Celil Memmedguluzade

Danabaş Köyü


Скачать книгу

aksine belki de bu yüzden, üstelik ayağa kalkarak, selâm verdi, beye baş köşede yer gösterdi.

      Hudayar Bey, tekrar selam verip, baş köşeye geçti, oturdu, şekeri yere bıraktı.

      Kadı’nın odası büyük, yüksekçe, temiz bir odaydı. Bu odada otuz yedi terek ve göz vardı. Hiçbiri boş değildi. Gözlere pek çok kavanoz ve sayısız çini kap dizilmişti. Tereklere birkaç semaver, küçük sandık, nargile, dört beş kalıp Rus şekeri ve hırdavat şeylerden sıralanmıştı. Beş on sandık, bohça ve elbise ile, iki raf kitapla doluydu. Büyük ve küçük pek çok değerli halı, kilim serilmişti.

      Odanın baş tarafına, üç büyük demir sandık konmuştu. Sandıkların üstüne adam boyunca halılar, kilim ve keçeler, palazlar yığılmıştı. Bir tarafa da çarşafa sarılmış dört beş kat yorgan, döşek sırayla dizilmişti.

      Kadı, kadife minder üstüne oturmuş, çift yastığa dayanmıştı.

      Hudayar Bey, şekeri çıkarıp öylece koydu. Kadı, gülerek Hudayar Bey’e bakıp, dedi ki:

      –Bey, bu şeker ne, bu ne iş?

      Hudayar Bey, gülerek cevap verdi;

      –Kadı Ağa, hayırlı bir işimiz var. Bu şekeri ağız tatlılığı olsun, diye getirdim.

      –Tatlı arzuna ulaşasın, gardaşım. Herhalde nikâh kıydıracaksın.

      –Hayır, Kadı Ağa, nikâh değil, imam nikâhı.

      –Ne zararı var, imam nikâhı daha iyi… Çok güzel, çok güzel. Allah mübarek etsin. İmam nikâhını sen kendine mi kıydıracaksın, başkası mı kıydıracak?

      –Hayır, Kadı Ağa, kendime kıydıracağım, eğer iş yoluna girerse.

      –Ne buyurdun, iş yoluna girerse mi?

      –Evet, Kadı Ağa, işi bir şekilde yoluna koyarsanız, size duacı oluruz.

      –Daha ne şekli var ki! İmam nikâhı, okurum biter, gider ya.

      –Güzel buyuruyorsunuz, Kadı Ağa, ama hanım tarafından bir vekil olması lâzım.

      –Elbette, vekil olmasın demiyorum ki, vekil de olmalı, şahit de olmalı. Vekilsiz, şahitsiz imam nikâhı kıyılmaz ki.

      Hudayar, başını aşağı indirdi, biraz düşünüp cevap verdi.

      –Evet, öyle.

      Kadı, tekrar Hudayar Bey’e baktı:

      –Peki, senin vekilin, şahitlerin hani?

      –Şimdilik, ne vekil, ne şahit var. Bakalım, nasıl olacak?

      Kadı, çok şaşırdı:

      –Senin ne vekilin var, ne şahidin var ha! Ben nasıl nikâh kıyacağım?

      –Evet, öyle Kadı Ağa, öyle.

      –Vallahi, ben senin sözlerini anlamıyorum. Eğer, imam nikâhı kıydırmak istiyorsan, hanım tarafından bir vekil gelmeli ki, ben de imam nikâhını kıyayım. Vekiller ve şahitler burada değilse, sonraya kalsın. Onlar da gelsin, o zaman nikahını kıyayım. Hayır, burada başka bir engel varsa, artık orasını da sen bilirsin.

      Hudayar Bey, Kadı’nın sözlerinden sonra biraz daha sustu, sonra doğrulup, kapıya doğru bakarak, alçak sesle dedi ki;

      –İşin doğrusu, Kadı Ağa, benim bir isteğim var. Allah’tan gizli değil, sizden niye gizli olsun?!

      –Söyle, söyle bakalım. Tabii, benden niye gizleyeceksin?

      Kapı açıldı, genç delikanlı, tepsi içinde iki bardak çay getirip, birini Kadı’nın, birini de Hudayar Bey’in önüne koydu. Kadı, delikanlıya odada durmamasını işaret etti. Oğlan çıkıp gittikten sonra, Hudayar Bey, alçak sesle başladı:

      –Kadı Ağa, işin aslı şu; bizim Danabaş köyünde dul bir kadın var. Çoktandır onu nikahlamak aklımdaydı, lâkin kadın gelmiyor. Bilmem ürkütüyorlar mı, nedir? “Gitmem de gitmem.” diyor. Şimdi böyle kaldım. Sizin huzurunuza gelmekteki amacım şuydu; bu arzumu size ulaştırayım, bakalım, siz ne buyurursunuz. Bu probleme belki bir çare bulursunuz.

      Bu sırada, kız çocuğu başını kapıdan içeri uzattı ve dedi ki:

      “Baba, anam burda mı?

      Kadı, kıza bağırınca kız gitti. Sonra, genç delikanlı nargileyi getirip Kadı’nın önüne koydu. Oğlan, orada kalmak istedi. Kadı, gitmesini işaret etti. Kadı, nargileyi ağzına alıp, yüzünü misafire döndü;

      –Peki, şimdi ne yapalım diyorsun?

      –Kulun olayım Kadı Ağa, nasıl olursa olsun bu işi halletmelisin.

      Kadı, nargileden derin bir nefes alıp, başını sallayarak:

      –Tamam, getirdiğin iki şekerle, zorla kadını senin koynuna koyarız. Git, be ahmak adam!

      Hudayar Bey, Kadı’nın cevabı üzerine biraz doğrulup, sağ elinin şehâdet parmağını yukarı kaldırarak dedi ki.

      –Bak, ey Kadı Ağa, bizi yaratan Allah’a yemin olsun ki eğer benim bu işimi halledersen, başımı senin yolundan esirgemem.

      –Gardaşım, bana senin başın lâzım değil, Allah, başını selâmet eylesin. Bana bu lazım, bak bu!

      Kadı bu sözleri söylerken, sağ elini de yerden büyük bir şeker kalıbı boyunca yukarı kaldırmıştı. Sözlerini bitirdi ama, elini indirmedi. Bu durumda tutup, dikkatle Hudayar Bey’in yüzüne bakıyordu. Hudayar Bey, razı olduğunu belirtince elini indirdi.

      –Kadı Ağa, neler düşünüyorsun? Ben söz verip, ardından, sözünde durmayan adamlardan değilim. Adam başına kalpağı niçin takar? Şunun için; ona adam desinler diye takar. Bir adam ki, yüzüne bir şey söyledi, eşikten çıkıp, başka bir söz söyledi, artık onda adamlık sıfatı kalmaz! Sen bir kalıp Rus şekeri diyorsun, ben on bir kalıp getireyim. Kendini niye üzüyorsun? Param mı yok benim? Hayır, senin gibi ağaların yanında utanmayacak kadar zenginliğim var. Sen kafanı başka yere takma.

      Hudayar Bey, sustu, Kadı başladı:

      –Allah seni utandırmasın. Dostum, nasıl bir insan olduğunu ben adamın yüzünden anlarım. Şimdi ihtiyar bir adamım. Yaşım yetmiş, belki daha da fazla. Kendime göre de tecrübem var. Adamın yüzüne bakınca nasıl adamdır, bilirim. Ayrıca görünen görünmeyenin aynasıdır. Yüzüne bakar bakmaz nasıl biri olduğunu kesinlikle bildim. Eğer senden şüphe etsem, ümitsiz olsam, hiç bu kadar konuşmazdım… Ama, hayır, maşallah fazlasıyla liyakatli bir adamsın. Ben de sonunda senin yanında utanırım diye, öyle davranıyorum. On bir kalıp şekeri ben ne yapayım? Bana iki kalıp şeker getirirsen birini bölüp, ağız tatlılığı için fakir fukaraya dağıtırım. Nasıl ki, sen de söyledin, senden bir kalıp Rus şekeri alacağım , vesselam. Yoksa, benim fazlasına tamah ettiğim yok. Elbette, şekerin yanı sıra, bir kilo çay getirirsen, itiraz etmem.

      –Bak bu gözüm üstüne, bak bu gözüm, bak gözüm üstüne, bak bu gözüm üstüne…

      Bu sözleri söylerken Hudayar Bey, sol elini, kâh sağ gözünün, kâh sol gözünün üstüne koyuyordu. Sonunda sözünü şöyle bitirdi;

      –Kadı Ağa, daha ne diyorsun? Bunların hepsi başım üstüne. Peki, şimdi sen işimi nasıl halledeceksin?

      Kadı, başını aşağı indirdi, biraz tesbih çevirip, “Ya Allah!” dedi ve ayağa kalktı. Gitti, kitapları karıştırıp, kara ciltli bir kitap getirerek, açtı. Gözlüğünü taktı ve alçak sesle okumaya başladı. Kadı’nın sesi çıkmıyor, ancak dudakları kıpırdıyordu. Kadı’nın okuması on dakika sürdü. Sol elinin şehâdet parmağını kitabın bir yerinde