GELİN GELEN SUNA: Aliekber’in annesinin adaşı Suna saatçi Gülağa ile evlidir. Aliekber onu gamlı güzelliği ile hatırlar. Suna mahalleye dışardan gelin gelmiştir. Mahalle halkı onu tanıyınca sever ve kabullenir. Mahallelinin alışık olmadığı şekilde Suna ve Gülağa her yere birlikte giderler, gündüz vakti kol kola-el ele dolaşırlar. Evde birlikte zaman geçirirler. Geleneksel çizgiden uzak olan ve eşlerin eşit oldukları ilkesine dayanan bu birliktelik mahalleliyi rahatsız etmez. Hiç alışkın olmadıkları bu modern ilişkiyi yadırgamayışları mahalle sakinlerinin değişime ve yeniye açık olduklarını göstermektedir.
Gülağa savaşa gidince onun fotoğrafçı Ali tarafından büyütülen fotoğrafı ile avunur. Gülağa’nın gittiği günden itibaren evdeki bütün saatleri kaldırarak zamanı dondurmaya çalışır. Onun saat tamiri yaptığı dükkâna adımını atmaz. Cepheden Gülağa’nın ölüm haberi gelince inanmaz, mahallelinin onun için yas tutmasına izin vermez, akıl dengesini kaybeder ve gözlerden kaybolur.
EVLAT HASRETİ ÇEKEN KÜBRA: Muhtar’ın eşi Kübra nefes almakta dahi zorlanan, hasta bir kadındır. Çocuğu olmamıştır. Evlat hasreti ile yanar kavrulur. Muhtar evden çıktıktan sonra mahallenin çocuklarını eve çağırıp onlara kendi eliyle yaptığı peraşkileri ikram eder. Balkonundaki çiçekleri sevgiyle sular. Ölümünün yakın olduğunu bilir ve çiçeklerinin ölümünden sonra kendisini özleyeceğini söyler.
MAHALLEYE SONRADAN GELEN ŞEVKET: Evli bir adama kaçmış, ondan ayrılınca bu mahalleye yerleşmiştir. Tatlı fabrikasında çalışan Şevket, Ziftçi Mirzagil’den satın aldığı iki odalı evde tek başına yaşar. Çevresindekilerle teklifsiz konuşur, şakalaşır. Çok rahat davranır. Sadece Hanım Teyze’den çekinir. Muhtar ile ilişkisi vardır ama bir türlü mutluluğu yakalayamaz. Sonunda mahalleliyi şaşkınlık içinde bırakarak Balakerim ile evlenir. Balakerim’e kendi evinde baakr.
OĞLUNDAN EZİYET GÖREN EMİNE TEYZE: Faytoncu Hamidullah ile evlidir. Çok istemelerine rağmen çocukları olmayınca adak adarlar. Oğulları İbadullah doğunca da kara dut ağacını adak olarak ekerler. Hamidullah öldükten sonra oğlu İbadullah, babasından para kaldığını iddia ederek Emine Teyze’ye kötü davranır. Artık gözleri görmez olan, mahallelinin, özellikle de Aliekber’in annesi Suna ve Hanım Teyze’nin pişirdikleri ile karnını doyuran annesini tartaklar. Hanım Teyze, İbadullah’ın karşısına dikildiğinde “Biz ana oğuluz, biz biliriz, neyinize kalmış, sizinle ne alâkası var, neden karışırsınız herkesin işine…?”62 diyerek oğluna arka çıkar.
ZİBA TEYZE: Yahudi’dir. Bir Yahudi köyünden göç ederek mahalleye gelmiştir. Kocasını kaybettikten sonra mahallede yalnız yaşar. Amerika’da bir oğlu olduğu söylenir. Güler yüzlü, tatlı dillidir. Mahallede herkes Ziba Teyze’nin hatırını sayar. Savaş başlayana kadar kendi kavurduğu çekirdekleri satarak geçinir. Çocuklarda para olmadığını anlayınca ceplerine yarım bardak bedava çekirdek döker. Savaş başlayınca cepheden ölüm haberi gelen gençlerin yas meclislerinde bulaşık yıkar, yarı aç yarı tok hayatını sürdürmeye çalışır; bir süre sonra da Amerika’da yaşayan oğlu Gavril Bakü’ye gelerek Ziba Teyze’yi Amerika’ya götürür.
ADİLE’NİN ANNESİ FATMA TEYZE: Gençliğinde Hanım Teyze’nin kardeşi Abuzer’in evlenme teklifini reddederek Papakçı Ebulfeth’e varmıştır. Kardeşini reddettiği için öfke duyan Hanım Teyze ne Fatma ile ne Ebulfeth ile ne de onların kızları ile konuşur. Bu nedenle Fatma Teyze de Hanım’ın bulunduğu yerlerde olmaktan çekinir.
TALİHSİZ ADİLE: Mahallenin en güzel ama en talihsiz kızıdır. Mahallenin enstitüde okuyan ilk genci olan ve bütün annelerin çocuklarına örnek gösterdikleri Koca’ya sevdalıdır. Koca’nın Aliekber, Adile’nin de sırdaşı Tamara ile birlikte 1941 baharında geldikleri sirkte Adile ve Koca mektuplaşırlar. Bu mektuplaşmaya çocuk Aliekber aracılık eder. Adile’nin güzelliğine ve zarafetine hayran olan Aliekber, kızın kendisine verdiği şekerleri kutsal bir emanet olarak saklama kararı alır. Ancak sirk çıkışında Adile ve arkadaşı Tamara’nın karşısına çıkan Hanım Teyze “Ne hayasız kızsın sen, a kız!”63 haykırışıyla mahallelinin önünde Adile’ye oğlundan uzak durmasını emreder. Adile’nin yapabildiği tek şey koşarak oradan uzaklaşmaktır. Koca’nın bu ilişkiye sahip çıkmaması üzerine, yaşça kendisinden çok büyük Muhtar’ın evlenme teklifini kabul eder. Ancak ne sevdasını unutabilir ne bu evliliği benimseyebilir. İntihar ederek çileli hayatına son veren Adile’nin ölümü anne ve babası kadar Hanım Teyze’yi de üzer ve Hanım Teyze, Adile’nin ölümü üzerine vicdan azabı çeker.
AĞAHÜSEYİN EMMİ VE SAFURE TEYZE: Aliabbas Kişi’nin komşusudurlar. Oğulları Aynullah’ın savaştan yaralı dönmesi üzerine Safure Teyze’nin bütün altınlarını satarak Ağahüseyin koyun alır ve yarımşar kilo olarak pay ettikleri eti uzun süredir et yiyemeyen mahalleye dağıtır. İyileşince tekrar savaşa giden Aynullah bir daha geri dönmez.
OTORİTER VE BİLGE KADIN FİGÜRÜ HANIM TEYZE: Romanın en güçlü karakteridir. Kocası ölmüştür. Altı oğlunu tek başına yetiştirmiştir.1915 doğumlu Cafer, 1917 doğumlu Adil, 1919 doğumlu Abdülali, 1923 doğumlu Cebrail, 1925 doğumlu Ağarahim ve doğum tarihi belirtilmeyen Koca adını taşıyan oğullarıyla birlikte yaşar. Oğullarını o idare eder. Sadece oğullarını değil mahalleyi de idare eder. Mahallede sadece babasının arkadaşı Aliabbas Kişi’ye özel saygı gösterir; ona yemek gönderir, sağlığı ile yakından ilgilenir. Evi, anlatıcı Aliekber’in yaşadığı ev ile aynı avluya bakar. Otoriterdir, adildir, soğukkanlıdır, sözünü esirgemez, asidir, aklına koyduğu şeyi mutlaka yapar. Dedikodu sevmez, yanında dedikodu yapılmasına izin vermez. Çaresizin, yoksulun yardımcısıdır. Haksızlığa tahammül edemez. Tek başına bir ordu gibidir. Komşusu Emine Teyze’nin hayırsız oğlu İbadullah para vermediği gerekçesiyle annesini tartaklayınca mahalleli gibi seyirci kalmaz, bir amir edasıyla İbadullah’a haddini bildirir. Oğullarından Abdülali kamyonu ile Muhtar’ın arabasını geçtiği için hapse düşünce mahallenin erkeklerinin işe karışıp başlarını derde sokmalarına engel olduğu gibi meseleyi kendi halleder. Muhtar’ın arabasını takip eder, onun çalıştığı yeri öğrenir, günlerce karda-tipide-ayazda bekler, kapıdaki Ermeni bekçiyi kendinden emin tavrıyla haklılığına inandırır, onun yardımıyla Muhtar’ın amirini bulur, sosyalist rejimin üst düzey resmi görevlilerinden olan bu şahsa “Sendendir şikâyetim!.. Bir de senin memurlarından.”64 diyerek oğlunun haksız yere hapiste tutulduğunu anlatır. Muhtar’ın cezalandırılmasını sağlar.
Kendi doğrularının dışına çıkmayan Hanım Teyze çoğu zaman akl-ı selim davransa da kindarlığı zaman zaman aklın hükümlerine göre hareket etmesini engeller. Örnek olarak Tıp fakültesinde okuyan oğlu Koca, yıllar önce erkek kardeşini reddedip başka biriyle evlenen Fatma’nın kızı Adile’ye gönlünü kaptırınca duruma müdahale eder. Koca ve Adile’nin sadece birbirlerini görebilmek ve mektup alışverişinde bulunabilmek için gittikleri sirkin çıkışında Koca’nın ve mahallelinin yanında Adile’yi azarlar ve oğlundan uzak durmasını emreder. Duygularını dışa vurmaz. Adile’nin sevmediği biri ile evlendirilmek üzereyken intihar etmesi Hanım Teyze’yi üzer ve vicdan azabı verir; ancak bu üzüntüyü dile getirmez.
Oğullarını savaşa gönderdikten sonra asla gözyaşı dökmez. Derdini, kederini içine atar. Hep metin görünür. Oğullarının sağ salim dönüp geleceklerine inanır. Gerçekten de Hanım Teyze’nin oğulları dönebilenler arasındadır. Ancak Cafer, Adil, Abdülali, Cebrail, Ağarahim ve Koca savaştan döndüklerinde annelerinin mezarı ile karşılaşırlar.
AKSAKAL