Seyit Emiroğlu

Kars'tan Konya'ya Masallar


Скачать книгу

Şimdi buraların fakiri benim. Üstelik fazla bir ömrüm de kalmadı. Yakın zamanda annene kavuşacağım. Sen hep iyi insan oldun. Benden sonra da iyi insan ol. Herkese adil davran. Hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmayacaktır. Seni çok sevdiğimi hep hatırla ve bil ki insanoğlu asla bir kararda kalmaz. En güzel zenginlik iyilik, doğruluk, hakka inanmak, adaletli olmak, insaflı olmak, var olanla yetinmeyi bilmektir.” diye öğütler vermiş. Birkaç gün sonra da hayata gözlerini yummuş.

      Önce annesini, sonra da babasını kaybeden Fatma, üvey annesinin yanında küçük bir evde birkaç ineğe bakarak yaşamak zorunda kalmış. Her sabah erkenden kalkar tandırı yakar, kovalarla su taşır, tandırda ısıtırmış. Leğende üvey annesinin ve üvey kardeşinin elbiselerini yıkarmış. Hamur yoğurur ekmek pişirir, evi temizlermiş. İneklerden süt sağar sonra da onları dağ başına otlatmaya götürürmüş. İnsanlara, çiçeklere iyi davrandığı gibi hayvanlara da çok merhametli davranırmış. İneklere hiç kızmazmış hep severek süt sağarmış. İnekler de Fatma’nın bu iyiliği karşısında ona bol bol süt verirlermiş.

      Üvey annesi ise her gün biraz daha kötülük yapmaya başlamış. Önce yerde ince minderin üzerinde yatırmış Fatma’yı. Sonra da ekmek ve süt vermemeye başlamış. “Kurumuş ve küflü ekmekler sana yeter.” diyormuş. Fatma da boyun büküp denileni yapıyormuş. Bir gün üvey anne Fatma’ya demiş ki: “Sen artık gündüzleri hiç eve gelme şu yünleri de al, dağda inekleri otlat. Yünleri bir güzel iplik yap gel, o zaman sana ekmek ve süt veririm.” demiş. Zavallı Fatma da üvey annesinin dediğine karşı koysa da sözünü dinletememiş. Yünleri bir torbaya doldurmuş sırtına atmış. Eline de bir sopa alarak inekleri önüne katıp dağa doğru yol almış.

      Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş, dönmüş arkasına bakmış ki bir arpa boyu yol gitmiş. Biraz dinlendikten sonra yola devam etmiş, yorgunluktan dizleri tutmaz olmuş. Nerde var nerde yok, tam yamaçta yoluna bir kaya çıkmış. Yanına oturmuş başını yaslamış, oracıkta uykuya dalmış. Fatma’nın uyuduğunu gören kaya hemen kuş tüyünden bir yastık oluvermiş. Güzelce uyuyan Fatma’nın yorgunluğu gitmiş. Yaslandığı kayayı öperek teşekkür etmiş.

      Kuru ekmekten birkaç lokma yiyerek tekrar yola koyulmuş. Nice yokuşlar tırmanmış, nice ormanlar aşmış sonunda Fatma inekleri otlatacağı yere gelmiş. İnekleri otlamaya başlayınca Fatma torbasından yünleri çıkarmış, “hemen eğirmeye başlayayım, yoksa üvey annem bana kızar.” demiş. Başlamış eğirmeye; bir yumak bitirmiş, iki yumak bitirmiş üçüncüye gelince bir rüzgâr esmiş. Hem de öyle bir rüzgâr ki her şeyi birbirine katmış. Ne ağaçta yaprak kalmış ne de dalında bir çiçek. Biraz sonra rüzgâr dinmiş. Fatma bir de bakmış ki rüzgâr yünlerini de alıp götürmüş. Gözleri yaşla dolmuş üzülmüş ağlamış. Fatma’nın ağlamasına dayanamayan rüzgâr dile gelmiş, “İyi kalpli Melek Fatma senin yününü biraz ileride yaşayan ninenin bacasından içeri saldım git ondan al.” demiş. Fatma çok sevinmiş hemen koşarak ninenin kulübesine varmış, yavaşça kapıyı tıklatmış. İçeriden “Kapı açık, buyur gir.” diye bir ses gelmiş. Fatma yavaşça kapıyı aralamış; tek odalı kulübenin tek bir yatağı varmış, Nine de o yatakta yatıyormuş. Hemen koşmuş Fatma: “Nineciğim sana ne oldu? Hemen sana sıcak bir çorba yapayım, belki iyi gelir demiş.” Nine Fatma’nın yaptığı çorbayı içince iyileşmiş. Dualar etmiş. Fatma “Nineciğim, rüzgâr yünümü senin bacandan içeri salmış, almama izin verir misin?” demiş. Nine de, “Olmaz kızım. Önce evimi süpür, bulaşıklarımı yıka, sobama odun doldur, çamaşırlarımı yıka, tırnaklarımı kes sonra yününü vereyim.” demiş. Fatma, “Tamam Nineciğim her işini yaparım. Zaten senin her şeyin pırıl pırıl, hemen bitiririm.” demiş. Hemen işe koyulmuş. Her yeri tertemiz etmiş, tencereler dolusu yemekler yapmış. Nine Fatma’nın bu yaptıklarından çok memnun kalmış.

      Fatma, yününü alıp tam kapıdan çıkmak üzereyken Nine, “Dur güzeller güzeli Melek Fatma, sana üç anahtar vereceğim. Ne zaman başın sıkışırsa, bir taşın dibine anahtarları dokundur. Ortaya üç kapı çıkacak. Kapıları tek tek aç. O an neye ihtiyacın varsa orada bulacaksın. ” demiş. Fatma, Nineye teşekkür etmiş. Sonra da koşarak ineklerinin yanına gelmiş. Bakmış ki inekleri bir güzel karınlarını doyurup uykuya dalmışlar. Gökyüzünde altın gibi parlayan güneş yavaş yavaş dağların arkasına saklanmaya başlamış. Akşamın alaca karanlığı çökünce Fatma’nın yüreğini korku sarmaya başlamış: “Ben şimdi bu dağ başında gece vakti ne yaparım? Kurt, kuş bile yuvasına gitmiş, bir ben kaldım yapayalnız.” diye kendi kendine konuşurken aklına Nine’nin verdiği üç anahtar gelmiş. Hemen yere eğilerek bir taş bulmuş anahtarla dokunur dokunmaz üç altın kapı açılmış. Fatma kapılara bakınca ışıltıdan gözleri kamaşmış. Kapıların parıltısı ortalığı da aydınlatmış.

      Gözlerini ovuşturduktan sonra en baştaki kapıyı açmış bir de ne görsün? Duvarları kırmızı kadifeyle kaplı kocaman bir misafir odası. Odanın tavanından sarkan elmas avizenin altında uzunca bir masa… Beyaz ipekle örtülü masanın üzerine buram buram kokan binbir türlü yiyecek… Masanın baş kısmında Peri Padişahı oturuyormuş. Fatma’nın güzelliğini gören Peri Padişahı büyülenmiş gibi olmuş. Hemen sofraya buyur etmiş. Karşılıklı muhabbet ederek yemeklerini yemişler.

      Lezzetli yemekler yenirken güzel sohbet etmişler. Fatma, birden fark etmiş ki vakit gece yarısını aşmış. Hemen Padişaha teşekkür ederek misafir odasının kapısından çıkmış. Karanlık gecede sadece uluyan kurtların sesi duyuluyormuş. Fatma’nın içi ürpermiş. “Ne yaparım bu karanlıkta?” diye iç geçirirken ortadaki kapıyı açmak aklına gelmiş. Hemen açmış. Birde ne görsün! Duvarları yeşil kadifeyle kaplı, kocaman bir oda. Ortada yakut işlemeli gümüş bir karyola, karyolanın üzerinde kuş tüyü yatak ve atlas yastıklar diziliymiş. Yatağa doğru yaklaşmış tüllerle süslü bir de gecelik duruyormuş. Fatma hemen geceliğini giyinerek kuş tüyü yatağa uzanıvermiş. Hemencecik uykuya dalmış.

      Fatma kulağına fısıltı gibi gelen nağmeli kuş sesleriyle gözlerini açtığında güneş epeyce yükselerek kuşluk vaktine ulaşmışmış. Bir müddet yerinden kalkmak istememiş. Sonra aklına inekleri gelmiş. Hemen dışarı fırlamış, bakmış ki inekleri yayılmış otluyor. Çok sevinmiş. İnekleri otlarken Fatma da yününü eğirmeye devam etmiş.

      Bir yumak iki yumak derken birden yanında beliren gölgeyle irkilmiş. Başını kaldırıp bakmış ki at üstünde askerler. Fatma: “Ne istiyorsunuz asker kardeşler? ”demiş. Askerler de “güzeller güzeli Melek Kız, biz Peri Padişahı’nın askerleriyiz. Sizi huzuruna davet ediyor. Kabul ediyor musunuz?” demişler. Fatma, askerleri biraz uzağa göndererek ne yapacağını düşünmüş. İçinden “etmesine ederim de bu yamalı elbiseyle, bu yırtık çorapla, bu kirli ve dağınık saçlarla nasıl padişahın huzuruna çıkabilirim! ” diye düşünmüş. Birden aklına diğer anahtar gelmiş. Hemen anahtarı taşın dibine dokundurmuş üçüncü altın kapı yeniden açılmış.

      Kapıyı açıp içeri girdiğinde bir de ne görsün! Üç altın çeşme akmıyor muymuş! Fatma en baştaki çeşmeden akan suyla bir güzel yıkanmış. Ortadaki çeşmeden akan suyu saçlarına dökmüş. Simsiyah, uzun, güzel saçları olmuş. Kaşlarına, kirpiklerine sürmüş, yay gibi kaşları, ok gibi kirpikleri olmuş. Üçüncü çeşmeden akan suyla da yanaklarını dudaklarını yıkamış. Elma gibi al yanakları, kiraz gibi kırmızı dudakları olmuş. Askıda duran giysileri giyinerek dışarı çıkmış. Fatma dışarı çıkınca çiçekler, ağaçlar dile gelerek: “Güzelliğiniz karşısında boyun eğiyoruz Melek Fatma.” demişler. Askerlerin ise gözleri kamaşmış atlarından düşerek yere yuvarlanmışlar.

      Askerler