sahipsiz kalmışlık ve şaşkınlığa düşmüşlük çaresizliği ile dudakları fısıltıya düşüren sessiz bir sığınış vardı.
Eve girenler selamlaşıp tokalaşıyordu. Abay bunu hissetmedi. Hiç kimseyi görmüyordu. Sadece bir cana arzu duyan meyli akmış ve dökülmüştü.
Hissiyatlı güzel kendisine dikilen gözleri görür görmez anlamış ve utanarak selamlaşmıştı. Fakat gözlerini ayırmadan, aklını yitirmiş gibi bakakalan yiğit kızın selamlaşmasına da cevap vermedi. Dudakları öylesine boş ve anlamsız bir şekilde fısıltıyla ses çıkardı. Güzel kız bundan utanıp sıkılarak kıpkırmızı olmuştu.
Erbol, Abay’ın kızları mahcup eden bakışını görmüş, dikkatleri kendi üzerine çekmek için ev ahalisiyle ve yeni konuklarla güler yüzle sohbete girişmişti. Damatları Mamay boyundan Elaman imiş… Erbol onların obasını da biliyor, aksakallarını tanıyordu.
Onların obası şimdi nerede? Dışarıya, yaylaya göçtü mü? Şınğıs’ı aştı mı(?) türünden bilindik sorular soruyor, haberler alıyordu.
Abay’ın Toğjan’a benzeyen kız hususunda dikkat ettiği tek şey, onun bu evin çocuğu olduğuydu.
Konuklar yerleşip oturduktan sonra Bekey ona bakarak:
– Şükiman, gözümün nuru! Annene yardım et, şuradan sofra bezi al da sofrayı yayıver, demişti.
Bunun üzerine Şükiman kiyiz evin keregelerine yaslanarak oturan kalabalığın önünde tek başına ayakta kaldı, öylesine bir iki endamlı harekette bulundu, kendini gösterdi. Onun da hırkası ve ak gömleği kendisine çok yakışıyordu. Sadece başındaki sarımsı boz tüylü yaşlı kunduz derisinden börkü uygun düşmemişti.
Abay, içindeki görkemli hayali bozar gibi gördüğü bu börkü “çıkarır mı ki” diye düşündü. “Şükiman” adını da beğenmemişti.
Erbol, yemek sırasında top sakallı esmer damat Elaman ile hiç ara vermeden sohbet etti…
Şükiman Abay hakkında söylenen bir iki hususu duymuş, gıyabından tanıyordu. Bundan bir iki yıl kadar önce, “Kunanbay’ın oğlu delikanlı Abay bu ülkenin Konırkökşe adlı bölgesine Bolıs oldu” diye duymuştu. Yine bu kış, o Bolıslık makamından kendi kararıyla ayrıldığını da işitmişti. Fakat Şükiman bunlara bir kıymet vererek üzerinde düşünmüş değildi. Abay hakkındaki güzel sözleri de kötü sözleri de pek fazla işitmemişti.
Irak bir yerde olsa da kaya gibi katılığı, soğuk kuru ayazı sezilen Kunanbay adlı bir Mırza vardı. Onun Bolıs olan evladının bu küçücük ve uysal obada ne işi olabilirdi? Mırza olsun, Bolıs olsun! Buradaki insanların onlarla işi olmazdı. Özellikle bu evler arasında şımartılarak yaşayan, serbestçe çocukluk meraklarının peşinde koşan, şarkı söylemeye düşkün Şükiman’ın hiçbir işi olamazdı…
Şükiman, deminki Şekey’in evinde dururlarken Abay’ın geldiğini işitmişti. Fakat görmek için acele etmemişti. Az önce gelip, iki elini çaprazlamasına göğsünde kavuşturarak ve hafifçe öne eğilerek selam verdiğinde Abay’ın cevap vermeden kalışını da kaba bir tavır olarak değerlendirmişti.
“Mağrur ve kodaman obanın Mırzası ‘bahtın açık olsun’ demeye de tenezzül etmemiş olabilir” diye düşünmüş, sinirlenmiş, incinerek kendini kenara çekmişti. Şimdi başını çevirerek Abay’a baktığı da yoktu…
Yemekten sonra büyük kara güğüm tekrar asıldı. Ateş tekrar parıldayarak, canlanarak yandı.
Naymantay öteki evden gösterişsiz bir dombıra getirdi, damat arkadaşı Elaman’a verdi.
Bekey o yiğide bakarak:
– Çocuklar, o evde türkü söyleyerek kulakların pasını siliyordunuz ya! Burası da çekinecek bir yer değil. Çalıp söyleyerek oturun çerağlarım, dedi. Abay önceden de Bekey’i beğenmişti. Bu yaptığı, şahane bir buluş gibiydi. Güleryüz göstererek onun sözünü destekledi, ancak şimdi kendine gelmiş olarak konuşmuştu:
– Doğru arkadaşlar! Buraya gelip bize katılınca eğlencenizin demi bozulmasın. Güzel bir şarkı da işitiliyordu. Yadsıyıp yadırgamayınız, dedi.
Erbol da “söyleyen sendin değil mi” der gibi gözlerini Şükiman’a dikti, tekrar dinlemeyi dilediğini belirtircesine “o güzel şarkı” diye överek altını çizdi.
Şükiman utanıp yüzü kızararak gülümsese de cevap vermekten çekinmedi. Berrak ve nazik bir sesle aheste biçimde güldükten sonra:
– Türkü sadece bizde miymiş? Pek çok yerde işitip, pek çok yerde kana kana dinliyorsunuz. Asıl sizde ya! Konukların da hediyesi olmalı değil mi, diyerek Abay’a baktı ve tekrar güldü.
Gülüş sesi ne kadar da şıngırdayıcı, ne kadar da berrak ve nazik idi. Bunun gülüş sesi Toğjan’ın sesinden de etkileyiciydi. Şarkı gibi kulaktan gitmezcesine ezgili bir gülüş idi.
Abay tereddüt etmedi:
Yolu töresi beni bulmuşsa, kötü de olsa bir türkü bulup seslendireyim, dedi ve ev ahalisini memnun ederek güldürdü. Dombıranın akordunu düzeltti, çevik bir şekilde çaldı.
Hissiyatla dolu gönülsüz türküde Şükiman’ın daha önce işitip öğrenmediği türden hüzünlü ve güzel sözler vardı:
“Işıldamaz kara gönlüm ne yapsa da,
Ay ile güneş gökyüzüne çakılsa da.
Dünyada senin gibi yâr bulunmaz bana,
Belki sana, benden üstünü bulunsa da…”
Bu sözlerde bugünün alışılmış hayalleri değil, alev ve güven gibi parlak şulelerin silueti vardı. Sahibini bulmuş, sadece ona ithaf edilmiş gibi; ses titreşimi ile ezgi salınışı ümit yakasına doğru işaret edercesine alabildiğine uzuyor, boy veriyordu.
Abay ev ahalisinin severek dinlediğini görünce bu şarkısını fasıla vermeden üç defa tekraren söyleyiverdi.
Ondan sonra Şükiman’a bakarak dilekte bulundu:
– Şükiman! Komşudan gelen yemek tabağı boş gönderilmez ya! Daha demin o evde söylenen Topaykök şarkısını Erbol’la ben unutmuş değiliz. “Onu kim söylüyordu” diye soracak da değiliz. Söyleyenin siz olduğunuzdan şüphemiz yok. Onu hiç olmazsa bir kez söylesenize, dedi.
Şükiman yine estetik bir gülüş attı ve azıcık latife katarak:
– Hah! Bizi davet eden ve o şarkıyı söyleyen yaşlı bir yengemizdi. O, evde kaldı, dedi. Yiğidin özgüvenini azıcık alaya aldı. Yanındaki küçük kızlarla gelin de aldatmasına yardımcı olmak istercesine gülüştü. Abay ve Erbol boyun eğmedi, inanmadı. “Sensin”, “sen söyle” diyerek arzuyla ısrar ettiler.
Bunun üzerine Şükiman Topaykök’ü söylemeye başladı. Söylerkenki haşmetli sesi şarkıyı gayriihtiyari mayalıyordu. İpek gibi yumuşakça çevrilen ayrı bir nağme bulmuştu. Bu şarkı Abay’a dünyadan bir şarkı gibi değil, belki de hayatta hiç görülmemiş bir endam, hiç işitilmemiş bir sır esintisi gibi geldi. Diğer yiğitlere tanıdık gelse de Topaykök daha önce kendisine böyle bir sesle, tam da bu şekilde cana can verircesine, insanın içini genişletircesine güzel gelmemişti. Abay tapınırcasına uyuşup kendinden geçerek dinledi.
Sadece bir an gözü Şükiman’ın yüzüne takılmıştı. Güzel genç kız artık çekinmiyordu. Bütün duygulu yüreğiyle, fidan gibi boyuyla şarkının melodisine kapılmıştı.