Анонимный автор

Elçine Armağan


Скачать книгу

şiirleri Şevket’e ithaf eder. Savaşa giden gençler içinde ilk olarak İbrahim’in ölüm haberi gelir.

      KOCA: Mahallenin yüksek tahsil gören ilk gencidir, Tıp fakültesi öğrencisidir. Bütün anneler çocuklarına onu örnek gösterirler. Mahallenin en güzel kızı Adile ile mektuplaşır. Ancak annesi Hanım Teyze’nin sert müdahalesinin önüne geçemez. Annesinin Adile’ye hakaret etmesini durduramaz ve Adile’nin yanında yer alamaz. Şahsiyetsiz davrandığı için Aliekber daha önce hayran olduğu Koca’dan soğur:

      “Ben, Koca’nın bana bakmak istemediğini hissediyordum. Ama artık bunun bir manası yoktu. Koca bana isterse baksın, isterse bakmasın; ben artık Koca’yı sevmiyordum. (…) Koca’nın yanından uzaklaşıp Ağarahim’in yanında yürümeye başladım, sadece bunu yapabildim. Koca da kendini tutamayıp bana baktı, ben ise ona doğru bakmadım. Ben aslında Hanım teyzeden çok Koca’ya kırılmıştım.”71

      FARKLI HAYATLAR ORTAK KADER: SAVAŞ-YOKLUK-ÖLÜM

      Geleneksel yaşam çizgisini sürdüren insanların yaşadığı bir mahallenin sakinleri arasında sosyo ekonomik bir denge vardır ve bu anlamda mahalle homojen bir yapı arz eder. Bu homojen yapının içinde farklı hayat hikâyeleri yer alır. Bu romandaki hikâyelerin de her birinde farklı hayatlar, farklı dramlar vardır. Bu farklı hayatların ortak noktası II. Dünya Savaşı öncesi ve savaş esnasındaki Bakü’den insan manzaralarının parçaları olmasıdır. Bu insan manzaraları, siyasal ve sosyal çizgide sosyalist rejimin halkı ezmeye başladığı süreç ile savaşın hayatları ezip alt üst ettiği sürecin izlerini taşır. Özellikle mahallenin değişim ve dönüşümü II. Dünya Savaşı ekseninde yansıtılır.

      Bu mahalle cephe gerisini temsil eder. Bu temsiliyet Bakü özelinde olmakla birlikte genel anlamda Azerbaycan, Sovyetler Birliği ve II. Dünya Savaşı sırasında ateş hattına sevdiklerini gönderen ve savaşın sebep olduğu yokluk, yoksulluk, sefalet ve ölümden payına düşeni alan her mahalleyi kapsar.

      Aliekber’in birinci sınıfa başladığı sene savaş çıkar. Aliekber, aradan geçen uzun yıllar nedeniyle savaşın başladığını ilk kez kimden işittiğini ve işitince ne tepki verdiğini hatırlamaz. Belki ilk kez annesinden, belki Balakerim’den, belki Caferkulu’dan işitmiştir. Bu farklı isimlerden işitme ihtimali bir gerçeğe işaret etmektedir. O da bütün mahallelinin savaş başlar başlamaz felaketi öğrendiğidir. Savaşın daha başında mahalle boşalmaya başlar:

      “Bazen de savaşın başladığını ilk defa mahalleden işitmişim gibi geliyor, sanki bu haberi bana bomboş sokağımız fısıldamıştı, bomboş ara yolumuz fısıldamıştı, göze çarpacak kadar yetimleşmiş Sarı Hamam fısıldamıştı… Ama sokağımız savaş başladıktan sonra boşalmıştı, kimsesizleşmişti.”72

      Mahalleden ilk giden Aksakal Aliabbas Kişi olur. Kızı Nisa hayatında ilk defa babasına karşı çıkar, onu alıp kendi yaşadığı Maştağa’ya götürür. Mahalleden ikinci ayrılan çekirdekçi Yahudi Ziba Teyze’dir. Amerika’da yaşayan oğlu Gavril, Bakü’ye gelir ve annesini alıp Amerika’ya döner. Aliabbas ve Ziba’nın evlerinin kapısına asılan ve zamanla paslanan kilitler savaşın sembolü olur. Bu arada önce mahallenin gençleri, bir süre sonra da orta yaş grubundaki erkekleri orduya alınır. Cafer, Adil, Abdülali, Cebrail, Ağarahim, Koca, İbrahim, Gülağa, Aliekber’in babası, Hasanağa emmi, Ağahüseyin emmi, Azizağa emmi, Safure teyzenin-Firuze teyzenin-Sakine teyzenin-Meşhedihanım teyzenin oğulları, kocaları, kardeşleri ve mahalleden pek çok erkek savaşa gider. Geride kalanlar gözleri yaşlı, cephedekilerin yaşadığını haber veren üç köşeli asker mektubunun gelmesini dört gözle beklerler. Herkes endişelidir. Kadınlar birkaç ay içinde çökerler. Savaşla mahallelinin evine et girmez olur. Bir süre sonra yiyecek ekmek dahi bulamaz olurlar. Açlık, kıtlık kol gezer. Kuyruklar başlar. Kadınlar gece boyunca fırının önünde kuyruğa girerler. Sabah erkenden açılan dükkânın önündeki uzun kuyruk kısa sürede biter. Az sayıda ekmek çıktığı için fırın hemen boşalır. Çocuklar da ellerine kap alıp gaz kuyruğuna girerler. Ancak bir süre sonra cephe gerisinde gaz da bulunmaz olur. Evler karanlığa bürünür. Kışın soğuktan titrerler. 1943-1944 yıllarında açlık ve kıtlığın boyutu öyle artmıştır ki minicik ve cılız olmalarına aldırmadan avlanan serçeler ile doymaya çalışırlar. Bir başka beslenme yolu da Amerika’dan gelen kaplumbağa yumurtasının sarımsı mavimsi tozudur. Bu tozu suyla pişirip bu ağır kokulu bulamaçla çocuklar beslenir. Kümesteki hasta güvercinler, kesilip satılmak amacıyla çalınır. Sıçanlar azalır, kediler zayıflar. İbrahim’in, Gülağa’nın, Aliekber’in babasının ölüm haberleri gelir. Safure teyzenin oğlu Aynullah yaralı gelir, iyileşip tekrar cepheye gider ama bir daha geri gelmez. Ulaşan her acı haberin ardından gözyaşları dökülür, evlerin önüne taziye çadırları kurulur, Kur’an okunur, Hitler’e beddua edilir, ölümün Hitler’in kapısını da çalması niyaz edilir, Stalin yüceltilir.

      Roman, iki zaman dilimini bünyesinde barındırır. Bunlardan biri Aliekber’in 7-11 yaş arasındaki çocukluğu, diğeri mahalleden ayrılmalarının üstünden 40 yıl geçtikten sonraki zamandır. 50’li yaşlardaki Aliekber çocukluğundan kalan simalarla (Hanım Teyze’nin artık yaşlanmış oğulları) mezarlıkta karşılaşınca ve çocukluğunun geçtiği mahalleye giderek kapı önlerinden geçtikçe bu mahalleye ruh veren ve kendi ruhunda derin izler bırakıp karakterinin şekillenmesinde etkili olmuş mahalleliyi birer birer hatırlar. Ancak bu hatırlayış Aliekber’i sadece maneviyatta geçmişe götürür; realitede böyle bir dönüş mümkün değildir. Üstelik mahalleliyi sadece hatırasında kaldığı şekliyle yaşatsa maziyi canlandırabilecekken değişimin soğuk yüzüyle karşılaşır ve artık hafızasındaki mekân güvenli bir sığınak, huzurlu bir yuva olma özelliğini kaybeder; evler ona hem tanıdık hem de yabancıdır:

      “Ben şu anda bu mahallede kimi arıyordum? “Geçmişe yolculuk”, bu sadece bizim kitaplarda yarattığımız bir ifadedir. Aslında geçmiş hiç kimseyi kabul etmiyor, geçmiş kendi işini görüp bitirmiş, kapısında da ebedî bir kilit var. Ziba teyzenin kapısındaki o paslı kilit gibi, Aliabbas kişinin kapısındaki o kocaman kilit gibi…”73

      Paslı kilidi açmak nasıl kilidin kırılmasını gerektirecek kadar zorsa ve kolayca paslı kilidi açıp kilidin koruduğu nesnenin içine girmek mümkün değilse mazinin kilidini açıp eskiye dönmek de aynı şekilde mümkün değildir. Sosyal zaman değişmiştir. Sadece iki katına mahallelinin sığabileceği on bir katlı kocaman bir bina yapılmıştır, eski binalarda farklı insanlar oturmaktadır, bu mahallede şimdi başka insanların gündelik hayatları yaşanmakta, bu binalarda oturan çocuklar kırk yıl öncesinin çocukları gibi otomatik kaleme mucize nazarıyla bakmayıp sıradan bir yazma aracı olarak çantalarında yer vermektedirler. Çocukluğundan kalan mahalleli, şimdinin ellisini devirmiş Aliekber’ini tanımaz. Örnek olarak Safure Teyze, kendisini tanıtmasına rağmen onu hatırlamaz.

      Aliekber’in anlatısında sadece tanıdık simaları anmak, mahalle ruhunu yansıtmak ve mahallelinin kişi üzerindeki etkisini ortaya koymak adına maziye gidiş söz konusu değildir; romanda II. Dünya Savaşı sırasında Azerbaycan’da cephe gerisini yansıtmak suretiyle yakın siyasî ve sosyal tarihe de temas edilir. II. Dünya Savaşı cephe gerisi ile yansıtılırken arka arkaya mahalleye gelen ölüm haberleri romanda ortak bir kaderin de belirleyicisi olur. Bu ortak kader romana adını veren ve Balakerim’in dilinden düşürmediği Ak Deve ile temsil edilir. Romanda leitmotif olarak karşımıza çıkan Ak Deve ölülümün sembolüdür. Bahattin Ögel’in Türk Mitolojisi adlı kitabında “Erkem Aydar” adlı Kırgız destanında yer aldığı şekliyle Allah