Çervyak'ın eviydi. Zengin Kormoş her pazar onlara misafirliğe giderdi. Çervyak'ın kapısının dibinde, sokak tarafında duran yük arabalı üç güzel at, sineklerin onları huzursuz etmesine tahammül edemiyor, ayaklarını sallıyordu. Baygilde ağabey bu atların renklerine, parlayan sırtlarına, gümüşlü hamut kayışlarına hayran kaldı.
“Zengin Kormoş, Ezmezulla Molla hatta Kör Sapıy da buradaymış. Ne diye erkenden toplanmış bu yaramazlar? Halktan gizli âlem yapıyorlar. Dur arkadaş, ben size bir şaka yapayım da görün…’
Baygilde ağabey onları daha çok da mollayı içki içerken yakalama, her yeri geldiğinde bunu insanların önünde anlatıp gülme ve onlardan intikam alma isteğine engel olamayıp hızla eve girdi. Masada neredeyse bozulmak üzere olan ikramlıklardan ve masanın altındaki ayaklarının arasında eğri biçimde duran boş rakı şişelerinin sıcaklığından oldukça keyif alan misafirler, boynuz vurmaya hazırlanan öküzler gibi ona baktı. Ezmezulla Molla saklamaya yetişemediği bardağını iki eliyle kapattı.
“– Hey sefil, kime baktın?” diyerek sessizliğini bozdu ev sahibi. Baygilde ağabey bu sözü işitmemiş gibi bağırarak gülmeye başladı.
“– Molla ağabey içki huri kızı değil ya! Niye onu bu kadar güzel kucaklıyorsun?”
“– Vay, dinden çıkmış!” diye mırıldandı molla “– İblis! İblisin ta kendisisin sen Baygilde…”
Zengin Kormoş iri göbeğini tutarak masanın arkasında durdu.
“– Ey miskin, tembel! İçip gezmeyi biliyorsun ama borcunu ödemiyorsun! Haydi, şimdi o on libre unun parasını çık!”
“– On libre un mu? Ne zaman aldım ben onu senden?” diye şaşırdı Baygilde ağabey.
“– Hanımın ölünce. Unuttun mu yoksa? Günlük orak vurarak çalışıp öderim diye yalvar yakar dilenerek aldın ya!”
“– Ha, o mu?” diye tekrar bağıra bağıra güldü Baygilde ağabey. “– Birincisi o on libre değil beş libreydi. Sonra, onu ben yemedim. Seğüre’nin yedi atası anılsın diye işte şu molla ağabey gözleme pişirtip millete yedirdi. Ha ha ha… Doğrusu ben o gözlemeyi yemedim de görmedim de. Ha ha ha! İşte bu molla ağabey benim Seğüremin kanını akıtıp öldürdü sonra gözleme yiye yiye onu anmaya başladı, ha ha ha!”
Zengin Kormoş hindi gibi kabararak Baygilde ağabeyin önüne geldi. “– Öde dedim, şimdi ödeyeceksin duydun mu sefil?”
Molla:
“– Vay dinsiz, vay iblis!” diyerek oturduğu yerde zıpladı. Kör Sapıy beyaz düğmeye benzeyen gözlerini çatı tahtasına dikip bir şey olmamış gibi sofulara has bir edeple oturmaya devam etti. Konuşma Başkurtça devam edince ev sahibi uzun süre söze katılamadı. Ama Zengin Kormoş o beş libre un için Baygilde’nin boğazını parçalayacak kadar hırslanmıştı.
“– Öde dedim, yoksa ne olur biliyor musun? Merhamet bekleme, işçi!”
Baygilde ağabey ayılmış gibi birden gülmeyi kesti. Sonra onu dolandıran bu kansız kişilere ayrı ayrı göz gezdirip nefretle:
“– Telaşlanma Zengin Kormoş” dedi. “– Gün gelir ben sana borcumu iki katı öderim. Hem de nasıl öderim… Sen zengin benim borcumu böyle aceleyle ödetmeye çalışma. Karnın yarılır…” Zengin Kormoş yaşlı hindiler gibi bir kızardı bir bozardı.
“– Ah, fitneci! Bu dediklerin için seni Sibirya’ya sürdürürüm biliyorsun değil mi?”
“– Biliyorum” dedi Baygilde ağabey çok sakin bir şekilde. “– İstediğini yap. Ben hiçbir şeyden hatta çardan bile korkmuyorum. Bana fark etmez. Ama gün gelecek senin karnın yarılacak! Duydun mu, nasıl olsa bir gün çatlayacaksın!”
Baygilde ağabey bu sözleri söyledi ve çıkıp gitmeyi isteyerek sırtını döndü. Lakin Zengin Kormoş vaşak hızıyla oturduğu yerden kalkıp onun arkasından başına vurdu. Baygilde ağabey sersemleyip, sallanarak pat diye yere yığıldı.
Bunu bekleyen Ezmezulla Molla ile Derici Çervyak da Kormoş’a yardıma geldi… Daha sonra Baygilde ağabey inleyerek kendine geldiğinde yanında parlak mavi gözlü, altın saçlı yabancı bir kadınla iri sarı çilli, yaz ayındaki gökyüzü gibi parlak, neşeyle bakan gözleri olan küçük bir çocuk duruyordu. Çocuk kendir dokuma havluyu kovadaki vücudu titretecek kadar soğuk pınar suyunda ıslatıp sıkarak altın saçlı kadına verdi. Kadın onları Baygilde ağabeyin başına ve göğsüne örttü. “Neredeyim ben? Kimsiniz? Ne oldu bana?” diye düşündü Baygilde ağabey.
Lakin sorusunu sesli söyleyemedi. Değirmen taşı altında ezilmiş gibi hissediyordu.
“– Anne, uyandı! Gözünü açtı!” diyerek sevinçle fısıldadı çocuk. “– Ölmemiş.”
“– Süt getir oğlum.” “– Şimdi getiriyorum anne.”
“– Hey, kardeş nasılsın?” diyerek endişeli şekilde gülümsedi altın saçlı kadın.
“– Seni nasıl da dövmüşler… Morarmayan yerin kalmamış. İyi ki Nikita gelmiş yoksa seni bu dünyadan yolcu ederdik… Al, iç hadi. Güç verir…”
Kadın oğlunun getirdiği bir bardak sütü Baygilde ağabeyin ağzına götürdü. Ama o bir yudumda sütü dibine kadar içip bitirdi. Çocuk bir iki bardak daha süt alıp geldi. Ancak bundan sonra Baygilde ağabey tamamen gücünü toplayabildi ve kendine geldi.
“– Sağ ol. İçimdeki ateşi söndürmüş gibi oldu vallahi!” dedi. Artık niye Nikita’nın evinde yattığını da niye yanında Nikita’nın karısı ile oğlunun durduğunu da anladı.
“– Evet kardeş anlat. Bana ne oldu? Nikita nerede? Ben size nasıl geldim?”
“– Nikita seni arabaya koyup getirdi, bize de sana bakmamızı söyleyip aceleyle gitti” diyerek cevapladı kadın. “Aleşa ile saatlerdir seni kendine getirmeye çalışıyoruz.”
“– Çervyaklarda seni dövmüşler ağabey. Çok dövmüşler” deyip mavi gözlerini kocaman açarak telaşla söze katıldı küçük Aleşa. “– Babam bize oraya vardığında senin dövülmekten kendinden geçtiğini söyledi.”
“– Evet, Nikita oraya iş için gitmişti” dedi kadın. “–Senin yerde, onların ayağının altında yattığını görünce:
‘– Siz ne yapıyorsunuz? Güpegündüz insan mı öldürüyorsunuz!’ diye farkında olmadan bağırmış. Onlar da öfkeyle ona bağırarak:
‘– Sesini çıkarma’ demiş ama Nikita onlara:
‘– İnsan öldürmeye hakkınız yok’ diye bağırmış. Sonra seni gelişigüzel tutarak dışarıya çıkarmışlar ve arabanın dibine fırlatmışlar:
‘– Git, pazar meydanına götür at bunu. Pazar günü içip içirenler orada çoktur. Ha ha ha, Baygilde de onlar gibi değil mi? Haydi o da orada dursun’ diye gülmüşler.
Sonra Nikita atını hızlıca sürüp seni buraya getirdi. Geri gitmezdi ama zenginin öfkesinden korktu. En ufak bir şey olsa işten kovarım diye korkutuyor merhametsiz. İşsiz kalırsak bizim gibi topraksız kişiler açlıktan ölür. Sen de biliyorsun…”
Baygilde ağabey Derici Çervyak’a yük taşıyıcısı olarak çalışan yakın dostu Nikitalarda iki üç gün yatınca ayağa kalkıp geri gitti. Göğsü nefes verirken daralıyor, başı çok ağrıyor ve dönüyordu.
“– Ciğerini ezmişler ciğerini!” diyerek bir of çekti Nikita’nın hanımı. Büyüklerin sızlanmasını dikkatle dinleyen küçük Aleşa şaşırarak:
“–