eline yüzüne bakmadan ikinci kapıya geçmiş. Bir de ne görsün? Duvarları kirli ve dökük bir oda, ortasında eski ve küçük bir masa, masanın üstünde kırık birkaç tabak ve içinde yemek. Hemen ağzına bir iki lokma almış. Almasıyla dilinin, boğazının yanması bir olmuş. Bağırmış, ağlamış ama sesini duyan olmamış. Ağladıkça zayıflamış. Zayıfladıkça sırtında kambur çıkmış. Üzerindeki elbiseleri o kadar bol gelmiş ki eteği belinden yere düşmüş. Hemen yandaki kapıya koşmuş. İçeri girer girmez bir de ne görsün! Ortada kırık bir askı ve askıya asılı kirli, eski ve yamalı birkaç elbise asılı değil miymiş? Bakmış bakmış beğenmemiş. Düşünmüş düşünmüş sonunda: “Çıplak kaldım mecburen bu kötü şeyleri giymem gerekiyor”, demiş. Tam elbiseleri giyinip dışarı çıkacakken odada biri belirmiş. Çirkin mi çirkinmiş. Yavaşça Ayşe’ye yaklaşmış. Ayşe karşısında adamı görünce çok korkmuş bir çığlık atmış. Adam: “Korkma Ayşe, ben kötülükler ülkesinin padişahıyım. Eğer sen ve annen kötü olmaktan vazgeçmezseniz sizi ülkeme götürür orada kendime sultan yaparım”, demiş. Ayşe koşarak üçüncü kapıdan dışarı çıkmış ve gördüğüne şaşırmış. İnekler açlıktan öyle zayıflamışlar ki kemikleri görünüyormuş.
İnekler de kapıdan çıkan Ayşe’yi görünce dehşete düşmüşler. Çirkinliğinden korkup sağa sola koşuşmaya başlamışlar. Ayşe kendini göremediği için hayvanların yaptıklarına bir anlam verememiş. Başlamış bağırıp çağırıp küfretmeye.
Eline aldığı değnekle ineklere vurmaya başlamış. “Dayanacak gücüm kalmadı, ben artık eve dönmek istiyorum”, diyerek ağlamaya başlamış. Bir taraftan da inekleri önüne katıp dönüş yoluna doğru yürümeye başlamış. Çalılıkların arasından geçerken bir de bakmış ki kanlar içinde bir tavşan yerde yatıyor. Yanına yanaşmış. “Yardım et Ayşe, ayağıma diken battı, onu çıkarmadan yürüyemem”
deyince Ayşe de “oh olsun, daha beter ol!” diyerek tavşana bir tekme vurmuş, sonra da orada bırakarak yoluna devam etmiş.
Ayşe ineklerle eve dönüş yolunda yürüye dursun. Bakalım Fatma neler yapıyor.
Annesi Ayşe’yi dağa gönderdikten sonra bütün işleri Fatma’ya yaptırmış. Evin her yerini pırıl pırıl yapan Fatma en güzel yemekleri de yapmış. Bütün gün çalışmasına rağmen ne elbiseleri kirlenmiş, ne de yorulmuş. Üstelik elini neye atsa bereketleniyor ve orası mis gibi oluyormuş. Üvey annesi de bütün kötülükleri yapıyormuş. Fatma’nın temizlediklerini kirletiyor, pişirdiklerini sokağa döküyormuş. Fatma da hiç bıkmadan yeniden işe koyuluyormuş. İşin en çok olduğu anda kapıya bir fakir gelmiş. Fatma hemen onu içeri davet etmiş. Tam pişirdiği yemeklerden yedirecekmiş ki, birden mutfak kapısından içeriye üvey annesi girmesin mi! Masanın başındaki fakiri görünce kıyametleri koparmış. Bağırmış çağırmış. Fatma, “Anne lütfen kızma. Çok acıkmış. Tencereler dolusu yemeğimiz var. Bir tabak da o yese ne olur, sevaptır”, diye yalvarsa da, Üvey Anne, fakiri kolundan tutarak dışarı attığı yetmiyormuş gibi, Fatma’yı da bir güzel azarlamış.
Üvey annesinin haksız yere azarlaması Fatma’yı üzmemiş. Ancak, kapılarına gelen fakirin aç gitmesi Fatma’yı çok üzmüş. Bir köşeye çekilmiş sessiz sessiz ağlamaya başlamış. Birden fark etmiş ki gözlerinden akan yaşlar inci olup yere dökülüyor. Hemen eğilmiş incileri avuçlarına toplamış. Sonra da fakirin arkasından koşmuş yetişmiş. “Sizin karnınızı doyuramadım. Şu incileri alın lütfen. Bunlar benim gözyaşlarımdan oluştu. Helâldir kimseler de size bir şey diyemez. Bunları kuyumcuya verin parasını alın karnınızı doyurun lütfen” demiş. Fakir, hiç sesini çıkarmadan incileri almış yola koyulmuş. Fatma, arkasından bakınca mutlu olmuş.
Fatma fakiri yolcu ederek eve döndüğünde bir de bakmış ki uzaktan bir karartı evlerine doğru yaklaşıyor. Bakmış bakmış tanıyamamış. Kemikleri görünen ineklerin arkasında çirkin mi çirkin, kamburlu bir kız. Üstü başı kirli ve yamalı. Saçları da keçe gibi birbirine geçmiş. İçinden “Sesi ve küfürleri üvey kardeşim Ayşe’ye benziyor ama o bu kadar çirkin değil ki. Üstelik dağa gittiğinde her şeyi tastamamdı. Bu kim olabilir acaba? Hemen yardımına gideyim”, diyerek o tarafa doğru koşmuş.
Gelenleri görünce çok şaşırmış. Üvey kardeşine bakınca biraz da korkmuş. Ama yine de belli etmemiş. Elindeki yün torbasını taşımak için almış. Ayşe sinirlenerek “Çekil git yanımdan. Kendi işimi kendim yaparım. Bugün de bütün işleri kendim yaptım. Bak bana ne kadar güzelim”, demiş. Fatma da “Tabii ki kardeşim, sen kendi işini kendin yapabilirsin. Ben sana yardım etmek istedim. Yorulmuşsundur, diye düşündüm. Üstelik bütün insanlar güzeldir yeter ki niyetleri doğru ve halis olsun. Biliyor musun Ayşe kardeşim iyi niyetli olanlara Allah hep yardım eder ve sinirli de olmazlar”, diye cevap vermiş. Ayşe içinden, “bana akıl verene bak. Yetim öksüz ve fakir” diyerek Fatma’yı küçümsemiş.
Ayşe eve girince annesi çok şaşırmış. Düşünmüş düşünmüş sonra da “Fatma dağa gidince güzel geldi. Ayşe ise çirkin… O halde bundan sonra ikisini de göndermeyeceğim. Bütün işleri Fatma yapar, Kızım da bir güzel dinlenir eski haline gelir”, diye karar vermiş. Dediğini de yapmış. Fatma bütün işleri yaparken Ayşe de yan gelip yatıyormuş. Ama çalıştıkça Fatma güzelleşiyormuş. Ayşe ise iyice çirkinleşiyormuş.
Aradan günler haftalar geçmiş. Üvey anne ve kızı, günlerden bir gün Fatma’nın hazırladığı kahvaltı sofrasındayken, at kişnemeleri ve insan sesleri duymuşlar. Evin kapısını tıklatmışlar. Üvey anne hemen “Fatma kapıyı aç, bakalım kimler geldi”, diye çirkin sesiyle bağırmış. Fatma işini bırakmış kapıyı açmış. Bir de bakmış ki karşısında Peri Padişahı. Gözlerine inanamamış. İçeri buyur etmiş. Peri Padişahı “Güzeller güzeli Melek Fatma, seni buradan almak için yeni yaptırdığım sarayın bitmesini bekledim. İçini ipeklerle, kadifelerle döşettim. Kırk hizmetçi kapıda senin gelmeni bekliyor. Tut elimden gidelim”, demiş. Fatma, hüzünlü gözlerle “Üvey annem ve üvey kardeşim…“ diyerek başını yere eğmiş. Peri padişahı Fatma’nın gözyaşlarını silerek: “Üzülme Melek Fatma. Onların ihtiyaçlarını ben karşılayacağım ama sana kötülük ederler korkusuyla sarayıma almayacağım. Bir gün iyi insan olurlarsa o zaman onları da senin yanına getireceğim”, demiş. Sonra da kırmızı kadifeden yapılmış kesenin içinden çıkardığı inciden Taç’ı Fatma’nın saçlarına takmış. “Biliyor musun, bu tacın incileri senin gözyaşların. Seni görmek için dilenci kılığına girerek sizin eve geldiğimde bana vermiştin”, demiş. Sonra da Fatma’nın elinden tutarak dışarı çıkarmış. “Şu senin arabanı çekecek olan kanatlı at da, yolda bulup ayağını iyileştirdiğin yaralı tavşandır. Senin iyi yürekli oluşun hiçbir zaman karşılıksız kalmayacaktır”, demiş.
Olanları izleyen üvey anne ve üvey kardeş Ayşe hemen söze karışmış ”Peri Padişahı ben de yolda tavşana rastladım. Bana da uçan at ver” demiş. “Doğru sen de tavşana rastladın ama ona yardım etmedin. Tavşanın ayağı topal oldu. Onun için şu arkada duran zayıf ve topal at, işte o tavşandı. Onu bu hale sen getirdin. Bundan sonra ona sen bakacaksın”, demiş.
Üvey anneye dönerek, “Senin gözünü para bürümüş. Merhametini kaybetmişsin. İnsanlığın yok olmuş. Dilenci kılığında buraya geldiğimde beni kovmuş, eli boş göndermiştin. Ben de sana hiçbir şey vermiyorum. Verdiğin neyse onu alırsın”, demiş.
Fatma’nın elinden tutarak uçan atın çektiği altın arabaya binmişler. Bulutlara karışmış periler ülkesine gitmişler.
Üvey