Zordun Sabir

Anayurt - I


Скачать книгу

on ho tarlamdan yedi hodan buğday çıkarsa yetmiş ho, senin beş ho tarlandan on beş hodan buğday çıkarsa yetmiş beş ho, evet, on iki hodan çıksa bile…”

      “Bu tarlayı üç defa sürdüm. Dört yerinde harman yaptım. Öküz ve koyun sürülerimi, sizin koyunlarınızı buradan besledim. Çürümüş saman, at, öküz gübresi bu tarlayı oldukça kuvvetlendirdi…”

      “Biliyorum, bizim ekinden seninki iyi dedim ya!” dedi Bay, bunları çekemeyerek: “Ketenlerin de iyi yetişmiş, altı yedi hodan ürün alacaksın, diyorum ya! Bu sene kışın şehre gitme, sen olmasan eğlence coşkulu olmaz bak! Dün akşam eğlenceyi sen coşturdun!” Akşam, sözcüğünü üzüntüyle dile getirdi Muhtar Bay. Çünkü Ziyavdun’un sesi, Reyhan’ın cilveli bir şekilde “Baturum, padişahım…” diye övgülü sözleri aklından hiç çıkmıyordu. Dişini sıkarak “O kancığa haddini bildireceğim!” diye yemin etmişti. Mahallede hiçbir kadın onun isteğini reddetmemişti ve hiçbir kadın ona yabandomuzu diye küfretmemiş, kocasını överek hayâsızca ona gösteriş yapmamıştı. Muhtar Bay bunun intikamını alacaktı. Kocasının şehre gitmesine engel olabilirse Reyhan’a haddini bildirebilirdi.

      “Şehre gitmezsem olmaz!” dedi Ziyavdun, inat ederek: “Evi sana bırakayım, Kazakların sürülerime baksın, Nuri’yi okutmam gerek abi! Canım pahasına olsa da oğlumu sonuna kadar okutacağım. Onu göremezse annesi dayanamaz, ben de öyle!”

      “Hey aptal, evet desene! Bu sene Resiliklerle12 yüzbaşılık koltuğu için mücadele edeceğiz! Beylik koltuğunu Abduömer Kaşgarlıya kaptırdığından, Kasım Mirap, Sidir Şang yo, Dursun Yüzbaşıların itibarı düştü. Onu ele geçirmemiz gerek. Resililer ile Kaşgarlılar yerlerimizi gasp etti. Biliyorsun, senin deden ve benim babam bu köyün hakimiydi. İkimizin yetmiş seksen, otuz kırk ho tarlamız olsun da niye üç dört bin ho tarlamız olmasın? Benimki seksen, seninki kırk hodur. Biz, Gazi Hacı, Hidilşah Hacı, Neridşah Bay’ın neslinden olduğumuz halde, bu kadarcık tarlaya sahibiz. Abduömer Kaşgarlı, Setivaldı Tilki gibi Resilikler yüz ho, doksan ho yerin sahibi. On ağıl koyun, onca hizmetçi, nice hatun, hükümet damgası onların elinde. Onlar nereden aldı? Bizden kaptılar, bizden çaldılar, bizi kandırdılar. Aptal Tarancılar, iki ho arsayı bir tane iğne, bir tane karaağacı bir kerpiç çay, bir koyunu bir tane şalgam karşılığında sattılar. Şimdi onlar efendi, biz köle olduk. Vay anasını! Bak, onlar bugün nasıl böbürleniyor!”

      “Doğru söylüyorsun, onlar bizim topraklarımızda kök salarak büyüdüler.”

      “Böyle giderse yarın hatun kızlarını da gasp ederler. Kaşgarlılar tıpkı bir karaağaçtır, bir tanesi bir yılda bin tane olur. Resilik ise sarı sarmaşık gibi her yeri sarar. Gitme Ziyek, kış boyunca onlarla çarpışırız!”

      Muhtar Bay Ziyavdun’a bir kuzulu koyunla birlikte iki kuzuyu daha vereceğine söz vererek onu bu sene şehre gitmemeye ikna etti. Muhtar Bay’ın dediğine göre, bu yıl kışın Tarancı zenginlerinin eğlence toplantısı Muhtar Bay’ın evinden başlayacakmış. Muhtar Bay hizmetkârlarını dağa gönderip, tanıdık Kazaklarına kışın içecek kımız için üç kısrak hazırlamayı buyurmuş. Dul kısraktan birini, semiz taydan birini kışlık azık için hazırlamış. Şehirden çalgıcı, latifecileri getirip kış boyunca evinde misafir edecekmiş. Hakimbey Hoca’yı ilk eğlence toplantısına davet etmek için Kasım Mirab ile birlikte onun huzuruna girecekmiş. Hocaya Ziyavdun’u özel olarak tanıtıp onun Tunganlar13 isyanında Ruslarla iş birliği yapıp Tunganları kovmada katkıda bulunduğunu, kendisinin usta nişancı, at yarışmacısı, güreşçi, şarkıcı, tef çalgıcısı ve ekin biçici olduğunu, oğlu Nuri’nin şehirde okuyup ün kazandığını tek tek anlatacakmış. Ziyavdun tarladan bugünkü gibi sevinçle dönmemişti. Akşamleyin boz atına bir bağlam yoncayı yükleyip yoncanın üzerinde yana doğru oturarak orağı tef gibi çalıp yedi ses tonunun yüksekliğinde bağırarak köye girdi. O yamuk yakalı gömleğinin yakasını açık bırakıp, yırtık deri şapkasını gözünü kapatırcasına takmış, hangi renkte olduğu belirsiz takkesini kafasının arkasına geçirmiş, kulağının üzerine bir çiçek kıstırmıştı. Mescidin önünden geçerken, mescit önündeki karaağaca yaslanarak oturanlar ona nefretle baktılar.

      “Ziyek Cinci, ramazan ayında niye bağırıyorsun, oru cun bozulmaz mı hey şehirli?” dedi dün akşam düzenlenen eğlenceye gücenen Mira Kadı, ellerini sallayıp.

      “Kazara!” dedi mahalle imamı onu takiben Ziyavdun’u suçlayarak:

      “Ziyavdun oruç tutmuyor, sahura kalkmıyor, iftar etmiyor, mescide de gelmiyor. İmanı zayıf bu adamın!”

      Ziyavdun büyüklerin sözlerine kızmadı, attan sıçrayarak inip herkese selam verdi ve atın ipini bastırarak yerde diz çöküp oturdu:

      “İnsanız, söyledikleriniz doğru ama alışmışım, şarkı söylemeden edemem. Doğru, Allah’ın üç farzını yerine getiremiyorum ama iman ile zekâtı asla unutmadım.”

      “Doğru” dedi imam hemen:

      “Buğdayı ayıkladıktan sonra ilk ürününü zekâta ayırıp vakıf deposuna döküyor. Eli açık bir adam bu. Üstelik kabristanın yanındaki iki ho arsayı vakfa verdi.”

      “Bir ho arsa.” diye düzeltti Ziyavdun:

      “Sarmaşıklı arsa da iki hoya denk geliyor imam hazretleri.”

      “Yaz boyunca su toplanıp göl olan, kurbağaların şarkı söylediği arsanı da tarla sayıyor musun? Olsun, o da vakfın yeri olsun.”

      İşte o anda Muhtar Bay kara atını oynatıp mescit önünden geçti ve Ziyavdun’u görünce atının başını çekti:

      “Niye diz çöktün Ziyek, suçun ne? Kaşgarlıya arsa vermen, Çilekliye su vermen suç mu yani? Kalk, eğilme bunlara!”

      “Oruç tutmamış.” dedi Mira Kadı isteksizce kıpırdanarak:

      “İmam hazretleri öğüt veriyor.”

      “Oruç açların, namaz ise zamanı boşların işidir.” Muhtar Bay kara sakalları arasından bembeyaz dişlerini gösterip şeytanca güldü:

      “Ben de oruç tutmadım ama cemaati iftara davet ettim.

      Hadi imam hazretleri, cemaati getirin!”

      Muhtar Bay atını oynatıp uzaklaştı, başındaki iki incisi olan şapka imam için hanın tacı, beyaz gömleği üzerinden bağladığı kuşağı ise korku verici kılıç idi. İmam garip bir çeviklikle ayağa kalkıp:

      “Maşallah, birazdan gideriz Muhtar beyim!” dedi.

      Bu görüntü, bu sesler Ziyavdun’un hoşuna gitti. Onun yeğeni buranın padişahıdır. Onun dediğini yaparsa Ziyavdun asla küçük düşmeyecek, kimseye muhtaç olmayacak. O daha da sevinip, boz atını alıp avlusuna girdi. Avludaki taraçada, kilim üzerindeki sofrada hamur yapmakta olan Reyhangül, kocasına merakla baktı:

      “Niye böyle yüzünüz gülüyor!”

      “Buğday da keten de harika, hatun!”

      “Ekinleri zamanında biçip, ürünleri toplayıp şehre bir an önce gidelim. Hep Nuri’yi merak ediyorum. Hüseyin Bay’ın fabrikasını nereden öğrendi o çocuk?”

      Reyhangül derin bir iç çekerek hamuru dürdü ve onu ustalıkla katlayıp:

      “Bu sene, pahalı olsa da Sayboyi, Döngmahalle14’den biraz büyük ev bulalım. Karadöng, Kökmesçit, Nuri’ye uzak sayılır. Onu, okuluna daha yakın bir yere yerleştirelim.” dedi.

      “Hatun, bu sene şehre gitmeyeceğiz.”

      “Neden?”

      “Muhtar