Zeyneb Biişeva

Aşağılananlar


Скачать книгу

Burası çay yapmak için en uygun yerdi.

      Sol tarafta babasına karşı İştuğan, divanın kenarında annesine karşı Bibeş oturuyordu. Yemeş babasıyla ağabeyi arasında oturuyor, Yeneş ağabeyi ile ablası arasında sol tarafta oturuyordu. İşte herkes önceki gibi kendi yerine geçip oturdu. Sadece Seğüre yengenin yeri boştu. Oraya şimdi elini yıkayarak dışardan gelen Serbiyamal’ın oturması gerekiyordu. Lakin o an Yemeş bütün korkusunu unutup, sandığın arkasından fırlayarak annesinin yerine oturdu. Yabancı, sert bir sesle:

      “– Git kara kadın. Benim annemin yerine oturma. Orada ben oturacağım” dedi.

      Ama gözleri yaş ile dolup her an ağlamaya hazır duruyordu.

      Baygilde ağabey de hatta mağrur Serbiyamal da ne söyleyeceğini ne yapacağını bilemeden şaşıp kaldı. Eve üvey anne alıp getirdiği gün bu küçük çocuğu dövüp ağlatmak da onun bu hâlini cezasız bırakmak da zordu. Sonra Baygilde ağabey sol tarafa geçti.

      “– Serbiyamal biz bu tarafta oturalım. Annesinin yeri Yemeş’e kalsın.”

      “– Sol taraftan bana çay yapmak zor olacak” diye Serbiyamal karşı çıktığında Baygilde ağabey:

      “– Tamam, alışırsın” diye sözü bitirdi.

      Serbiyamal Yemeş’e deler gibi bakıp sol tarafa oturdu. İştuğan, Yeneş, Bibeş sağ tarafa geçti. Evin içinde her zaman devam eden düzen böylece ilk kez bozuldu.

      Çaydan sonra Serbiyamal bu küçük, kötü kızı kendine alıştırma ya da gönül yarasını daha da derinleştirme niyetiyle Yemeş ile uğraşmaya başladı.

      “– Gel kızım, seveyim seni. Ben senin annenim” diyerek yaklaştı. Yemeş’in eli ayağına dolanarak, var gücüyle kaçtığını görünce yapmacık, yüksek bir sesle güle güle onu kovalamaya başladı. Ömründe kucağına çocuk almayan biri olarak tüm hareketleri kaba ve sertti. Baygilde ağabey yersiz gülümseyip, içinden endişelenerek bu eğlenceyi izlemeye başladı.

      Yemeş kaçarak az önceki sandığın arkasına saklandı. Serbiyamal onu bileğinden tutup sandığın arkasından çıkardı, zorla eteğine oturttu:

      “– Evet, yakalandın mı seni vahşi! Niye kaçıyorsun? Evet, anne de. Ben senin annenim ya? Anne de!” diye yakınlaştı.

      Yemeş var gücüyle mücadele edip, sağa sola sıçrayarak onun elinden kurtulmaya çalıştı. Lakin küçük bir çocuğun bu kanca gibi sert, yapışkan ellerden kurtulması mümkün mü? Serbiyamal hafifçe gülerek Yemeş’in ağzına emziğini vermeye çalıştı.

      “– Em dedim! Emzik veriyorum em. Sen benim çocuğum olacaksın!”

      Yemeş dişlerini kısıp ağzını açmamaya çalıştı. Olmadı. Serbiyamal büyük, soğuk emziğini Yemeş’in ağzına zorla tıktı, burnunu göğsüne batırıp sıkıştırdı. Sanki emzikle kapattığı çocuğun nefessiz kalmasının mümkün olacağını bilmiyordu.

      “– Ha ha ha! Em, yavrum em!”

      Yemeş boşa tutulmuş balık gibi elini ayağını sallayıp durdu. Kurtulamadı, kurtulmak için başka çare kalmayınca emziğini sertçe ısırdı.

      Serbiyamal:

      “– Abo! Kahretsin! Dişin kopsun!” diye acıyla beddua ederek Yemeş’i yere fırlattı. Sonra kalkıp, vurayım dediği sırada Bibeş araya girip kardeşi Yemeş’in üstüne kapandı. Serbiyamal’ın yüksek topuklu kara çizmesi onun tam beline geldi. Lakin bu kaba, vahşi harekete yüreği sızlayan Bibeş ağrıyı hissetmedi. Yemeş’i kaldırıp, seve sakinleştire dışarıya çıktı. Yeneş ile İştuğan da onun arkasından gitti. Onlara şimdi sadece bu çirkin üvey anne değil küçük serçelerin böyle eziyet çekmesine neden olan babaları da birden yabancı biri gibi geldi. Çardağa gidip bu yeni ve ağır duyguyla uzun süre konuşmadan oturdular. Ama genç kadın evden bir şey savurdu.

      “– Aman aman, bu yetişmiş kızını niye evlendirmiyorsun? Çocukları ona arka çıkıp bana boyun eğmeyecekler” diye bağırdı Baygilde ağabeye. “– O kızını benim gözümün önüne getirme!”

      “– Ne demek yetişmiş? Daha on dört yaşında” diye çekinerek karşı çıktı Baygilde ağabey. Serbiyamal gözyaşına boğulup:

      “– Aman, on dört yaş az mı? Büyümüş, büyümüş. Bibeş’ini bugün yarın evlendirmezsen seninle durmam. Duyuyor musun, durmam!” diye tekrarladı.

      Ailede kavga dövüş, ağlama bağrışma görmeyen Baygilde ağabey ne söyleyeceğini ne yapacağını bilemeden şaşıp kaldı.

      VIII

      Bu olaydan sonra on hafta geçince Baygilde ağabeylere, çok güzel bir at koşulmuş yepyeni yük arabasında yedi kat yabancı biri geldi. Uzun boylu, kızıl yüzlü, bal rengi sakallı bu kişi ayağına giydiği plastik çizmesi, yağlanmış kara kadife başlığı, çizgili ipek kıyafetiyle Yemeş’e annesinin kanını alan Ezmezulla Molla'yı hatırlattı. Bu kişi yük arabasından inip:

      “– Aleykümselam!” diye Baygilde ağabeye doğru gelmeye başlayınca, korkup çardağa saklandı. Bibeş ile Yeneş: “Bu kimmiş?” diye şaşırıp dimdik ona baktı. Bir şeylere sevinip ağzı kulağına varan Serbiyamal yabancı, mırıldanan bir sesle:

      “– Bibeş kızım gel, sende çardağa in. Yetişmiş kıza yabancı birine böyle bakmak yakışmaz!” dedi. Oldukça mütevazı davranıp, kıs kıs gülerek bu yabancı kişiye doğru geldi.

      “– Buyurun, buyurun Hisbulla sofu rahat edin, eve girin başköşeye geçin!”

      Bundan bir şey anlamadan şaşıp kalan Baygilde ağabeyin ayağından sertçe çimdikledi.

      “– Kocacığım misafiri karşıla. Aman aman, niye şaşırıyorsun! Buyurun, buyurun haydi evde rahat edersin sofu! İştuğan oğlum misafirin atını tut!” diye emirler vere vere Hisbulla’yı eve doğru alıp gitti. Ne söyleyeceğini ne düşüneceğini bilemeyen Baygilde ağabey, başını tutarak onların arkasından gitti. Serbiyamal misafiri başköşeye geçirip, minderin üstüne oturtunca:

      “– Kocacığım konuşup tanışın. Ben çay hazırlayacağım” deyip ördek gibi yalpalayarak çardağa gitti. Lakin Baygilde ağabeyin bu davet edilmemiş misafir ile konuşmaya da tanışmaya da niyeti yoktu. O siğil olmuş parmaklarını kıvırcık sakalına batırıp, koyu kara kaşlarını çatıp, uzun kirpikli, dalgın, büyük gözlerini hem misafirin tilki kuyruğu gibi uzun bal rengi sakalına hem de başlığı altından parlayarak görünen kızıl kellesine dikerek: “Minderin üstüne yayılarak oturuyor bu ihtiyar. Medresede çok kaldığından herhâlde” diye öfkeyle düşündü. Hisbulla daha otuzuna gelmemiş olsa da giyimi, dış görünüşü, davranışıyla yaşlı, kırkına gelmiş biri gibi göründü ona. Çünkü annesi Taiba ninenin öğrettiği gibi mağrur, zengin, okumuş biri gibi görünmek için söze kendisi başlayıp yaşlılar gibi güzel konuşmaya çalışıyordu.

      “– Evet, güzel!” dedi gerinerek. “– Nasılsınız? Hayvanlar, çoluk çocuk, konu komşu iyiler değil mi?” diye birkaç kez söze başladı. Lakin Baygilde ağabey:

      “– İyi” diye sadece bir sözle konuşmayı bitirdi. Sonra ne konuşacağını ne söyleyeceğini bilemeyen Hisbulla:

      “– Çok şükür, çok şükür” diye yerinde kalkarak boğazını temizledi. Aksi gibi, annesinin öğrettiği faydalı sözler de tükendi. Ama Baygilde ağabey hiç konuşmadı. O sırada Serbiyamal gelip çay yerini hazırladı. Çayın yanına oturunca durmadan konuştu ve en saf, en iyi anneymiş, kızlarının mutluluğu konusunda gece gündüz kaygılanan düşünceli biriymiş