odaları yeni döşenen pek çok eşyanın güzelliğiyle göz kamaştırır gibiydi. Halılar, alacalar, oyalı nakışlı keçeler ile karşılıklı olarak asılan duvar halıları bütünüyle yıkanıp temizlenmiş ve tekrar serilmişti.
Halk kısa bir süre sonra yaylaya çıkacaktı. Şehirden uzaklaşacaktı. Çoluğun çocuğun, gelinlerin kızların yazlık elbiseleri olsun, obaya, konu komşuya ve konuklara ikram edilecek olan çay, şeker gibi sarf malzemeleri olsun, satın alınacak mal çoktu. Çok evli pek çok obanın anasına dönüşen Uljan’dan hediye bekleyenler de az değildi. Uljan şehirde bulunduğu bu günler içinde aklına düşen şeyleri Abay ile Takejan’a, Ğabithan ile Erbol’a sipariş ediyor, her gün pazardan bir şeyler aldırıp getirtiyordu.
Abay annesinin dönüş vakti yaklaşırken her akşam başka malzemelerle birlikte cilt cilt kitaplar da getiriyordu eve. Bu kış Abay altı ay boyunca babasını yola çıkarmak meşgalesiyle şehirden ayrılmamış, Rusça öğrenmeye büyük ilgi göstermişti. Birkaç yıldan beri kendini tümüyle verip üzerinde uzun süre durmasa da bu dili iyice öğrenmek, bu dildeki sanat ve eğitim bulağından beslenmek için gösterdiği gayretine ve çabasına ara vermemişti. Fakat Abay, zaman geçtikçe Rusçanın teferruatı ile öğrenilmesi zor bir dil olduğunu fark ediyor ve daima bunu düşünüyordu. Defalarca “çocukluk çağımda elimden kaçırmışım. Keşke o zaman peşine düşseydim” demişti.
Şehirde geçirdiği bu son aylarda, özellikle kış aylarının uzun gecelerinde ücradaki göz gezdirmeleri sonucunda Abay Rusça yazılmış olan kolay anlaşılır kitaplarla hikâyelerin pek çok yerini sözlüğe bakmadan anlayabiliyordu.
Şimdi anlamakta zorlandıkları Rus şairlerdi.
Fakat nasıl olursa olsun Rus kitapları artık onun dostu olmuştu. Son günlerde annesiyle birlikte köyüne göndermek için toplayışı da bundandı. Artık köydeki boş vakitlerini kitaplara verecekti. Dört beş yıldan beri yaptığı gözlemler sonucunda şimdi fark ettiği eksikliği; bu okumaları şehre geldiğinde yapması, köye gittiğinde elini eteğini çekmesiydi. “Artık paslanmamak için hızını kesmemek lazım” diye bir karar vermişti…
Uljan acele etmese de nihayet köye dönüş vakti gelmişti. Takejan, Ğabithan, Darkan ve Cumağul onunla birlikte gidecekti. Uljan ve Kaliyka faytona binecekti. Fayton sürücüsü, asi tayların terbiyecisi genç delikanlı Masakbay idi.
Annesi Abay’a “birlikte dönelim” demişti. Fakat oğlunun henüz bitmeyen ve onu beklettiren işleri vardı. Kunanbay’ın söylediği alış veriş gibi işler. Abay ve Erbol, peşlerinden gelerek yaylaya çıkacakları dönemde onları yakalamak üzere geride kalacaktı…
Kitaplarını faytonun arkasındaki uzunca bir sandığa tıka basa dolduran Abay annesine destek olarak onu arabaya bindirecekken, Uljan oğlunun ellerini tutarak son bir nasihatte bulundu:
– Uzun sefere çıkmış yolcu gibi altı aylık kış boyunca köyü görmeden yaşadın. Evdeki yâr yoldaşın sararıp soluyor evladım. Bıldır küçücük civciv gibi mahrum bıraktığın gencecik evlatların “babam, babam gelecek” diye seni bekleyeli ne kadar zaman geçti. “İkiz kuzu gibi Abiş’imle Mağaş’ım nasıl” desene! Onları özleyerek düşündüğümde benim de uykularım kaçıyor. Sen nasıl tahammül edebiliyorsun onların hasretine?
– Onları ben de düşünüyorum… Ben de özlüyorum ya ana! Şimdi söylediğin iki torunun benim de çok sevdiğim evlatlarım. Bana babalığı benimseten de onlar ya! Fakat mânimi siz de görüyorsunuz…
– Ben bilmem. “Bahaneye bahane eklemeyi mi kabullendin, şu şehrin tozunu yutmayı alışkanlık hâline mi getirdin” diyorum. Abaycan! Böyle yaparsan “ev de sokak da aynı” olur, sürüsünden ayrılan genç kulun gibi olursun. Çabuk dön, evladım, dedi.
Son sözlerinde Abay’ın gönlündeki bir çatlağı sezmiş gibi şüphe ve karşı koyma da görüldü. Şehre geldiğinden beri fark ettirmeden oğlunu süzen annesinin bilgece hissiyatlı gönlü kış boyunca köyüne dönmeyen evladının hâletiruhiyesini anlamıştı. Evdekileri özleyerek sorup soruşturan açık seçik bir tavrını görememişti. Bundan birkaç yıl önceki Abay böyle değildi.
Yoksa Mekiş’le kıyıda köşede konuştukları bir vakitte bu evladının Dilda hakkındaki ümitsiz ve soğuk sözlerini mi işitmişti?
Uljan’ın sözleri, evladının yüzünden okunmuş gibi nazikçe ve hafifletilerek söylenmiş olsa da arkası sır dolu, ağırlığı olan sözlerdi. Fakat burası, bu defa bunların açıkça söyleşileceği uygun bir yer ve uygun bir zaman değildi. Annesinin aklında şüphe bırakacağını bilse de Abay ses çıkarmadı. Sadece:
– Allah’ın izniyle halk yaylaya göçerken, sizler Şınğıs’ı aşmak üzereyken biz de ardınızdan yetişiriz. Çoluk çocuğa selam söyleyiniz. Yolunuz açık olsun! Yorulup takatiniz kesilmeden, rahat gidip sağ salim güzelce ulaşınız, diyerek dua etti ve annesinin yola çıkması gerektiğini hissettirdi.
Bu arada Takejanlar da Mekiş’le ve Tinibeklerle vedalaşmış, at binmiş, açık durmakta olan geniş kapının önünde toplu olarak bekliyorlardı… Uljan faytona bindikten sonra Masakbay atları kırbaçladı. Üç kula atın koşulduğu geniş fayton gıcırdayarak, şıngırdayarak ağır ağır harekete geçti, gürültü çıkararak yola koyuldu…
Bundan on beş yirmi gün sonra Abay ile Erbol da yola koyuldu. Şehirden gün doğarken çıkan süvariler ilkbaharın uzun gününde yolu hallaç pamuğu gibi attı. Abay ile Erbol hızlı at sürmeye dayanıklı, sağlam kişilerdi. İster kış olsun, ister yaz olsun, ne kadar uzak ve zorlu bir yol olursa olsun, biri diğerine “yoruldum” yahut “usandım” demezdi. Bilakis, gidişi sert atlarla gün boyu nefes almadan aceleyle koşturarak gelip akşam konaklayacakları yere yettiklerinde de vücutlarındaki ağrıları, yolda yaşadıkları sıkıntıları konuşmamaya gayret ederlerdi. Sanki ikisinin arasında dayanıklılığa kararlılık yemini veya bir dayanıklılık rekabeti varmış gibiydi.
İşte bugünkü gidiş te böyle sözü edilecek türden fevkalade bir gidiş oldu. Sadece bunların değil, at üstünde ivedi gidişi ömür boyu meslek edindiği için tamamen pişerek buna alışmış olan Karabas ve Cumağul gibi ulaklar da, Eleusiz ve Besbay gibi Oljay soyunun talancı yağmacıları da nadiren böyle giderlerdi.
İki yiğit Semey’den çıktıkları günün alacakaranlığında gün batarken Orda dağının Şilikti6 tümseğine yetti. Halkın büyük kısmı yaylaya doğru yönelmiş, yolda kalan obalar seyrekleşmişti. Konaklayacak tek yer Orda dağının bu yakasında olmalıydı. Tam da Şilikti bölgesinde Orda dağını kışlak olarak kullanan Mamay boyunun Bayşora denen fakirce bir atası vardı. Bunlar yaylaya biraz gecikerek çıkardı. Biniciler “bu obalardan birine yetişiriz” diye atlarını zorluyordu. Abay’ın kendi kışlakları üzerinden gitmeyip Orda dağından geçmesinin sebebi, Uljan obasının bu yıl da Bökenşilerin yaylası olan Köldenen’den geçerek hayvan sürülerine Bakanas nehri yakasını yaylatmak istemelerindendi. Oraya doğru giden kestirme yol Orda dağının üstünden geçiyordu…
Şehirle Orda dağının bu yakasının arası yüz otuz kilometre kadardır. Abay’ın altındaki al don sakarlı at uzun seferler için çok güvenilir bir attı. Eskiden binen Izğuttı yürüyüşü sağlam olan bu atın devamlı koşma hususunda tulparla denk olduğunu belirtmişti. Erbol’un yedek atı vardı. Tok yapılı ve kıvamında olan kara benekli kendi atı al don sakarlının baskısına dayanamadı. İkindi vakti beli gevşediği için kamçılanmayı gerektirdi. O zaman Abay:
– Yedekteki beşli aygır demir kırı çilliye bin, dedi. Abay o atı hoş görünüşüne