Avşar İmdat

Çiğdemleri Solan Bozkır


Скачать книгу

Ağa kızlarının yorganını, kendi kızlarına yapıyormuş gibi özenle sırırlardı. Yorgan sırımak için gittikleri ağa evlerine küçük oğlan çocuklarını götürmezler, yalnız kız çocuklarıyla gelirlerdi. Oğlan uşağı bu, rahat durmaz, ya ağanın oğluyla dövüşür de bir mazarratlık ederse! Ne yüz ile iş görülür ağanın evinde, diye endişe ederlerdi.

      Kışın yorgan döşek işi olduğu zamanlarda da uşakların kursağından bir sıcak aş geçer, dişleri somuna batardı gariplerin. Hele ağa Almancı ve ağa çocuklarının eski ayakkabısı, eski elbiseleri de var ise…

      Bozkıra Azrail gibi gelir, uzadıkça uzardı medetsiz kış. Ne çileler çekerlerdi kışı atlatmak için. Poyraz onların bağrına eser, kar onların yüzüne savrulurdu en çok. Kış uzayınca, yazın aldıkları eşyalardan, para edecek ne varsa öldü fiyatına satarlar, bazen yastık yorgana kadar pazara indirirlerdi.

      Çoluk çocukları hastalanıp da doktor parası bulamayınca, ilçenin fırsatçılarından yalvar yakar faizli para alırlar, yazın kazandıklarının yarısını da tefecilere faiz olarak öderlerdi. Karıncanın kazancı deveye bir avurt olurdu…

      Eve barka konulur gibi değildi yokluk ama ağalık başka, abdallık başkaydı. Yokluk ikliminin abdalı idi onlar…

****

      Akşamla birlikte efkâr bastı Kör Bekteş’in evini. Çaresizlikten daraldı göğsü. Eli tabakasına gitti. Tabakanın içindeki son tütün kırıntılarını doladı beyaz kâğıda, derin bir nefes çekti ve:

      “Zurnayı beri getir” dedi karısına. “Zurnayı beri getir…”

      Karısı gibi severdi erik zurnasını. Yiyecek ekmek bulamasa bile zurnasını yağlamayı ihmal etmezdi. Erik zurna zehir gibi öter, anasız kuzu gibi melerdi Kör Bekteş’in elinde…

      Yazın, onunla çaldığı gelin alma havalarına, kız evinde ağlamadık can kalmaz; Kör Bekteş, ‘Ağ Gelini’ çalınca, kız evinde bir ağıt tufanı başlardı. Hele oğlu Âdem de, önünde davul ile döndükçe, avurdunu başka bir hevesle doldurur ve aşk ile üflerdi erik zurnaya. Ne zaman nefes alırdı, nasıl kesilmeden devam ederdi zurnanın sesi, kimsenin aklı ermezdi.

      Kör Bekteş, böyle gam yüklü akşamlarda torunları Güç-çük Bekteş ile Cesur’a davul zurnanın yanında hayatı da talim ettirirdi. Bir rind, ulu bir abdal idi Kör Bekteş.

      Erik zurnasını eline aldı ve torunlarını çağırdı yamacına:

      “Ben ölürüm siz kalırsınız uşaklar. Yokluk, gapıya konulacak mal deel amma ağalık da abdallık da töreynen. Biz, ağalara hızmat uçun varık. Onlar bizim ekmeemiz, aşımız. Sofrada çaldığımız kaşığa ne gelirse onlardan gelir. Onlar olmasa, aha bu depenin başında ayağımızı çeke çeke ölürük. Ağaların gelini, gızı da bizim anamız, bacımız olur. Onların da ekmeemizde duzu var. Başımız ne zaman sıkışsa, gapılarına varsak, ağalar evde olmasa bile onlar verir ekmeemizi. Evlatlarım, ağalar ne verirse şükredin, fazla umucu olmayın. Evel Allah, sonra onlar aç açıkta koymaz bizi. Dedim ya ağalığın da abdallığın da bir töresi var. Olur ki ağanın uşağı düğünlerde içkiyi çok kaçırır, size söver sayarsa: Bir kulağınızdan girsin, öbüründen çıksın. Duymayın sağır olun, gonuşmayın ahraz olun. Olur ya övkelenip sizi dövellerse, elsiz, ayaksız olun. Kul kusursuz olmaz evlatlarım. Aman haaa! Ağaların yüzüne çıkıp da ekmeenizi daşlamayın…”

      Bir Abdal dergâhında postnişin konuşuyordu. Oturuşunu değiştirdi ve konuşmaya devam etti Kör Bekteş:

      “Serhoşluk gısım gısımdır evlatlarım. İnsanoğluyuk hepimiz. Hepimizde aynı zuhur ider bu serhoşluk. İnsan iki kadeh içerse bu zıkkımı: tavus guşu gibi elvan elvan açılır. Ne çalsan hoşuna gider. Üçüncü kadehte: Maymuna döner, daldan dala hotlar. Kırık hava ister, oynamaya doymaz. Dört kadeh olursa: Aslan olur kükrer. Ağırlama ister, Köroğlu ister, halaya durur. Yiğit olan aslanlık makamında bırakmalı bu zıkkımı, kararı kaçırırsa domuz gibi irezil olur, ağzında dili dönmez, ne istediğini bilemez. O, Akyazılıynan, Kızıldeli var ya, şişede durduğu gibi durmaz namıssızlar… Serhoşun göönünü şen etmek zordur amma bizim de annımıza boyun eğmek yazılmış…”

      Kör Bekteş, kendi nefsinin örsünde, torunlarının nefsini söz balyozuyla dövüyor, dövüyor, dövüyordu…

      Derin bir iç çekti ve sustu… Elindeki zurnanın emziğini ağzında ıslattıktan sonra taktı yerine. Âdem de babasına yol göstermek için yekindi, duvarda asılı davulu kucağına aldı. Torunlarından Güççük Bekteş dedesine, Cesur da babasına dikmişti gözlerini. Biri davulcu biri de zurnacıydı. Kör Bekteş soğuk havayı doldurdu ciğerlerine ve sarıldı zurnasına.

      Odada kol gezen yokluk, yerini bozlak makamında ağır bir hüzne bıraktı. Kör Bekteş, bir körük gibi avurdunu şişirip yüreğindeki yangını nefes nefes üfleyince, erik zurna dile geldi:

      “… Bir ayrılık, bir yoksulluk, biri de ölüm…”

      Kör Bekteş zurnaya yeni koyulmuştu ki araba farları aydınlattı evin önünü. Zurnayı bıraktı:

      “Âdem, deli oğlanlar geldi elleham,” dedi.

      Adem kucağındaki davulu kenara koyup kalktı, pencereye yanaşıp perdeyi araladı.

      Dört taksi durmuştu kapıya. Taksilerden inen gençler:

      “Bekteş Baba! Adeeem!” diye bağırdılar.

      Âdem kapıyı açtı. Dışarıdaki gençleri görünce gözlerine bir ışık geldi Âdem’in. Muska suyu içmiş gibi açıldı çakır gözleri, çardaktan atlayıp indi aşağı:

      “Nerde galdınız gurban olduğum ağanın uşağı.” dedi. “Evde bizim uşak açlıktan birbirinin gulaağını kemiriyo. Cebimiz dırnak yarası oldu.” Çardaktaki karısını gösterdi, “Aha şu bizim it yemez bile yüzüme bakmıyo gurban olduklarım. Bize de geçim ilazım deel mi?. Eve iti bağlasan acından ölür yavu. Size ilayık bişi yok evde amma içeri gelirseniz Güççük Bekteş’i keser, kurban ederim. Yolunuza ölürüm ağam. Yıkarım evimi ağardırım yüzümü valla…”

      Yüzü yerde bir ustaydı, şakacıydı Âdem, davul çalarken kanı kaynar, aşka gelir, coşardı. Davulu ile bir insan gibi konuşur, bazen küserdi davula. Âdem davula küsünce para yağardı davulun üstüne. Bazen davulu yere bırakır, kaşıklarını çıkarır, davulun etrafında döne döne oynar, bazen yere yatar, yerlerde yuvarlanarak çalardı. İyice coşunca davulu başına kaldırır, bir davula, bir kasnağa vururdu. Bu yüzden düğünlerin ve meclislerin baş davulcusuydu Âdem.

      İlçenin kafadar geçleriydi gelenler. O akşam, Galatasaray’ın “İtalyan Gâvurları” ile maçı vardı. Âdem şenlendirecek ortalığı, onlar da gülüp eğlenecekti. Bir de Galatasaray yenerse, bol gollü bir maç olursa değme gitsin…

      Gençlerden biri sabırsızlandı, başını arabanın camından çıkardı:

      “Âdem, ne duruyon delioğlan, gurbanın gadanın sırası mı lan. Güççük Bekteş’i de al, yürü haydi. Karaca’nın gaviye gidiyok. Şahbaz ol delioğlan, nerdeyse maç başlıyacak, geç kalırsan, Saateker İrecep kuruş vermez valla…”

      Hasta Galatasaraylıydı Saateker İrecep, Galatasaray bir gol attı mı, İrecep Âdem’in karşısına geçer, davulun önünde sekerek oynar, olmadık oyun çıkarır, bol da bahşiş verirdi. Galatasaray maçlarını davul zurna eşliğinde izlemeyi Saateker İrecep icat etmişti.

      Maç sözünü duyunca, Âdem’in gözleri bir daha parladı:

      “Gene maç mı var ağam,” dedi “Aha Güççük Bekteş’inen emrinizdeyim. Ne zaman ferman ettiniz