Celil Memmedguluzade

Danabaş Köyü


Скачать книгу

çayı getirip buraya koyarsın, sonra gidip, köy ehlinden yanıma üç dört kişi getirirsin. Ama bu şahısların hepsinin senin arkadaşlarından olması lâzım. Onlardan birisi gelip bana der ki, “Bu kadın benim anamdır. Bu şahsa, yani sana varmak istiyor ve bu hususta beni vekil tayin etti.” Diğerleri de yemin ederler, vesselam. Ben de imam nikahını kıyarım, olur biter.

      –Kadı Ağa, eğer iş böylece bitecekse, bu çok kolay. Üç dört ne ki, köyümüzden buraya yüz adam getiririm. Ne sorarsan sor, benim dediğimi onlar da söyler. Kimin haddine benim sözümden çıkmak?

      Hudayar, bu sözleri söyleyip, ayağa kalktı.

      –Gidip bakayım, köyümüzün adamlarından şehirde kimi bulabileceğim?

      Hudayar Bey, kapıdan çıkarken, Kadı çağırıp dedi ki:

      –Bey, bir zahmet içeri gel, senden iki isteğim var. İlk olarak, çay ve şekere, şüphesiz para vereceksin. O paraları sen yerde bulmadın ki … Elbette alnının teriyle kazandın. Mademki böyle, bari iyi mal almaya gayret et. Zamane çok bozuldu, adamı hemen kandırıyorlar. Karapet Ağa’ya yenice güzel şeker geldi, adına prodski diyorlar. Bu şekerden almaya gayret et. Çayı da kendin bilirsin, nasıl olursa olsun.

      Hudayar Bey:

      –Baş üstüne, deyip, çıkıp gitmek istedi. Kadı, yine seslenip odaya döndürdü.

      –Azizim, ben dedim ki, iki isteğim var; birini söyledim, birini de söyleyeyim, ondan sonra serbestsin.

      –Buyur, Kadı Ağa.

      –İkinci isteğim de şu, bizim bu işimiz ölene kadar aramızda kalmalı.

      –Aman, Kadı Ağa, sen çocuk musun? Beni öyle cahil sanma.

      –Dinle, sözümü bitireyim. Evet, bu iş saklı kalmalı.

      –Nasıl kalmalı?

      –Sır olmalı, hiç kimsenin bu işten haberi olmamalı. Buraya getireceğin adamlar, senin öyle arkadaşların olsun ki, bu sırrı başkasına söylemesinler. Şunun için, elbette burada şeriata aykırı bir iş yok. Fakat, madem ki böyle işler nadiren ortaya çıkar, her duyan burda aykırı bir iş var, diye şüphelenecek. Bu sebeple, bu işin mutlaka ve mutlaka benim, senin ve şahitlerin arasında kalması lâzım, vesselam. Şimdi gidebilirsin.

      –Baş üstüne Kadı Ağa, baş üstüne. Tabii öyle…

      Hudayar Bey, bu sözleri söyleyerek, Kadı’nın evinden çıkıp, yürümeye başladı.

      Hudayar Bey, sevinçle hemen pazar mescidinin yanına varıp, pazar deresine indi. Abdest alıp, mescide girdi, namazını kılıp, pazara yöneldi. Çarşı boyunca yürüyerek, Kadı’nın söylediği Ermeni’yi sorup gitti, büyük bir dükkâna girdi. Rafların arkasında, şişman karınlı Ermeni oturmuş, yazı yazıyordu. Hudayar Bey, o yanına bu yanına bakarak çubuğunu çıkardı, doldurmaya başladı. Karapet Ağa, kalemi yere koydu, hayretle Hudayar Bey’in yüzüne baktı. Hudayar Bey, çubuğunu doldurup, Karapet Ağa’nın yanına yürüdü. Elini iç cebine sokup, bir çimdik kav5 çıkardı. Karapet Ağa’nın önüne tuttu.

      –Zahmet olmazsa, bir kibrit çak, şu kavı yakayım.

      Karapet Ağa, öfkeyle cevap verdi:

      –Sen herhalde görmüyorsun, burası kahvehane değil. Cehennem ol şurdan, sıpa oğlu sıpa! Defol!

      Hudayar Bey, biraz sinerek kenara çekildi. Hudayar Bey, Ermeninin, bu hareketine çok şaşırdı. O, Karapet Ağa’nın, çubuğunu yakmak için ateş vermeyeceğini nereden tahmin edebilir ki. Danabaş köyünde hiç kimseden böyle edepsizlik görmemişti. Hudayar Bey, cebinden çubuğunu çıkartınca, kav yakıp, önüne tutmamaya kimin kudreti yeter? Ama ne yapmalı? Danabaş köyü Danabaş köyünde kaldı. Burası şehir. Şehir, Danabaş köyüyle bir olmaz.

      Hudayar Bey, biraz yüzünü asıp, kaşlarını çatarak Kara-pet Ağa’ya şöyle cevap verdi.

      –Efendi, haksız yere bağırıyorsun. Ben senin dükkânını talan etmeye gelmedim. Seninle alışveriş yapmaya geldim. Bana bağırman da çok yersiz. Ben şeker almaya geldim.

      –Tabii, sen benden yarım girvenke şeker alacaksın diye, kalkar elinden öperim.

      Hudayar Bey, çubuğu tütünle doldurdu, çubuğunu ve kesesini beline taktı ve cevap verdi.

      –Efendi, önce sen kim olduğuna bak, sonra bana bağır. Yarım girvenke şeker için, gelip sana baş ağrısı verecek, o söylediğin adamlardan değilim. Ben, Danabaş köyünün muhtarı Hudayar Bey’im. Senden sadece yarım girvenke şeker değil, büyük kalıplardan, bir kalıp şeker alacağım.

      Karapet Ağa, biraz ağırlaştı;

      –Başım gözüm üstüne. Ben ne dedim ki! Sen, benden niye bir kalıp şeker almıyorsun, demiyorum ki. Şunu dedim: Ben yazı yazarken kavı önüme uzatmakla iyi etmedin. O an, yazıda hata yaptım. Çok fazla uğraştım. Sen gittikten sonra yazdığımı bir daha yazacağım.

      –Neticede, artık geçti. Ne olduysa oldu. Bana şimdi şekeri kaçtan vereceksin?

      Karapet Ağa, rafın tahtasını kaldırıp, dışarı çıktı. Şeker yığınının yanına geldi, kalıplardan birinin üstüne elini koyup, dedi ki.

      –Bak, bey kardeşim, bu şeker çok güzel şekerdir. Bunu sana, yedi manat, iki şahıya6 vereceğim.

      –Efendi, şaka mı yapıyorsun? Şekeri şimdi her tarafta yediye veriyorlar. Gözün beni mi gördü?

      –Nerede yediye veriyorlar? Mezhep hakkı için böyle şey olmaz. Yedi manat, iki şahıdan, bir kuruş aşağı vermezler.

      Hudayar Bey, biraz susup, yine aynı çubuğu çıkartıp doldurmaya başladı. Karapet Ağa, cebinden kibrit çıkarıp yaktı. Hudayar Bey, çubuğunu ateşledi ve dedi ki.

      –Tamam, tamam! Senin pahacı olduğunu çoktan anladım. Senle iş yapılmaz. Tamam, tamam! Al, bir kalıp tart, bakalım ne gelecek?

      Karapet Ağa, büyük kalıplardan birini kucaklayıp, teraziye koydu.

      –Bu on, bu da on, yirmi. Bu beş, bu üç, bu iki bu da yarım. Tam, otuz buçuk girvenke. Otuz girvenkesi, otuz abbası7, bu altı manat, dokuz şahısını çıkalım, beş manat, on bir şahısı kalır.

      Karapet Ağa, teraziden şekeri alıp, yere koydu.

      –Karapet Ağa, şimdi Allah’a şükür, beni tanıdın mı?

      –Nasıl, yani, tanıdım mı?

      –Şimdi benim kim olduğumu bildin mi?

      –Sen kimsin?

      –Ben, Danabaş köyünün muhtarı Hudayar Bey’im.

      –Ben de ikinci sınıf tüccar Karapet Ağa’yım.

      –Allah babana rahmet eylesin. Bunları şunun için söylüyorum. Şimdi dünyada sahtekâr adamlar çoğaldı. Birisi gelip, paranı üç gün sonra getireceğim diye, veresiye alış veriş yapar, Allah’a peygambere yemin eder. Üç gün, bir ay olur, belki de üç yıl. Ama Allah canımı alsın da böyle sahtekârlık yapmayayım. İşin aslı, bugün böyle oldu, şehre gelirken yanımda para getirmemişim. Şimdi, ben şekeri götüreyim, inşallah sabah erkenden, senin beş manat, on bir şahını buraya getiririm.

      Karapet Ağa, bu sözleri işitince hemen şekeri götürüp yerine bıraktı, dönüp, sağ elini Hudayar Bey’in omzuna koydu, sol eliyle kapıyı gösterdi:

      –Hadi, çık git! Çabuk, git burdan! Hemen şimdi def ol!

      Hudayar Bey, bir şey söylemeden dükkândan çıkıp,