Celil Memmedguluzade

Danabaş Köyü


Скачать книгу

mı?

      Sadık, ansızın hocadan şunu sordu:

      –Hoca, ekmeğe Arapça’da ne denir?

      Hoca, çubuğundan bir nefes çekip, öksürdü. Biraz sonra dedi ki:

      –Gardaşım Arabistan’da ekmek olmaz ki, ekmeğe bir ad koysunlar. Orada pirinçten başka bir şey yemezler.

      Sadık, hocaya tekrar sordu:

      –Peki, pirince Arapça’da ne denir?

      Hoca, çubuğundan bir nefes çekip, öksürdü, biraz sonra cevap verdi:

      –Arkadaş, sen sahiden laklakçıymışsın. Köylüler, sana yerinde laklakçı demişler.

      Bu sözleri söyledikten sonra hoca, abasını düzelterek, dükkândan çıktı gitti. Hepimiz, o gün akşama kadar gülmekten kendimizi alamadık.

      Meselâ benim adım Halil, benim adımı Gazeteci Halil koymuşlar. Vallahi, ben gazete nedir, bilmem. Gazeteciyse, aklı ve olgunluğuyla, güzel olaylar, güzel haberler toplayıp, o yana bu yana dağıtan kişidir. Fakat bilmem ki, nereden gazeteci oldum. İnşallah bana niçin “Gazeteci”, arkadaşım Sadık’a da “Lâklakçı”, yani çok konuşan dediklerini açıklarım.

      Bize saygı göstermek için koymuşlar; ikimizin de lakabı çok komik değil. Danabaş köyünde öyle lakaplar var ki, söylesem gülmekten katılırsınız. Meselâ; Girdik Hasan, Deve Haydar, Yalancı Sebzali, Eşek Muhtar, Tavşan Kasım. Kısacası, böyle ayamalar, Danabaş köyünde sayısızdı. Eğer hepsini söylemeye kalksam, Rusya’nın kağıthanelerinde kağıt kalmaz.

      Arkadaşım Sadık’ın adını, “Laklakçı” koymuşlar. Bizi yaratana yemin ederim ki, bu lakap ona hiç yakışmıyor. Sadık’ın çok konuştuğu doğru. Her tarafta öyle konuşarak oturur. Söyler, söyler, yorulmak nedir, bilmez. Ama, ne yapayım, öyle tatlı konuşan da bence yeryüzünde yoktur.

      Üstelik, bizim Danabaş köyünde, her çok konuşana, laklakçı dendiğini herkes bilir. Sonuç olarak, her çok konuşan bir değil. Ben, sabahtan akşama kadar konuştukları hâlde, konuşmalarına hiç doymadığım öyle kişiler tanıyorum ki. Şayet, her konuşana laklakçı denseydi, vaizlerin hepsine laklakçı dememiz gerekirdi; çünkü onlar, minbere çıkınca, inmeyi bilmezler.

      Hayır, her çok konuşana laklakçı denemez. Birisi, Allahuteala hakkında sohbet etmeye başlıyor, bir başkasıysa Kerbela’ya ve Mekke’ye gidişini anlatıyor, böyle kişilere laklakçı denir mi? Hayır, olmaz; böyle konuşmak, günahtır, haksızlıktır.

      Bırak, herkes ne derse desin. Bırak Sadık’a da “Laklakçı.” desinler; ama o ölene kadar benim arkadaşım, dostum ve dert ortağımdı! Bazısı kızını kötüler, bazısı anasını. Belki de Sadık hakikaten laklakçıydı. Ama o konuşunca gerçekten, yanaklarından öpmek için kalkmalıyım.

      Peki, bana niye “Gazeteci” diyorlar? Sebebini açıklayayım. Bana, Sadık’la arkadaşlık etmeye başlayınca “Gazeteci” dediler. Gerçekten de benim adımın Gazeteci konmasına sebep, arkadaşım Sadık’tı.

      Burada konu biraz uzadı.

      Biz tanışalı iki yıl oluyor. Tanışmamız şöyle oldu: Bir gün, koltuğuma birkaç top basma alıp, Sadık’ın dükkânına gittim. O zamana kadar aramızda böyle bir arkadaşlık yoktu. Biraz oturdum. Sadık, bir çubuk doldurup verdi, içmeye başladım. Dükkânda yalnızdık. Çubuk çekmekle meşguldüm. Tabii ki, Sadık konuşmaya başladı. Önce de arzettiğim gibi, onun sohbeti daima hoşuma giderdi. Ama bu kez büsbütün âşık oldum. Arkadaşım, bu defa öyle tatlı bir şey anlatıyordu ki, belki yirmi, otuz müşteri dükkâna girdi ve boş çıktı. Her gelene “Senin istediğin şey dükkânda yok.” diyorduk. Anlattı, anlattı, anlattı, nihayet bir yerde durdu. Sonra dikkatle yüzüme baktı, bir ah çekti ve dedi ki;

      –Emmoğlu Halil, benim bir arzum var.

      –Gardaşım arzun nedir?

      –Emmoğlu, biz ölüp gideceğiz, lâkin bu güzel hikâyeler unutulacak diye çok esef ediyorum.

      –Emmoğlu, hiç üzülme, bu olayları yazıya geçiririm ve kitap bastırıp adını “Danabaş…” koyarım. Biz ölüp gideriz, ben ölünce, beni ne Kerbela’ya götürsünler, ne de övsünler; çünkü ben Allahutealanın talihli kullarındansam, övgüsüz de ahirette yüzüm öyle ak olacak, günahkar bir kulsam, ne övgü yardım eder, ne de başka bir şey. Varımı yoğumu satıp paraya çevirmelerini, yazdığım hikâyeleri baskıya vermelerini, kitapları ona buna bedava dağıtmalarını vasiyet ederim.

      Sözlerimi bitirdim, Sadık, hızla yerinden kalkıp, beni sımsıkı kucakladı, iki yanağımdan öptü ve ağlayarak dedi ki:

      –Emmoğlu, benim tek arzum buydu. Onu da sen yerine getirdin. Allah, iki dünyada seni hasret içinde bırakmasın.

      Evet, benim azizlerim, bizim arkadaş olmamız böyle oldu. Sonra, Sadık aklına bir şey gelince, güzel bir hikâye işittiğinde ya da başka bir konuyu hatırladığında hemen gelip beni bulurdu. Defteri çıkarır, kalemi alır, yazardım. Çünkü bu defter daima iç cebimde olurdu, zanaatım aynı zamanda köyleri dolaşmak olduğundan, boş vakitlerimde defteri çıkarıp okumaya başlardım. Bir müddet çok ilgi çekti. Yalnızca yeni bir hikâye okuyayım diye, beni nerede görseler, çağırıp konuk ediyorlardı. Adımı, önce masalcı koydular; sonra baktılar ki bu ad bana yakışmıyor. Sözün kısası, adım “Gazeteci” kaldı.

      Hakikaten, adımın “Gazeteci” olmasına sebep olan arkadaşımdı, nasıl olduğunu siz de görüyorsunuz. Gerçekten, anamın babamın koydukları adımın yanına başka bir ad uydurmaları bana hoş gelmiyor; ama yine de üzülmüyorum.

      Bırak, cahiller ne derse desin. Çoğu zaman, cahil iyiye kötü, kötüye de iyi der. Belki de halkın bize gülmesiyle biraz övünmeliyiz.

      Dünyada pek çok insan, halktan şikâyetçidir. Biz de dağarcığımızı bu çuvalların dizisine çekiyoruz.

      Erivan vilayetinde, Danabaş köyünde, 1894 yılında yazılmıştır.

      Laklakçı Sadık ve Gazeteci Halil.

      EŞEĞİN KAYBOLUŞU

      Miladî takvimin, bin sekiz yüz doksan dördüncü yılında, Ağustos ayından önce, Danabaş köyünde garip bir olay meydana geldi. Olay şuydu; Muhammedhasan emminin eşeği çalınmıştı.

      Şüphesiz, bu olaydan kesinlikle haberi yok. Sözlerime de inanmayacak; çünkü, gerçekten de eşeğin kayboluşu öyle şaşılacak bir şey değil ki, bundan da garip bir olay çıksın. Her köyde, her şehirde, bir eşeğin kaybolmadığı gün olmaz. Ama, hayır, Muhammedhasan emminin eşeğinin kayboluşunun başka eşeklerin kayboluşuyla bir kıl kadar bile benzerliği yok.

      Vallahi, billahi, Muhammedhasan emminin eşeğinin kaybolması öyle garip bir olay ki, anlatayım, siz de dinleyip tadına varınız.

      Önce bakalım, Muhammedhasan emmi kim?

      Herkes Danabaş köyünü bilir, elbette Muhammedhasan emmiyi de bilir. Çünkü, Muhammedhasan emmi köyün sayılan şahıslarındandır. Muhammedhasan emmi, elli dört, elli beş yaşlarında, fazla değil. Sakalları ağarmışsa da, “Fakirlik beni sıkmasaydı, yaşımın kırktan fazla olduğunu kimse söylemezdi.” diye yemin eder. Muhammedhasan emmi, yalan da söylemiyor; çünkü bu yaşında bile adamın yanakları yine kıpkırmızıdır.

      Muhammedhasan emminin başına çok şey gelmiş. Hepsini anlatmaya kalksak, çok uzun sürer. Muhammedhasan emminin başına neler gelmiş, ne işlere düçar olmuş!

      Felek, bu adamın yüzüne gülmemiş, vesselam.

      Muhammedhasan emmi on, on iki yaşlarındayken, babası