ise, bu yatak onun yatağı olmalıydı. Ses çıkarmadan evin içine göz gezdiren Erbol bu kanaate vardı. Evin hanımı suyu kaynayan kazana et doldurmaya başladığında Bekey “koy, onu da koy” diyordu. “Yeter yahu, durdurmayacak mısın” der gibi yüzüne bakan karısına:
– Daha damatlar da dem tatmış değil yahu bu evden. Şükiman bunu söyleyerek kapris yapıp sızlanıyordu. Hem konuk az, hem de onların akranı yahu. Onlar da gelir, bugünkü yemeği burada yerler… Eltine de haber ver, dedi.
Sarışın kadın da Naymantay’a bakarak:
– Sen git de söyle! Şükiman yemek pişinceye kadar konuklarını buraya getirsin, dedi…
Kazan asıldıktan sonra ateşin üstüne bol bol tezek konmuş, kızışan ateş ev içini iyice ısıtmaya başlamıştı. Dışarıdaki yağmur durmuş, rüzgâr kesilmiş, ılık ilkbahar gecelerinden biri başlamıştı. Hayatı ağır, aheste, sıkıcı, karanlık gece…
Sessizce oturan Abay’ın başı dönüyor, sıcaktan bunalıyor, uykusu geliyordu. Nitekim yemek pişinceye kadar uyuklamak için oturduğu şiltenin üstünde yanlamasına düşüp kıvrılıverdi. Erbol da uyuyakalmıştı.
Abay ne kadar süreyle uyuduğunu bilmiyordu. Fakat aniden irkilerek uyanıp başını yastıktan yolarcasına kaldırdığında açık seçik farkına vardığı husus; konuşarak, sayıklayarak uyandığı idi. En son sözleri hâlâ hafızasındaydı ve daha hepsi söylenmemiş gibiydi:
– Gel! Gelsene beri sevgilim, sözünü açıkça söylemişe benziyordu.
Sesli olarak mı söylemişti? Ev ahalisi işitmiş miydi? Onu bilemedi. Onun uyanışı ile Erbol da başını kaldırmıştı. Abay’ın iki gözü kıpkızıl olmuş, göz çevresi kabarıklaşmıştı. Kâbus mu görmüştü yoksa? Fakat mevzuu bu değildi… Abay başını kaldırarak oturur oturmaz telaşlanmış, dışarıya kulak kabartmış, pür dikkat dinliyordu. Erbol şimdi farkına varmıştı. Komşu evden tek bir kadının nazikçe söylediği çok güzel bir şarkı sesi duyuluyordu. Onu dinlerken bütün vücudunu hareket ettirircesine titreyen Abay’ın sabrı taşmış gibi göründü. Erbol daha dikkatli düşününce yoldaşının kâbus gören biri gibi yerinden fırladığını ve bir uyurgezer gibi çıkıp gideceğini anladı. Yüzü sararmış, benzi kaçmıştı. İki gözü yaşla dolmuş, nefesi titremeye başlamış, omuzları çökmüştü. Fevkalade değişmiş, tarumar olmuş gibiydi. Başını çalkalıyor, kan torbası gibi kızaran gözleriyle yukarıya doğru bakıyordu. Şahane sırlı şuleler görmüş, bu dünyayı unutmuş gibiydi. Erbol’u acele ettirmek istercesine sert sert dürttü:
– Kalk, kalk! Kalksana Erbol, dedi. Erbol:
– Bu ne, ne oluyor Abay, derken çekinerek baktı. Ürkmüştü. Aklında “yüzü ne kadar tuhaf görünüyor. Ateşi mi çıktı acaba? Hastalandı mı ki” şeklinde nice türlü korkunç şüphe vardı. Abay onun aklındakileri fark edip anlayacak durumda değildi. Kalpağını giydi, kaftanını omzuna aldı ve Erbol’a:
– Yürü! Dışarı çıkalım, dedi.
Ev ahalisi onların aniden hareketlenmesiyle ilgilenmemişti. Yaşlı kadın uyuyakalmıştı. Bekey konuklara arkasını dönmüş, ateş başında kaynayan ete bakarken içi geçmişti. Onların sezmeyişi iyi olmuştu. Çok değişerek yadırgatıcı bir heyecana kapılan Abay daha düzelmemişti. Kulağı ile hevesi dışarıdaydı. Sadece bir seste! Yoksa şarkıda mı?
Aniden ilk ayağa kalkışında bütün eklemleri tir tir titremiş, yıkılıp düşeyazmış, ancak Erbol’un destek oluşuyla zorlukla ayakta durabilmiş, fakat o zaman bile kendi kendisinin farkına varamamıştı. Bir puslu düş içinde aceleyle, titreyerek, yeltenerek sadece ilerideki bir ışığa doğru gitmek ister gibiydi. Biraz ötedeki şarkı bitmiş değildi. Kulağını ondan ayıramıyordu. Bütün kalbiyle ona akıyor, can kulağıyla dinliyordu. Kapıyı nasıl bulduğunu, evden nasıl çıktığını da bilmiyordu.
Evden çıkar çıkmaz kalpağını yolarcasına başından çıkaran Abay sesin geldiği tarafa doğru bütün gücüyle hamle ederken birdenbire olduğu yere çakılmışçasına kalakaldı ve sesin geldiği eve kulağını yapıştırmış gibi dinlemeye daldı. Şarkı “Topayköy” idi. Ancak şimdi nahif bir ezgiyle alabildiğine güzel bir biçimde şımararak, dalgalanarak gelmiş ve olması gerektiği gibi sona ermişti. Şarkı bitmişti. Abay olduğu yerde geriye dönüp Erbol’a doğru yekindi:
– Toğjan! Eyvahlar olsun, bu Toğjan! Toğjan’ım yahu bu! Onun sesi. Tadı bozulmayan kendi ezgisi! Kendi bestesi! Erbol, efendim! Ben neredeyim? Şu evden beni çağıran Toğjan’ım yahu, dedi, azıcık takatini de tüketti, daha da fazla fenalaşıverdi.
Abay’daki değişim olağanüstü olmakla birlikte Erbol onu şimdi anlamaya başlamıştı. Hakikatte, kendisi de şaşkınlık içindeydi. Deminki ses, az önceki evin içindeyken ilk defa duyduğunda ona da çok tanıdık bir ses gibi gelmişti. “Bu ses kimin sesi” diye o da düşünmüştü. Ama Abay metaneti kalmamış olan ve insanın aklını başında bırakmayan küçük bir çocuk gibi çırpınıp yeltenerek gidiyordu. Erbol’u sürükler gibi peşine takmış, aklı derdinde, az önce şarkı söylenen eve doğru hücum edercesine akmaya uğraşıyordu…
Abay’ın Toğjan’a düşkünlüğünden kaynaklanan ağır hülyalarının uzun yıllar boyunca iyileşmeyen büyük bir dert olduğunu çok iyi biliyordu. Fakat hiçbir zaman Abay’ın takatinin tam da şimdiki gibi bittiğini, ruhunun savrulduğunu görmemişti. Beklenmedik bu hâliyle yabancı insanlara yakışıksız görünecek davranışlarda bulunabilecek, abes sözler söyleyebilecek gibiydi. Bunu düşünen dostu Abay’ı sert bir şekilde çekti ve durdurdu:
– Oy, Abay, dur! Bu ne? Ateşe mi düşeceğiz? Önce aklımızı başımıza toplayalım. Senin için önemli olanı söylesene, dedi. Abay daha hâlâ itaat etmiyordu. Erbol:
– Pekâlâ, Abay, azıcık sabırlı ol. O eve ikimiz birlikte gitmeyelim. Ben gideyim de öğrenip çıkayım.
– Git, git öyleyse. Başını sok da hemen çık. Bak ta gör, Toğjan o evde!
– Oy vay Abay! Sayıklıyorsun. Hangi Toğjan? Mümkün değil…
Abay konuşturmadı, mani oldu:
– Bırak Erbol… Söyleme onu. Daha yeni kendisi gelip ayan oldu, dedi.
Özellikle bu söz Erbol’a yadırgatıcı geldi, deliceydi. Fakat Abay hakkında kötülük düşünemeyen, kıyamayan dost gönlü ona acıdı. Küçük kardeşini şımartır gibi içtenlikli bir bağışlayıcılıkla gülüverdi. Sağ koluyla sarılarak kucakladı ve Bekey’in evinden uzaklaştırırcasına açıklığa götürdü.
– O şarkıyı söyleyen kişi birazdan yanımıza gelir. Azıcık sabırlı olalım ve evde bekleyelim. Fakat “ayan oldu” deyişin de nedir? Kendini böyle çocuk gibi telaşa sokman da nedir? Bunun anlamını söylesene bana, diye buyurarak konuştu.
Abay tavırlarının Erbol’a alabildiğine yadırgatıcı ve abes geldiğini şimdi anlamıştı.
– Ben anladığımı bütünüyle anlatayım. Şimdi bana ister “çocuk” de, ister “çılgın” de, ister “deli” de… Ben de bilmiyorum. Ama hayatım boyunca başımdan geçmeyen muhteşem bir gizem içindeyim. Fakat bunu söylemeden önce yemin etmeni istiyorum. Kim gelecek, ne zaman gelecek? İşim yok, sabrım yok. Benim iç dünyamı duymak istiyorsan şimdi bu eve gideceksin, bütün insanları açık seçik göreceksin, gelip bana bilgi vereceksin. Buna söz vermezsen hakikatimi söylemem, dedi.
İki elini