Zeyneb Biişeva

Aşağılananlar


Скачать книгу

çalışıp, boğazını temizleyerek:

      “– Deh, küheylan!”

      Boz yorga onu bekliyormuş gibi hareketlenip, kişneyerek kapıdan çıkıp gitti. Ne olduğunu hiç anlamadan şaşırıp kalarak, yük arabasının yanında dönen Yeneş ile Yemeş atın arkasından sokağa çıkıp ablalarının çubuk gibi bükülen küçük gövdesi tozlu yol içinde kayboluncaya kadar baktı. Ablasının aklını yitirmiş gibi endişeli ve acılı gözyaşıyla dolu son bakışı Yemeş’in gönlüne sonsuza dek silinmemek üzere yazıldı. İşinden çok memnun olup, ağzı kulaklarına varan Serbiyamal birden aklına bir şey gelmiş gibi yürüyüp çardağa gitti, sonra bir kova kül alıp Bibeşlerin gittiği tarafa serpti:

      “– Arkasına kül! Dönüp gelmesin!”

      Güneyden ters esen güçlü kuru yel külü üfürüp Serbiyamal’ı baştan aşağı kapladı.

      “– Tüh, kahretsin gözüme kül doldu! Oy gözüm, gözlerim! Gitse de geri gelir, rahat vermez bu kötü kız!” diye beddua ve hakaret edip, yüzünü temizlemeye çalışarak çardağa gitti. Ama Baygilde ağabey sarhoş gibi takatsiz şekilde yürüye yürüye sokak boyunca Bibeşlerin gittiği ara sokağa döndü. Çok geçmeden çocuklar onu kanadı kırılmış kaz gibi kollarını serbestçe sallayıp, ayak ucuna basıp, büyük yol boyunca bir öne bir arkaya doğru giderken gördü. Ne yapıyor, nereye gidiyor? Çocuklar elbette bunu bilmiyordu.

      Bir gün Baygilde ağabey eve gelmedi. Ama ertesi gün akşam geri döndüğünde ayakta duramayacak kadar sarhoştu. Babalarını ilk kez bu hâlde gören çocuklar şaşkınca ona bakıyordu. Lakin Baygilde ağabey onlara dikkat etmedi. Serbiyamal’ı kucaklayıp oyun oynamaya yabancı, vahşi bir sesle onunla çirkin şekilde konuşmaya başladı.

      “– Evet, canım gönlün oldu mu şimdi? Başka ne isteğin var? Söyle onu da yapayım, yanıp tükeneyim! Çok iyi bir erkeğim, on dört yaşındaki kızını satan iyi bir babayım ya! Ha ha ha!”

      Serbiyamal buna hiç şaşırmadı. Hatta sarhoş kocasına katılıp niyedir, sevinip güldü. Baygilde ağabeyin eteğine oturup, boynuna sarılıp etrafında döndü. Bu hareketi ilk kez gören çocukların gönlünde sonsuz tiksinme, nefret uyandı. Onlar sadece Serbiyamal’dan değil babalarından da usanıp hızlıca etrafa dağılıştı.

      Ertesi gün sabah erkenden Baygilde ağabey yine kayboldu.

      Gece yine sarhoş döndü. Bu uzun süre böyle tekrar etti. Çocuklar tümüyle sahipsiz kaldı. Sadece ara sıra Sıvakay nine çocuklara bakmaya gelip onları yıkayıp, saçlarını tarayıp örerek süt içiriyor, yoğurt yediriyordu. Bu sırada da oflana sızlana babalarının kötü yola düştüğü, bunun iyiye gitmeyeceği hakkında konuşuyordu. “– Üzüntüsünden böyle oldu zavallı” diye gerçekten kederlenerek söylüyordu. “– Birbiri ardına iki ağır üzüntü. Genç karısının sözünü çiğnememek için kızını sattı, şimdi de üzüntüsünden, utancından ne yapacağını bilemeyip içkiye düştü” dedi. Sonra çocukları teselli etmeyi, sakinleştirmeyi isteyerek:

      “– Tamam, kızını satarak kazandığın parayı iç bitir. Nereye giderse gitsin dersen” dedi.

      “– Sadece eski atalarının, soyunun yapmadığı bir şeyi yaptığı için üzüntümden söylüyorum. Evet, kim güpegündüz içip sarhoş olarak utanmadan insan içine çıkar? Hayır, Baygilde’den başka böyle kimse yok, olmasın da. Allah korusun” dedi.

      Baygilde ağabey böyle içip, gerçekten de köyde kimsenin yapmadığını yapınca bir gün çok dayak yemiş, kafası yüzü dağılmış, üstü başı yırtılmış hâlde eve geldi. Sonra inleyerek, ara sıra da kan tükürerek kimseyle konuşmadan haftalarca evde yattı. Yeneş ile Yemeş eve girdiği sırada onun parça parça, sarhoş mu yoksa ayıkken mi söylediği: “– Ne yapıyorsun? Ne yapıyorsun?” Sözlerini duymuşlardı. Lakin elbette bir şey anlamamışlardı. Sadece babaları da böyle yatar yatar sonra anneleri gibi ölür diye korktular.

      Bir gün onlar böyle korkuyla, endişeyle inşaat temelinde oturdukları sırada çanlar çaldı, uzaktan sokağa doğru üç atlı araba geldi. Yeneş ile Yemeş heveslenseler de nereye gittiğine bakmaya yetişemediler ama üç kara at koşumlu araba onların dengine gelip durdu. O sırada üç at koşumlu arabadan parlak düğmeli, siyah giyimli, kılıçlı, silahlı üç kişi indi. İkisi oradaki eve gitti. Ama birisi Kör Sapıy ile muhtarı bulup getirdi. “Tanık, arama” diye yabancı bir şeyler, anlamsız sözler söyleye söyleye aceleyle Yemeşlerin evine gittiler. Yeneş ile Yemeş korkudan, şaşkınlıktan ne söyleyeceğini ne yapacağını bilemeden oldukları yerde donup kaldı.

      O sırada üç kişi Baygilde ağabeyi dürterek evden çıkardı, kanatlı yük arabasına aceleyle oturtup, ikisi arabanın yanındaki iki kanada, birisi yük arabasının arkasına çıkıp geldikleri gibi aniden kayboldu. Yeneş ile Yemeş üç at koşulu araba gözden kaybolunca, burada korkunç bir olay olduğunu hissedip, bağırarak ağlamaya başladı. Kocasının arkasından çıkıp hiç şaşırmadan kapının dibinde duran Serbiyamal onlara:

      “– Sesinizi çıkarmayın! Başınıza gelenlere ulumayın! Üzülmeyi kesin!” diye bağırıp eve girdi. Kızlar da inşaat temelinin kenarında oturup, gözleri kızarıp şişinceye kadar ağladı. Evdeki durumlardan hiç haberi olmayan ve balık tutmaya giden İştuğan da geri dönmedi. Komşular da sanki iktidara karşı suçlu olan birinin çocuklarını sakinleştirip kendilerine şüphe düşürmekten korkmuş gibi onları kenardan izledi. Yemeş’in çok sevdiği dedesi ihtiyar Şehit evde olsa elbette korkmaz, çocukların yanına hemen gelir onları sakinleştirirdi. Ama o şu an ıhlamur kabuğu soymak, karaağaç kesmek için ormandaydı. Sıvakay nine de evde yoktu. O da her zamanki gibi meyve toplayarak ormanda dolaşıyordu.

      Bu olaydan günler sonra Baygilde ağabey daha keyifsiz daha zayıflamış bir hâlde geri döndü. Bunun ardından bazı yabancı insanlar gelip Seğüre yengenin o zaman kan aldırmak için mollaya vermeyip sakladığı tek keçiyi, semaveri, yerdeki en güzel keçe kilimi, keçe parçalarını aldı. Çocukların anlamadığı yabancı bir dilde:

      “– İşte sana toplatma! Bir iki ıvır zıvır!” diye gülüştüler.

      Baygilde ağabey dilsiz gibi başını tutup kapının dibinde durdu. Çocuklar ağlayıp, korkudan ne yapacağını bilemedi hem bu yabancı ve kötü insanlara hem böyle uysallaşıp, zavallı hâle gelen babalarına şaşırarak bakıp divana, kuru tahta arasına saklandılar. Evin içi daha boş, daha mutsuz oldu. Gece çocuklar uyuyunca Baygilde ağabey ümitsiz bir sesle birkaç kez:

      “– Şimdi ne yapacağım?” diye tekrarladı. “– Yirmi dört saat içinde sadece köyden değil ilçeden de gitme hükmü verdiler! Evet, ne için? Ne için?”

      Serbiyamal onun sözünü keserek:

      “– Niçin olduğunu düşünmek senin işin değil. Dilini tut. Gidecek yerimiz var. Haydi, bizim köye, benim evime dönelim” dedi. Sonra Baygilde ağabeye bir söz söyletmeden, kinaye etmeden devam etti:

      “– Orada benim malım mülküm sahipsiz kaldı. Sana çoktandır dönelim diye söylüyordum ama ısrar etmiyordum. Şimdi kendin görüyorsun, başka çare yok. Allah’a şükret de benim gibi iyi bir kadına rastladın. Yoksa şimdi başını alıp nereye giderdin? İşte, artık tavuk kümesi gibi evinden başka bir şeyin kaldı mı? Benim orada her şeyim var. Atım, sığırım, keçim…”

      “– Ya çocuklar?” dedi Baygilde ağabey şaşırarak. “–Çocuklarımı nereye bırakayım?”

      “– Onları da bırakmazsın” dedi Serbiyamal hoş bir ses ile “– mal mülk sahibi olunca etrafımıza çocuk da lazım.”

      Baygilde ağabey donuk bir ses