Avşar İmdat

Çiğdemleri Solan Bozkır


Скачать книгу

Kör Bekteş… Âdem onun oğluydu ne de olsa. Onun rahle-i tedrisinden geçmişti yıllarca. Küçük bir çocukken, düğünlere gittiğinde ahırlarda, tandır damlarında, babası ile koyun koyuna yatmıştı. Ağalar ne isterse yapardı Âdem. Köçek isteseler, belindeki kaşıklarını çıkarır, tebdili kıyafet eder köçek olurdu hemen…

      Bu kez ağalar, Âdem’ in bir taraftar olmasını istiyorlardı, Âdem de çoktan ateşli bir taraftar olmuştu. Neylesin, hava kıştı, ekmek de düğünlerden yeşil sahaya kaymıştı. Bir Galatasaray taraftarı olmasa felekten gol yiyip duracaktı zavallı…

      On beş gün önceki maçın, daha ilk dakikalarında futbol terimlerini hemen öğrenip, kendi diline çevirmişti Âdem.

      “Hopsayit, santirifor, penaltı, avut, sitoper, pavül, libero…” Hepsini bir çırpıda öğrenmişti. Daha o günden, gençlerin kendinden ne beklediklerini sezip maçtaki olaylara müdahale etmeye başlamıştı bile. Gençler de zaten Âdem’in maça müdahil olmasını istiyorlardı.

      On beş gün önceki maç İtalya’da oynanıyordu. Galatasaray iyi oynuyordu, gençlerin keyfine diyecek yoktu. Hakem de iyiydi! Genellikle Galatasaray lehine kararlar veriyordu. Gençler sürekli hakeme sitayişte bulunuyor, hakemi alkışlıyorlardı:

      “Bravo hakeme!”

      “Vay aslanım!”

      “Bizim Kaman’da doğmuş büyümüş canım.”

      “Bravo, bas kırmızı kartı.”

      “At dışarı o Gara’yı.”

      Gençler seslerini yükselttiğinde, Âdem davula bir iki çomak döşeyip söze giriyordu:

      “Gurban olduklarım, ben deyim de siz inanmayın. Valla-ha da billaha da bu hakemin babası Türk! Aha buruya yazıyom, hemi de bizim Alamancılardan. Bakın hele favülü gene bize verdi yavu.”

      “Babası Türk mü?”

      “Hee gurban olduğum, Vallaha Türk!”

      “Babası kim Âdem? Kaman’dan mı?”

      “Kim olacak canım, şanımızı Avrupa’ya yayan Kart Tayır Emmi…”

      “Olmaz, yanlışın var Âdem..”

      “Kurbanınız oluyum şunun navrağına bir bakın hele. Heç gâvur siması var mı? Aynı bizim Kart Tayır Emmi’ye benziyo. Vayy gurban olduğum Tayır Ağa! Kim bilir bu hakemin anasından ne kadar hayır duva aldı, kaç gece kulucunu kırdı kim bilir. Onun serptiği tohumun hayırını görüyok uşaaak.”

      “Penaltı da verir mi Âdem?

      “Hakan kalenin önünde yıkılsa, penaltı da verir vallaha. Bir kaşık kan ucu ne de olsa, emmioğluyuk yav…”

      “Gol durumu, Hakan, Hakan kaleye gidiyor!”

      “Vur ulan! Vur!”

      Hakan kalenin önünde düşüyor, gol kaçıyor, Kahvedekiler önce ayağa fırlayıp sonra yerlerine oturuyorlardı. Hakan gol kaçırdıkça Âdem de iç geçiriyordu:

      “Dermanı kalmamış Hakan’ın yavu, sabahınan vite yağı mı yemiş bu?”

      O gün kahvedekiler hop oturup hop kalkıyordu. Galatasaray gol attıkça Âdem ortada dönüyor, davulu Saateker İreceb’in önünde dövüyordu. “Goool!” sesleri, davul zurna sesleri birbirine karışıyordu…

      O gün, maç berabere bitse de, Galatasaray iki gol atmış, Âdem de ekmeğini futbol topundan çıkarmıştı.

****

      Abdallar Mahallesi’nden soğuk geceye karışıp inen taksiler, Karaca’nın kahvesine gelip durdular. İçerisi yine çok kalabalıktı. Âdem, oğlu Güççük Bekteş’in ustaca çaldığı kırık havalar eşliğinde, davulunu başının üstünde çalarak girdi kahveye. Gençler Âdem’i görünce, yel değmiş ekin gibi dalgalandı, kalkıp Âdem ile oynamaya başladılar, kahve düğün evine döndü.

      Kısa bir sessizlik oldu. Maç başlayacaktı. Âdem ile Güç-çük Bekteş on beş gün önceki yerlerini aldılar. Sunucu, görüntüler eşliğinde oyuncuları sayıyordu:

      “Taffarel, Kaptan Bülent, Popescu, Fatih, Ümit, Okan, Emre, Hakan… Hagi! …

      Gençler, Hagi adını duyunca büyük bir uğultu koptu kahvede. Hagi’ye övgüler yağdırıyorlardı.

      “Aslanım!”

      “Koçum!”

      “Bu akşam, bütün İtalya gelse durduramaz Hagi’yi…”

      “Bütün İtalya’yı çapraz koşturur bu gece…”

      Âdem de, kendisini duyuyormuş gibi çomağını doğrultmuş, ekrandaki Hagi’ ye bağırıyordu:

      “Haciiii! Evdeki uşaklar, benim davuldan önce senin ayağana bakıyo. Gurban oluyum bu gâvurlarınan anca sen başa çıkan… En az iki gol bekliyom haaa!”

      “Hagi gol atamaz bu gün, aha buraya yazıyom Âdem.”

      “Ağzından yel alsın gurban olduğum. Evde Bekteş Usta’nın tütünü yok vallaha…”

      Gülüşmeler arasında maç başladı…

      Güççük Bekteş, zurnası tetikte, hayran hayran maçı izliyor, bir yandan da kalabalıktaki insanları süzüyordu. Kim bilir kendi çocuklarına neler anlatacaktı. Âdem, kulaklarını gol sesine yatırmış, toplayacağı bahşişleri düşünüyor, ara sıra kalabalığın tepkisine ortak oluyordu.

      İtalyan takımındaki zenci oyuncunun yaptığı sert harekete sinirlendi gençler, küfürün bini bir para. Âdem atıldı hemen:

      “Ulan Uşaak, o Gara var ya o Gara, Haci’nin yanını belini kıracak gâvurun oğlu. Haci’ye göz verdi, ışık vermedi yavu. Aç itin bazlama gaptığı gibi gaptı topu gene… Allah çoluğun çocuğun yüzüne baksa da ayağı neyim kırılsa. Kurban olduğum Tayır Emmi, acık da Afirke’ de gezsen ne olurdu…

      Gençler gülmekten yerlere yatıyordu…

      Bir başka pozisyonda yine rakip takımın zenci futbolcusunun tekmesiyle acı içinde yere savruldu Hagi. Zenci futbolcu da yerdeydi. Hagi, hiddetle kalktı ve zenci futbolcunun üzerine yürüdü. Âdem elindeki çomağı göstererek atıldı yine:

      “Haciii! Al şunu da o, Gara’yı bi yanın yanın yürüt ne var. Vur! Ekmeani taşırım delioğlan! Atmış beş milyon arkandayık. Korkma Haci! Vur!”

      Kalabalıktan biri de Âdem’ e laf atıyordu.

      “Eyle deme lan Adeeem! Ona da yazık. Gâvurun dakımında ekmek parası için oynuyo…”

      Âdem, kahveciye seslendi:

      “Adnan, gurban oluyum bu Fenerlilerin işi ne burada.”

      Âdem kırk yıllık Galatasaraylıydı artık ekmek de sarı kırmızı…

      İlk yarı bitti, ikinci yarı başladı. Değişen bir şey yoktu. Dakikalar ilerliyor, maç bir türlü Âdem’in istediği gibi gitmiyordu. Galatasaraylı futbolcuların üstüne ölü toprağı serpilmişti sanki. Kalabalıktan küfürler yükseliyor, iç geçirmeler çoğalıyordu. Maçın son dakikalarıydı. Âdem’in gözlerindeki ışıltılar yerini yavaş yavaş hüzne bırakıyordu. Galatasaray bir gol bile atamamıştı. Âdem’in elindeki çomak mahzun, Güççük Bekteş’in zurnası sessizdi.

      Birden dalgalandı kalabalık. Nefesler tutuldu bir an. Sunucu ses tonunu yükseltti.

      “Nefffis bir hareket! Geçti rakibini Hagi! Bir çalım daha! Sağ tarafta Hakan boş! Soluna Emre de geldi! Kaleyi karşısına aldı Hagi! Sevdiği yerler! Topu sol tarafına çekti! İyi vurur oralardan…”

      Nefesler