Celil Memmedguluzade

Danabaş Köyü


Скачать книгу

ortadan bölmüş, sokak tarafına bir kapı açmış. Buraya birkaç torba un, dut kurusu, iğde getirip, ticarete başlamış, tâ ki bu yaşa gelmiş. Sıkıntısının da şüphesiz şimdi gittikçe arttığını görüyoruz.

      Muhammedhasan emmi, şimdi tutumlu davranarak, zorlukla geçimini sağlıyor. Lakin, fakir olsa ne olur, Muhammedhasan emmi, çok iyi bir insandır. Gerçekten adam akıllıca davranmıyor; bu yoksul günlerinde bile hiçbir şeyi esirgemiyor. Birisi gidip “Muhammehhasan emmi, bana üç dört manat para lazım.” dese şayet kendinde varsa, hemen çıkarıp verecek, yoksa uğraşıp ne şekilde olursa olsun, başkasından bulacak, onun işini halledecek. Gerçekten, Muhammedhasan emmi, çok iyi bir adamdır.

      Muhammedhasan emmi, dünya malına asla ve asla önem vermezdi. Lâkin tek arzusu vardı. Muhammedhasan emmi, üç yıldır, Kerbela ziyaretine niyetleniyordu. Çok dindar biriydi. Doğrusu geçimi yolunda gitseydi, Muhammet-hasan emmi şimdi kutsal yerlerin hepsini kesinlikle görmüş olurdu. Ama, ne yapalım, fakirlik, adamı mesuliyetli olduğumuz işlerden de alıkoyuyor. Sözün kısası, Muhammethasan emmi, çoktandır Kerbela’ya niyetleniyordu. Zavallı Muhammethasan emminin, bu güzel fikre kapılmadığı yıl olmazdı. Ziyarete gidenlerin anlattıklarını, her işittiğinde, Muhammethasan emminin gözlerinden yaş çeşme gibi akmaya başlardı.

      Fakat, ne yapalım, fakirliğin evi yıkılsın. Şimdiye kadar zavallı adamın elini ayağını bağlamış, bırakmıyor ki, bir yana kıpırdasın.

      Üç dört ay öncesinin bir hadisesiydi. Muhammethasan emmi, uyudu ve bir rüya gördü, uykudan kalkıp, karısını çağırdı, “Hanım, nasıl olursa olsun, bu yıl inşallah Kerbala’ya gitmeliyim.” diye haber verdi. Rüyasını bu güne kadar kimseye anlatmadı, fakat şunu söyledi: Rüya gördüm, nasıl olursa olsun, Kerbela’ya gidip, altı köşeli kabri3 ziyaret etmeliyim.”

      Muhammethasan emmi, son üç dört aydır, gidiş hazırlığındaydı. Ziyaret şevki, Muhammethasan emmiyi dünya işlerinden büsbütün uzaklaştırmıştı. Bu fikre kapıldıktan sonra, dükkânı boşlayıp, biraz arpa ve darı unu tedarik ederek, evine koydu.Ev için, para gerektiren şeyleri hazırlamış, ziyaretçilerin yola çıkmasını bekliyordu.

      Muhammethasan emmi, önce yayan gitmek istedi. Çünkü, bilindiği gibi yayan ziyarete gitmenin sevabı hayvanla gitmekten çoktu. Ama, sonra baktı ki, iki aylık yolu yayan gidip gelmek yaşına uygun değil. Peki ne yapmalı? Muhammethasan emmi, sonunda çaresiz kalıp, kendinden, başkalarından on, on beş manat buluşturup, bir eşek aldı. Elbette, eşek attan iyiydi. Evvelâ şunun için; eşek attan ucuzdu. Muhammethasan emmi, ata verecek otuz kırk manatı belki hiç bulamayacaktı. Üstelik, birisi eşekle ziyarete gitse, diğeri atla gitse, elbette eşekle gidenin ziyareti Allâhuteâlâ huzurunda daha çabuk mertebeye ulaşır.

      Evet, Muhammethasan emmi bir eşek aldı, Lâkin bu eşek başı belâlı bir eşekti.

      Günlerden bir gün, Muhammethasan emmi, sabah erkenden uykudan kalkıp, giyindi. Namazını kılıp, çıktı, avluyu dolaştı. Tavuklarını, civcivlerini çağırarak, biraz tane serpti. Tavlaya girip, eşeğin önüne birkaç avuç arpa döküp sokağa çıktı. Sokak kapısının ağzına çömeldi, çubuğunu ve kesesini çıkardı. Çubuğunu doldurup, çekmeğe başladı. Biraz sonra, birkaç köylü, selam verip sıra ile çömeldiler ve çubuklarını çıkarıp başladılar çekmeye. Bu köylülerin hepsi, Muhammethasan emminin komşusuydu.

      Köylüler, biraz çubuk çekip, biraz öksürerek, sohbete başladılar. Sohbet, Kerbela’ya gidenlerin yola çıkmalarına gelmişti. Çünkü, oturanların hepsi Muhammethasan emminin ziyaret niyetinden haberdardılar. Elbette, bu sohbette Muhammethasan emminin de adı geçiyordu.

      Sohbet çok uzadı. Evvelâ ziyarete gitmenin sevabından başladılar, sonra ziyarete gitmenin şartlarına geçtiler. Muhammethasan emininin sol tarafında oturan kişi ortaya bir mesele attı;

      –Peki, bakalım, birisi ziyarete gidiyor, ziyaretini yapıyor, sonra dönüp memleketine geliyor. Biz toplanıp sırayla bu adamı görmeye gidiyoruz ve birlikte “Ziyaretin kabul olsun.” diyoruz. Acaba, bakalım bizim dileğimizle bu adamın ziyareti kabul olur mu, olmaz mı? Peki, bizim ona söylediğimiz söze bakalım, bu sözlerin bu şahsa faydası var mı, yok mu? Mesela, Muhammethasan emmi, şimdi senin ziyarete niyetin var. Allah selâmet versin, sağ selâmet gidip, evine dönesin. Şimdi, elbette Allah izin verirse, döndükten sonra hep birlikte seninle görüşeceğiz. “Ziyaretin kabul olsun” diyeceğiz. Bu sözlerin, bu görüşmenin sana hayrı var mı, yok mu? Bence yoktur. Çünkü, sen ziyaretini bundan bir ay, belki de bir buçuk ay önce yapmışsın. Senin ziyaretin eğer Allah huzurunda kabul olunduysa, artık sana dua etmemizin faydası ne? Şayet, kabul olunmadıysa, yine faydası yok. Bizim dilememizle kabul olmayacak ki!

      Adam, sözünü bitirip Muhammethasan emmininin yüzüne dik dik baktı. Diğerleri de gözlerini yere indirip , düşünceye daldılar; çünkü, gerçekten bu mesele, derin bir meseleydi. Muhammethasan emmi, tekrar cebinden kesesini çıkarıp, çubuğunu doldurmakla uğraştı, sonra sol tarafında oturan komşusuna dönerek konuşmaya başladı:

      –Güzel diyorsun Meşedi Oruç emmoğlu, lâkin senin dediğin gibi olmuş olsa, o vakit her şey doğru olmaz, aradan dostluk kalkar. Birisi ziyarete gitse, evine gelse, hiç kimse görüşmeye gitmese, artık bu müslümanlık olmaz ki! Şimdi, farz edelim, ben ziyaret edip, evime gelmişim, sen, benim görüşüme gelmem mi diyorsun?

      Meşedi Oruç, hızla elini Muhammethasan emmiye doğru uzatıp, biraz doğrularak dedi ki:

      –Yok, vallahi, Muhammethasan emmi, sen benim dediklerimi anlamadın. Senin söylediğin benim sorumun cevabı değil. Senin ziyaretine elbette geleceğim. Dediğim şu; bakalım, acaba benim bu gelişimin sana menfaati var mı, yok mu? Ben, bunu soruyorum.

      Muhammethasan emmi, ikinci kez “Görüşmenin herhalde menfaati var; çünkü, görüşme olmasa aradan dostluk kalkar.” diye cevap verdi. Oturan köylülerin hepsi, bu konuda Muhammethasan emminin tarafındaydılar; Meşedi Oruç’un meselesiyse derin bir meseleydi, ama hepsine akıl almaz göründü. Birisi ziyaretten, gelecek onunla görüşmeyeceksin, nasıl olur ki?

      Bu mevzu, en az bir saat sürdü. Çubuklar doluyor, boşalıyordu. Hepsinin önünde büyük bir kül yığını oluştu.

      Sohbetin en tatlı zamanıydı, sol taraftan, köşeden bir adam çıktı, hızlı hızlı yürüyerek köylülerin yanına geldi, selâm verip yüzünü Muhammethasan emmiye çevirdi:

      –Muhammethasan emmi, oğlanı acele gönder, tavladan eşeği çıkarsın, şehre kadar bineceğim, reis istiyor.

      Köylüler, hemen ayağa kalkıp, selamı aldılar.

      –Baş üstüne, baş üstüne, eşek sana kurban olsun. Şimdi gidip, kendim çıkarıp getireyim.

      Muhammethasan emmi, böyle deyip, hemen avluya girdi.

      Muhammethasan emmi, eşeği getire dursun, bakalım, bu adam kimdir, necidir?

      Şunu anlamak kolaydı, bu adam, önemsiz biri değildi. Evvelâ şunun için; köylüler sohbetin en tatlı havasında, onu görünce ayağa kalktılar, belki de başlarını eğdiler. İkincisi de, Muhammethasan emminin gözünün ışığı, herhalde sadece biricik eşeğiydi; çünkü, bu eşeği, binip, Kerbela’ya gitmek için aldı. Onu yolda bırakmaması için, gece gündüz bu hayvana hizmet ediyordu. Sonra, Muhammethasan emminin, eşeği bir yana götürüp yorarlar diye, hiç kimseye vermeyeceğini herhalde tahmin etmek gerekirdi. Fakat, bu adam istediğinde Muhammethasan emmi, onu kendi eliyle çıkartıp getirdi.

      Peki, bakalım, bu adam kimdir, necidir?

      Evet, bu eşeği isteyen şahıs, önemsiz bir adam değildi. O, Danabaş köyünün muhtarı Hudayar Bey’di. Hudayar Bey’in geçmişinden söz etmek istemiyorum;