Muhtar Auezov

Abay Yolu 2. Cilt


Скачать книгу

beni” dedi. Çok güzel bir sesle tek kuple söyledikten sonra “artık gel, gelsene yakın. Ben, işte yanındayım. Engel yok, yanında tek başımayım” dedi. Ben de kucağımı açarak yekindim “gel, gelsene beri sevgilim” diye yanına giderken uyanıverdim.

      – Doğru, sen öyle söyledin. Böyle diyerek uyandın, deyiverdi Erbol.

      – Dur hele! Gerisi daha şahane… Gözümü açsam ki düş görüyormuşum. Fakat şarkı: Topaykök! Aynı Toğjan’ın, sadece onun önünde söylediğim makamıyla! Aynı Toğjan’ın kendi sesiyle söyleniyor, kesilmeden şakıyordu. Başkaları düş olsun, ya bu ne? … Düşümde o! Uyandığımda da başka bir kişinin sesi değil, gerçek yârimin kendi sesi. Tam yanı başımda belirmesi de neyin nesi, diye şaşkınlığını ifade ederken bir kez daha sabırsızca hamle etti. Yerinde duramayarak kımıldandı, birdenbire Şekey’in evine doğru dönüp aceleyle yürümek istedi…

      Abay o akşam gerçekleşen hâlini, aynı günün gecesinde de ertesi sabahında da anlamamıştı. Esasında Erbol’un da düşündüğü gibi “şahane” hiçbir şey yoktu. Abay’ın gördüğünün başlangıcı rüya idi. Toğjan’ı düşünde görerek yatmış, huzursuzluk veren rüyadan yarım yamalak uyandığında da o evdeki şarkıyı işitmiş, böylece düş ile şarkı birbirine girmişti. Böylesi bir durum uyku ile uyanıklık, rüya ile başı ayıklık arasında, özellikle çok yorulunulan günün uykusunda yaşanabilen ilgi çekici ve geçici bir hâl idi…

      Erbol’un az önce verdiği söz vardı. O, Abay’a ikinci kez söyletmeden kendisi yöneldi. Giderken yoldaşına:

      – Evet! Şimdi dur hele, ben gidip geleyim. Sen beni dışarıda bekle, çabuk çıkarım, dedi ve hızlı adımlarla gitti.

      Söylediği gibi kısa bir süre sonra dışarı çıkan Erbol, Abay’a doğru süratle yürüyerek çabucak geri geldi. Fakat şimdiki Erbol deminki Abay’dan da beter bir şaşkınlık içindeydi. Gelir gelmez dostunun yakasını tuttu, adeta bağırır gibi nefes nefese konuştu:

      – Hey Allah’ım! Senin gördüğün düş değil Abay! Kendisi, içerideki ta kendisi!

      – Ne diyorsun can efendim! Toğjan mı, kendisi mi? Tamam! Pekâlâ, diyen Abay yakasından tutmakta olan Erbol’u eve doğru çekiştirdi. Erbol, sesi öncekinden de sert bir şekilde buyurarak:

      – Dur! Toğjan değil. Kendisi değil.

      Aniden Erbol’a dönen Abay sıkıntı içinde:

      – Oy, ne diyorsun! Ne dedin, dedi. Erbol’un sözlerinden duyduğu memnuniyetsizlik açık seçik hissediliyordu.

      – Kendisi değil. Fakat aynı onun ikiziymiş gibi tıpkısı. Kurban olduğum Allah! Aynı Janibek’te gördüğümüz suretiyle hiç değişmeyen Toğjan gibi. Serpildiği gençlik günündeymiş gibi. Toğjan’dan ayırması mümkün olmayan, farklılığı anlaşılmayacak bir kız var.

      – Gerçekten mi? Oy! Bu ne harika! Şarkıyı söyleyen de o muymuş?

      – Şarkıyı kimin söylediğini bilmiyorum. Adını da sormadım. Görünce aklım başımdan gitti.

      – Hakikaten bu kadar benziyorsa, şarkıyı da o söylüyor olmalı. Başkası olamaz.

      – Ben de öyle düşünüyorum… Peki, öyleyse bu nasıl bir sihir efendim! Derin uykuda yatarken bunu nasıl sezdin? Yoksa bir kehanetin mi var canım efendim? Düş değil bu bir kâhinlik yahu. Yoksa yol yorgunluğu ile ağırlaşan uykumuzdan kafamız mı karışıyor, diyen Erbol, kendisi de sara hastalığına yakalanmış biri gibi titremeye başlamıştı…

      Erbol “hiç değişmeyen Toğjan” dediğinden beri Abay, bu kısa ifadeyi fısıldayarak tekrar tekrar söylüyordu. Yüreği doludizgin koşturan at gibi çarpıyordu. Gönlünde sevinç de vardı. Ama “benzemezse, bütün bunlar bir rüya ise, sadece sayıklama ise, geçici bir serap gibi uçup gider mi ki” şeklinde korkular da vardı içinde.

      Ne de olsa bir şuleye aceleyle yekinerek yelteniyordu. Yanarak düşeceği yer ateş de olsa, bu yelteniş hâliyle çırpınarak düşecekti içine…

      İkisi de eve doğru yürüdü.

      O sırada Şekey’in evinin kapısı açıldı, içeride yanan ateşin pembe ışığı dışarıya süzüldü. Gülerek konuşan, dışarıya çıkmakta olan kadın ve erkek sesleri duyuldu.

      – İşte, onlar da çıktı. Şimdi hepsi akşam yemeği yemek için Bekey’in evine girecek, diyen Erbol, Abay’ı konuk oldukları eve doğru çekti. Onlardan önce gireceklerdi.

      İki yiğit eve geldi. Eski yerlerine, başköşeye oturdular. Erbol ateşe yakınlaştı, köz küreğiyle tezek ateşini karıştırdı, külleri kenara korları ortaya toplaştırırken:

      – Aydınlıkça olsun, şu ateşe biraz el atsanıza, dedi.

      Abay sabırsızlanarak bekliyordu. Gençler o kadar çabuk girmedi. Dışarıdan komik şaka sesleri geliyor, biraz duraksıyorlardı. Evdeki Bekey ile Naymantay, yemekten önce konukların elini yıkaması için su ve leğen hazırladılar. Sarışın kadın annesini uyandırmış, tutacak almış ve kazana yaklaşmıştı.

      O sırada kiyiz evin kapısı ardına kadar açıldı, gelen konuklara yol verdi. Eve, evvela iki yiğit girdi. Kalpak ve kaftanları gösterişsizdi. Dize kadar gelen deri çizmeleri vardı. Yüzleri mütevazı, yumuşak bakışlıydı. Selam verip, hürmet göstererek giren damatla arkadaşıymış. Onların hemen ardından küçük kızlar geliyordu. Çiçeği burnunda bir iki gelincik girdi. Hepi topu yedi sekiz kişi.

      Abay sabırsızca gözünü dikmiş bakıyordu. Birazcık duraksadıktan sonra, başına, yüzünün yarısını kapatırmışçasına önüne düşen bozca kaftan örtünen orta boylu bir kız girdi. Burnu kalkıkça, kara yağız idi. Şekey’in nişanlı kızı bu olmalıydı. Tam da onun ardından saç tokası aheste bir şekilde şıngırdayan, hafif pembeliği ak benzine nur gibi yaraşan aynı Toğjan’ın kendisi geliyordu. Nazikçe tebessüm edip gülümseyerek girdi içeri. Kusursuz ak pak dişleri elle dizilmiş gibiydi. İki yanağındaki nahif hoş pembelik, acelesiyle bekleyen seher vaktinin tan kızıllığı gibiydi.

      Daha hâlâ geçmemiş olan utangaç kibarlığıyla konuklara bakarak usulca selamlaştığında yüzüne ani bir dalga düştü. Yanaklarının üstündeki nahif pembelikler birbiriyle birleşerek bütün yüzüne yayıldı. İncecikleşen genç kızlığın çok utangaçlaşan, sıkılganlaşan işareti belirginleşti. Onu utangaçlaştıran Abay idi…

      Kız orta boylu idi, tam da Toğjan’ın boyu gibi. Bütün görünüşü benzer idi. Yüz görünüşü, aklığı kızıllığı, Erbol’un dediği gibi “hiç değişmeyen Toğjan” sanki… Bunun da uzun ve gür, ipek telli kara saçı vardı. Ağzı burnu da; tam da o özlediği aşığının tek bakışıyla Abay’a bir başka sıcak görünen çok güzel ve sevimli ağzı ile burnu gibiydi. Hafif kalkık köşeli burnu uç bölgesine gelince yuvarlakçalaşıyor, bir başkaca uyumlu görünüyordu. Çocukluk ve masumiyet esintisi gibi zarif kırmızı dudaklarında sıcaklığının etkili gücü vardı. Etrafını sevindirip hayran bırakan masum ve nazik sevinç gülüşü vardı… Bu kız, apaçık yâri Toğjan idi! Fakat az önce düşünde gördüğü gibi, o eski günlerdeki nahifliğini koruyan genç Toğjan. İlk defa Tüyeörkeş’deki Süyindik’in evinde, ilkbaharın elverişli bir akşam vaktinde gördüğü o güzeli! Şaşırtıcı şahane hâldeyken yeni doğmuş bir ay görmüştü sanki. O eski zamanlardaki sevgili aydınlık yeniden canlanmış, değişmeyen cibilliyetiyle yeniden dönüp gelmiş, gökyüzünde kendisine uygun münferit yeri almış gibiydi.

      Kız