kenara çekilip büzüşmeleri içimde yaşayarak geçirdim. Yalnızca kadınlar, ana bağrındaki yavru gibi ya erkeklere yanaşıp dayanarak yahut uzaklaşıp çekişerek büyürler. Kadın erkekten kötülük de alır, haysiyet de alır. “Benim iyiliğim varsa o senin de yabancın değildir, kendindendir” diye