geniş bir ailenin mensupları gibidirler. Herkes birbirini tanır, herkes birbirinin derdini bilir. Kendi içine kapanmış, yabancıyı kolay kabullenmeyen mahalle, savaş başlayana kadar adeta kendi kendini yöneten bir yapıya sahiptir. Bağlı olduğu ülke ya da şehrin varlığı sosyalist rejimin adamlarının mahallede ikamet etmeye başlamasıyla ya da mahallenin bazı sakinlerinin rejime hizmet etmeyi ailelerine tercih etmeleriyle hissedilir. Baskın bir karakter olan altı erkek çocuk annesi Hanım Teyze oğullarının yanı sıra tavrıyla, az ve öz konuşmalarıyla, olayların seyri sırasında verdiği sert ve otoriter, disiplinli ve tavizsiz tepkilerle, mahalleliyi yönlendirmesiyle bu mahallenin yöneticisi konumundadır. Balakerim de anlattığı hikâyelerle, çaldığı kavaldan yaydığı duygularla mahallenin manevi önderi gibidir. Mahalleli savaş başlayana kadar Hanım Teyze’nin liderliğinde ortak bir kimlik sergiler. Sadece Muhtar, İbadullah ve Aliabbas Kişi’nin oğlu Mehmetbakır bu ortak kimliğe dahil olamazlar.
Mahallenin en belirgin yerleri Aliekber ve Hanım Teyze’nin aynı avluya bakan evleri, Aliabbas Kişi’nin işlettiği hamam ve oğlunun ihbarıyla sosyalist rejimin adamları tarafından basılan evi, mahallenin çocuklarının toplaşıp Bala-kerim’in çaldığı kavalı dinledikleri kara dut ağacı, Muhtar’ın balkonda çiçekler olan evidir. Burası çoğunluğun Müslüman olduğu ve geleneksel hayatın yaşandığı bir mahalle olsa da merkezde cami yoktur. Geleneksel çizgideki bir Müslüman mahallesinin merkezinde bir camiin olmayışı, Kuran-ı Kerim’in evde gizli bir bölmede saklanması, sistemin kölesi Muhtar’ın ve Mehmetbakır’ın davranışları, Kübra’nın dinî tören yapılmadan gömülmesi sosyalist rejimin savaş öncesinde kendisini nasıl hissettirdiğini ortaya koymaktadır.
Savaşla birlikte mahallenin homojen yapısı bozulmaya başlar. Mahallenin yaşlıları uzaklaşır, fiziksel engeli olmayan erkekleri cepheye gider. Kalanlar cephe gerisinde yaşanabilecek her türlü sıkıntıyla mücadele ederler. Ak Deve teker teker mahallelinin kapısını çalar ve cepheden arka arkaya ölüm haberleri gelir.
Romanın yazarı Elçin Efendiyev her ne kadar rejimin üst düzey siyasi aktörlerinden biri olsa da Ak Deve sosyalist rejime angaje olmuş, güdümlü bir kitap değildir. Özellikle santimantalist bir kahramanı anlatıcı olarak kullanıp bu başkahramanın gözünden ve kabullerinden hareketle hem onun hem de mahalleli ile mahallenin iç dünyasına psikolojik bir dikkatle nüfuz etmesiyle, insanı tamamen iyi ya da tamamen kötü göstermeyip olumlu ve olumsuz taraflarını birlikte vererek gerçek insan kimliğiyle yansıtmasıyla, belli bir olay örgüsü olmadan kahramanların akıbetleri hususunda okuyucuda uyandırdığı merak duygusuyla ve içerdiği sosyolojik verilerle başarılı olduğunu söylemek gerekir
Kaynakça
Adıgüzel Sedat. “Azerbaycan Edebiyatında Postmodernist-Yeni Tarihselci Yaklaşımın Romanı: Kafa”, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, S 48, 2019, s. 7-26.
Bayramova Nergiz Laden. Elçin Nesrinin Poetikası, Ozan Neşriyyatı, Bakü 2003.
Demir, Yavuz. Anlatıcılar Tipolojisi, Dergâh Yayınları, İstanbul 2002.
Efendiyev Elçin. Ak Deve, Akt. Ali Duymaz, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1999.
Meriç Cemil. Meriç, Kırk Ambar, Cilt I, İletişim Yayınları, İstanbul 1998.
Mutafoğlu Merve (y.t.y) “Otobiyografik Bellek ve Kültür İlişkisi”, Onto Psikoloji Dergisi, Sayı 19, https://www.ontodergisi.com/sayilar/otobiyografik-bellek-ve-kultur-iliskisi.
Ögel Bahattin. Türk Mitolojisi, Cilt II, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2010.
Öztürk Mehmet. Elçin Efendiyev’in Romanlarında Sosyal ve Kültürel Meseleler, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Manisa 2016.
Stevıck Philip. Roman Teorisi, Çev. Sevim Kantarcıoğlu, Akçağ Yayınları, Ankara 2004.
Yoska Erhan-MAĞARA Aydın. “Kızılordu’dan Azerbaycan Lejyonu’na Fatalibeyli Düdengski ve Almanya’daki Basın Faaliyetleri”, Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi, Volume 51, 2021, s. 59-70.
ELÇİN’İN ÖLÜM HÜKMÜ ROMANI ÜZERİNDEN SOVYET SİSTEMİNE BAKIŞ 75
Doç. Dr. Mehdi Genceli76 Furkan Abir77
Giriş
Bu çalışma Azerbaycan edebiyatında Sovyet dönemi devlet ve toplumunu farklı açılardan detaylı olarak anlatan Ölüm Hükmü romanını tarihsel gerçekliğin edebiyata yansıması bağlamında ele almaktadır. Doğu Bloku ülkeleri yazarları Sovyet döneminde sansür ve kısıtlamalardan dolayı özgürce yayın yapamaz. Bu durum Sovyet devlet ve toplum sisteminin eleştirisinin Batılı yazarların tekeline girmesine sebep olur. Soğuk Savaş döneminin ardından Doğu Bloku ülkelerindeki yazarlar yetmiş yıllık bir dönemin öz eleştirisini yapma gereği hisseder. Ölüm Hükmü bu anlayışın tezahürüdür ve sunduğu tarihsel perspektif birçok açıdan analize müsaittir. Çalışmamızın ana noktası Ölüm Hükmü romanında baskı ve yozlaşmanın sistemi hangi vasıtalarla ele geçirdiğinin anlaşılmasıdır. Sistemin iliklerine kadar işleyen bir yandan da farklı şekillerde sürekli yeniden üretilen baskı ve yozlaşma unsurlarının bireysel-toplumsal bazda yarattığı çatışma da çalışmamızın ele aldığı bir diğer problemdir.
Tarihî Roman ve Tarihsel Gerçeklik
Tarihî romanın kurmacayla ilişkisinin ne olduğu/olması gerektiği ve objektif tarih yazımının ne kadar mümkün olduğu, üzerinde durulması gereken meselelerdir. İngiliz tarihçi Carr’a göre, “Tarihin olguları bize hiçbir zaman arı olarak gelmezler, çünkü arı biçimde var olmazlar: Her zaman kayıt tutanın zihninden kırılarak yansırlar.”78 Bilimsel tarih yazımının dahi gerçekliği tam olarak yansıtması söz konusu olamazken tarihî romanın her anlamda gerçeği yansıtmasını beklemek yersiz bir arayış olur. Bu yüzden tarihî roman yazarının da ele aldığı olay ya da döneme tamamen nesnel yaklaşabilmesi güçtür. Olaylar ve kişiler yazarın bakış açısından, dünya görüşünden okuyucuya yansır. Bu durum, roman karakteri hâline gelmiş olan tarihî şahsiyetlerin idealleştirilmesi yahut düşkünleşmesi sonucunu da getirir.
Tarihî roman kavramı 19. asırda ortaya çıkmıştır.79 Üzerine tartışmalı tanımlar yapılan bu kavram, en genel ifadeyle konusunu ve karakterlerini tarihten alan roman olarak bilinmektedir. Bu türün ilk örneği İngiliz edebiyatında Walter Scott tarafından verilmiştir.80 Tarihsel romanlarda kişiler gerçek veya kurgu olabilir, ancak konu tarihsel bir gerçekliğe dayanır. “Scott ilk kez bilinen bir tarihsel gerçekliğe, ana dokusunu değiştirmeden, kurmaca bir öykü monte etmeyi denemiştir. Onun bu denemesi tarihsel romanın fiksiyonla[81] belki de ilk tanışması olarak nitelendirilebilir.”82 Scott’a göre tarihsel roman ya gerçek bir tarihsel olayın içine kurmaca bir öykü monte edilerek ya da bilinen tarihsel bir gerçeklik üzerine bütünüyle kurmaca figürlerin ve figürler etrafında anlatılan olayların aktarılmasıyla oluşturulur.83 Ölüm Hükmü, konusunu tarihten almakla beraber tarihî gerçeklikleri düşsel karakterler üzerinden işlemesiyle Scott’un ikinci tanımına uygundur. Tarihsel romanın en belirgin özelliği, geçmişi bugüne getirmesi ve geçmişi bugünün gözüyle değil, o günlerin gözüyle, o günlerin havasıyla vermesidir.