Zeyneb Biişeva

Aşağılananlar


Скачать книгу

uzunca süre uyuyamadı.

      IX

      Ertesi gün sabah Yeneş ile Yemeş erkenden Sıvakay ninelere gitti. Çocukların mutsuzluk içindeki küçük kalpleri birinden yardım, korunma ümit ederek kafesteki kuş gibi pır pır ediyordu. Lakin Sıvakay nine de onları üzüntülü bir yüz, yaşlı bir göz ile karşıladı.

      “– Evet, çocuklar annesiz kaldığınız yetmemiş gibi köyünüzden, yakınlarınızdan da ayrılacaksınız. Ey Allah’ım, ey Allah’ım niye sabilerden böyle intikam alıyorsun bilmiyorum, bir şey de anlamıyorum” diye yakınıp Yeneş ile Yemeş’in önüne büyük bir kasede yoğurt koydu. İki avuç kuş üzümü verdi.

      “– Yiyin çocuklar. Akşam toplayıp getirdim. Büyük bir kova topladım. Meyveler harap olmuş bu yıl. Kuraklık yılında hep böyle oluyor” diye keyifsizce söylendi.

      Kızlar kuş üzümünden bir iki parça yedikten sonra arkalarından İştuğan da geldi.

      “– Yeneş kardeşim, haydi gidiyoruz” dedi endişelenerek. “– Gidiyoruz!” “– Acele ettirme. Ulu Eyek’in meyvesini yesinler” dedi Sıvakay nine.

      “– Haydi, İştuğan oğlum sen de ye.”

      İştuğan divana gelip oturdu lakin kuş üzümüne elini sürmedi. Bu günlerde boğazına yemek girmiyordu.

      Sıvakay nine onun bembeyaz, kurumuş dudaklarına bakarak: “– Acaba ayran mı içsen oğlum?” diye sordu.

      “– Evet” der gibi başını salladı İştuğan. “– Boğazım kurudu nine.”

      Sıvakay nine ona soğuk pınar suyuyla büyük bir kâse yoğurt sulandırıp verdi.

      İştuğan onu dibine kadar içip bitirdi. Sıvakay nine derin bir of çekerek: “– Nasıl da susamışsın çocuğum. Ey, Allah’ım!”

      Sonra üzülerek Zengin Kormoş ile Kör Sapıy’a hakaret etti.

      “– Baygilde’yi o cahiller helak etti. Onlar! Kormoş mahkemeye vermiş ama görmediğine gördüm, duymadığına duydum diyerek imza atmış. O birinin başına acır mı, midesini düşünür. Midesini! Onun ömrü böyle geçti. Sürekli böyle yalan mektupları doğrulayıp mahkemeye şahit olarak gitti. Onun gözü boş yere değil yalan yemin ettiğinden kör olmuş. Böyle yalan yemin edip masum yoksulu, yetimi incittiğinden zenginler onu severmiş, tam kör usulü iki hanım alıp keyifle yaşamış! Haram olsun ona, haram olsun! Ey, Allah’ım niye senin böyle kötü kulların dünyada rahat yaşıyor? Niye iyi kulların sıkıntı çekiyor? Ey Rabb'im… Böyle küfürlü sözler söyleyip günah işledim şimdi ben. Söylememeye can dayanmıyor… Dayanılmıyor… Allah’ım sabır ver bize, günah işlemiş kullarına… Sabır ver…” Sıvakay nine kendine kızıp, çok söylendiğini fark ederek birden durdu, etrafa göz attıktan sonra keyifsiz, sönük bir sesle:

      “– Baygilde’nin kendinden oldu” dedi. “Önceleri fabrikada işçilik yaparken duyduğu küfürlü sözleri hep söylüyordu. Şimdi Seğüre ile Bibeş’e endişesinden içkiye düşünce dili daha da edepsizleşti…”

      Sıvakay nine susunca çocukların başlarını okşayıp sırtlarından sevdi.

      “– Evet. Tamam, gidin çocuklar, nasıl olacaksa… Gidin. ‘Göreceğini görmeden mezara girilmez’ derler. Görecekleriniz varmış çocuklar. Yabancı yerde yiyecek rızkınız, içecek suyunuz varmış.”

      Çocuklar istemeyerek yerlerinden kalktı. Sıvakay nine de onların ardından sokağa çıkıp sallana sallana topuk uçlarına basarak gitti:

      “– Kör Sapıy’ın karısı doğum yapıyormuş. Oraya gideyim. Gidesim olmasa da gideyim. Sızlanarak bekliyordur. Gelinin de doğacak çocuğun da ne suçu var? Böyle işte çocuklar…”

      Çocuklar onu gözleriyle sessizce uğurladı. Yürüdüğü sırada rüzgârdan kabarıp, baloncuk olarak yukarıya kalkan ince elbisesinin eteği ve yanlara salınan zayıf kolları ile Sıvakay nine dağın sırtındaki yabani otların arasından yuvarlanarak düşen ve sokakta dolaşan kuru deveelmalarına benziyordu. O da bu deveelmaları gibi ileri geri duraklayıp, sokaktan yuvarlanarak geçip gözden kaybolmuş ve çocuklara bu iyi kalpli, mutlu nineden hiçbir şey kalmamış gibi gelmişti. Onlar annesinden ayrılmış kaz yavruları gibi birbiri ardına dizilip geldikleri tarafa yöneldi.

      Akşam alacakaranlık çökünce, Baygilde ağabey alıp geldiği kahverengi taya toplamadan kalan varını yoğunu yükleyip evin pencerelerine çapraz tahta kapattıktan sonra köyden ayrıldılar.

      Yeneş ile Yemeş arabada eşyaların üstüne oturdu. İştuğan da atı tuttu. Baygilde ağabey ile Serbiyamal yürüyerek, arkadan takip etti.

      Kapının dibinde sadece Kaşkar kaldı.

      “– Kaşkar al, al!” diye çağırdı İştuğan. Baygilde ağabey de çağırdı. Köpek gelmedi. Ama İştuğan’ın onu hiç bırakası yoktu. Biraz gidince, atı köyün bir ucunda durdurup Baygilde ağabey ile İştuğan birlikte Kaşkar’ı arkalarından getirmek için eve geri geldi. Şefkat gösterseler, sinirlenseler, ekmek atıp kandırmaya çalışsalar da Kaşkar peşlerinden gelmedi. Her zaman Baygilde ağabey ya da İştuğan nereye gitse peşinden gelip onlardan geri kalmayan köpek bugün evi bırakıp gitmek istemedi. Sahipleri eve geldiğinde sevinip kuyruk sallıyor, gidiyoruz deyip arkalarından gelmesi için çağırdıklarında yavaşça inleyip çardağın altına kaçıyor, onlara öfkeli ve sitemli bir bakış atıp, hırlayarak yatıyordu. Ama tam gidecekleri sırada kapı dibine gelip ulumaya başladı. Sanki bu insanların nankörlüğüne, doğdukları yeri kolayca bırakıp gitmelerine kızıp acıyla uluyordu. Sahipleri daha da efkârlanarak geri döndü.

      “– Olmadı. Haydi, oğlum atı sür!” dedi Baygilde ağabey. İştuğan istemeye istemeye arabaya oturdu. Onu at sahibi olmak da atı tutmak da mutlu etmiyor, sevindirmiyordu.

      “– Köpek bile doğup büyüdüğü yeri bırakmak istemiyor! Ama biz bırakıyoruz” dedi Baygilde ağabey derin bir of çekerek.

      Yürüyerek arabanın arkasından gelen Serbiyamal korkuyla: “– Evet, kötü kötü konuşma! Burada köyüm diyebileceğin bir yerin vardı sanki! Ne kendi toprağın, suyun ne de bir kardeşin, yakının var. Kimse korumadı seni! Dostun olsalardı haksız yere seni suçla itham edip kovdurmazlardı” dedi.

      Baygilde ona cevap vermedi. Ağır olsa da bu sözlerde haklılık payı vardı.

      Gerçekten de Baygilde ağabey meşe kovuğundan düşmüş gibi yapayalnızdı bu köyde. Atası da yakın bir dostu da yoktu burada. Anlatılanlara göre çok, çok eski zamanlarda Tolombet, Ekembet, Beyembet, İsenbet adında çok güçlü dört kardeş kahraman varmış. Onlar buradan çok uzakta, batıda geniş, engin bozkırlarda yaşamışlar. Zaman geçtikçe bu dört kahramandan dört boy yayılmış. Bu boylardan her biri bir grup olup doğanın en güzel yerlerini gezmiş. Ekembet, İsenbet, Beyembet yüz kilometre yer geçip, doğuya Ural’ın eteğine gelip görkemli Eyek kıyısında yaşamışlar. Ama en büyükleri Tolombet boyu ekin ekip, ev yapıp, çit çekip tek bir yerde yaşamayı yeterli görmüş. O bomboş çorak bozkırda köy kurmuş, bir yere gitmemişler. Bir vakit çar hükümeti Başkurtların yerlerini köy köy ayırıp onlara paylaştırmış. Bu yer paylaşımı sırasında Eyek kıyısında yazı geçirmekte olan Ekembet, Beyembet, İsenbet boyları oradan bir yer alıp yerleşmişler. Ama Tolombet boyu çorak tarafta, Orenburg’un ayağındaki bozkırda kalmış. Dilediğince gezmek için toprak azalınca, Eyek kıyısındaki boylarla birleşerek, köy olup ekicilik ile yaşamaya başlamışlar. Her bir köye boyunun başındaki kişinin adı verilmiş. Baygilde ağabeyin büyük babası ihtiyar Hayılmış o çorak tarafta kalan Tolombet boyundanmış. Lakin kardeşleri Ekembet, Beyembet,