Muhtar Auezov

Abay Yolu 2. Cilt


Скачать книгу

kanmış, ceplerine konulandan da memnun olmuş vaziyette tebessüm ederek gülüşüyor ve evden keyifle çıkıyorlardı.

      Kunanbay bu topluluğun en önünde arabaya doğru gelirken faytonun gölgesinde oturan iki kişi yerinden kalktı ve Kunanbay’a doğru yürüdü. Uzaktan selam vererek yaklaşan ve Kunanbay’ın yanına gelen bu kişilerden biri sakalı bozarmaya başlayan Darkembay idi. Yanındaki ise yırtık kaftanlı, zayıf yüzlü, yalın ayaklarının derisi üstünü kaplayan kirden görünmeyen on on bir yaşlarındaki bir çocuktu. Darkembay iyice yaklaşıp Kunanbay’a “hayırlı yolculuklar” diledi ve hemen peşinden hızlıca konuşmaya girişti:

      – Kuneke! Uzun bir seyahate çıkıyor, Allah’ın yoluna gidiyorsunuz. Buna da “dilenme seferi” deniyor ya! “Giderken buradaki hakiki bir dilencinin derdini dinleyerek gitsen” diye bekliyorduk. Şu çocuğun bir arzı var. “Allah için söyleyiver” diyerek beni peşine takıp getirdi, dedi.

      Kunanbay kaşlarını çattı, tiksinerek baksa da yürüyüşünü durdurmak zorunda kaldı:

      – Ben dünya sözünden uzaklaşmak için yola çıkan biriyim. Arzını benden başka birine söyleyemez miydin, dedi. Darkembay:

      – Başkasına değil, size söylenecek bir arz idi Kuneke.

      – Bana söyleyecek ne sözü varmış bu çocuğun?

      – Sözü kendi başında olduğu için geldik…

      Kunanbay çevresindeki topluluktan, özellikle tüccarlar, imamlar ve imam vekillerinden çekindi. Bu arada göz ucuyla etrafı bir kolaçan etmişti. Herkes afallamış, apışıp kalmıştı. Kunanbay’ın yakınında yürüyen Maybasar Darkembay’ı şimdi tanımış ve onu, önüne katarak Kunanbay’ın yolundan uzaklaştırmak istemişti:

      – Darkembay mısın, nesin? Ne diye “arzım var” diyerek yola çıkmak üzere olan kişiye yapışıyorsun? Çekilsene kenara, dedi. Son kelimelerini fısıldayarak söylese de öfkeyle söylemişti.

      Fakat Darkembay ondan korkmuş değildi. Şimdi Kunanbay ve Maybasar’ın, oradaki hazirundan çekindiğini fark etmiş, sesini özellikle sertleştirerek herkese duyururcasına konuşmaya başlamıştı:

      – Binlerce fakir fukaranın içinden gelen bu çocuğun arzı, senin dinlemen gereken bir söz. Allah yoluna giderken özel olarak dinlenilmesi gereken bir söz.

      – Bu çocuk kim? Arzı nedir? Çabucak söylesene, diyen Kunanbay’ın kaşları hâlâ çatık, sesi memnuniyetsiz idi. Darkembay çocuğu tanıttı:

      – Çocuk, evvelki Borsak Kodar’ın torun kardeşi. Bu Kögaday’ın evladı. O zamanlar Kodar ölünce tek kardeşi Kögaday Sıbanlar arasında gündelikçi olarak çalışıyordu, ırakta kalmıştı. Kendisi hayatı boyunca can çekişen hasta bir adamdı. Altı yıl oldu. Kögaday da öldü. Dolayısıyla Kodar’dan kalan tek nesil şu yetim çocuk Darmen, dedi.

      Zayıf yüzünde boz tüyler biten, göz çukurundaki yeşil damarları görünen ve etsiz kemikleri göze çarpan çocuk öylece duruyordu. Gözlerinden birini kirli koluyla silen ve titreyen çenesi ile gözyaşlarını zorla durduran Darmen Kunanbay’ın gözüne baktı. Kunanbay onu da ok gibi fırlatacakmışçasına:

      – Bu çocuğun bende nesi var ki, dedi.

      – Nesi yok ki, Kuneke, diyen Darkembay keskin gözlerini Kunanbay’ın gözüne dikti ve eleştirmen gibi baktı.

      – Söyle öyleyse bunun bana diyeceği sözünü. Yürüyün şöyle, dedi. O, Darkembay’ın konuşmasının ağırlaşarak devam edeceğini tahmin ediyordu. Diyeceği sözleri topluluğun önünde söyletse kendi kendisine yumruk atmış gibi olacağını hissetmiş, Darkembay ile çocuğu önüne katarak kalabalıktan uzaklaştırmıştı…

      Bahçe içinde Kunanbay’ı çevreleyen yaşlı genç Irğızbaylar ile tüccarların zenginlik ve varlıklılıklarını gösteren kunduz börklü kaftanlı giyim kuşamı gibi imamların ve imam vekillerinin sarıklı cüppeli görünüşleri de seçkinceydi. Kunanbay, Darkembay ile Darmen’i bu seçkin topluluğun arasından çıkarıp uzaklaştırmış gibi oldu. Tinibek’in bahçesindeki bu iki kişi bitap düşmüş hâlleriyle ve bir deri bir kemik kalmış cılız yüzleriyle bir başkaca eskiyip tozarmış gibi görünüyorlardı. Köhnemiş yırtık giysileriyle farklı bir azap dünyasından hortlayarak gelen, yoksulluk ve ağır muhtaçlık tutkunları gibiydiler. Kunanbay onları topluluktan ayırarak kenara çıkardığında Maybasar ve Takejan da arkalarından geldi. Abay da onların peşine takıldı.

      Darkembay konuşuyordu:

      – Kodar’ın tek kardeşi ölse de “kan hakkı” demedi. Sesini çıkarmadı zamanının çilekeşi, dedi.

      “Zamanının” sözü Kunanbay’ın ta kendisini ifade ediyordu. Bundan huylanan Kunanbay artık kızmaya ve öfkeyle konuşmaya başladı:

      – Ne diye boşboğazlık ediyorsun Darkembay? “Kodar’ın kan hakkını iste” diye seni bana gönderen hangi Bökenşi, hangi Borsak? Söylesene şunların adlarını, diyerek kahırlandı. Kunanbay’ın bugün sabahtan beri çehresini kaplayan mülayim derviş, uysal mümin görüntüsü bütünüyle yok oldu. Düşmanlık ve çarpışma sırasında göğererek çatılan eski sert kisvesini yeniden bulmuştu. Bir anda gürüldeyerek saldıran, yakaladığı avın derisini dişleri ve tırnaklarıyla yüzmeye başlayacak olan yırtıcı yabanilerin acımasız vahşilik çehresine bürünüverdi.

      Darkembay onun bu görünüşünden de çekinmiş değildi:

      – “Kan hakkı iste” diye gönderen Borsak yok. Borsaklarda böyle bir kan hakkı da yok. “Kan hakkı” demiyorum. Fakat Karaşokı’yı ne yapacaksın? Orası bu çocuğun terekesi değil miydi? O Karaşokı’da bugün büyük oban, Künke’nin obası kışlayıp mal bakarak, türeyip çoğalarak oturmuyor mu? Allah’ın evine gideceksin… Böyle yalnız kalmış bir yetimin hakkını boynuna ilerek mi gideceksin, dedi.

      Kunanbay bağırıverdi:

      – Yeter artık Darkembay!

      – Ben diyeceğimi dedim.

      – Hayatım boyunca garezini benden esirgemeyen belalı düşmanım! Sen miydin, kan bürüyen gözlerini dikerek arkamı kollayan felaketim?

      – Kuneke! Ben belanın başı değilim. Sadece beladan koruyan bir baş idim!

      – Eskiden tüfeğin gezini bana doğrultan da sen değil miydin?

      – Nişan alsam da ateş etmiş değilim… Günahsızımın boynuna halat takıp darağacına asan karşımda diri dolaşıyor ya, diyen Darkembay sert bir nefes aldı. Keskin bakışlarını hâlâ Kunanbay’ın yüzünden çevirmemişti.

      Kunanbay ne kadar kahırlı, ne kadar zehirli olsa da böylesi bir ithamdan alabildiğine korkmuş, beti benzi kaçmış, titremeye başlamıştı.

      – O zaman vurmadıysan, bugün vurdun işte! Bu, benim mezarıma sıktığın kurşun oldu, dedikten sonra “daha ne duruyorsun, buna tahammül ediyorsun” der gibi birden bire Maybasar’a döndü. Çaresizliğini anlayarak “bu herif yakama yapıştı yahu, deyiverdi. Maybasar aynı anda sert bir hamleyle Kunanbay ile Darkembay’ın arasına daldı, kaynarcasına kinlenerek müdahale etti. Çok fena küfür ettiği Darkembay’ı uğurlayıcı topluluğun görmeyeceği şekilde zulalayarak gövdesinden yumrukladı:

      – Kapat çeneni, dedikten sonra, konuşmasını sona erdirmek için kısık sesle “artık sesini çıkarırsan sakalından tutar, oğlak gibi keserim seni” dedi.

      Kunanbay geri dönerken