hangi yollarla oluştuğunu ve nasıl ortaya çıktığını görmek için bu konunun Türkmen Türkçesi çerçevesinde ele alınması düşünüldü. Buradan yola çıkarak kalıplaşmanın ne olduğu, dildeki kalıplaşma süreci ve kullanım alanları; Türk dilinin lehçelerinden biri olan Türkmen Türkçesindeki örneklerden hareketle ele alındı, tespit edilen kalıp sözlerin Türkiye Türkçesindeki karşılıkları da anlam olarak verilerek bir bakıma Türkiye Türkçesindeki şekilleriyle de karşılaştırılmak suretiyle çalışmanın konusu oluşturuldu.
2.1.2. Kalıplaşma Nedir?
Kalıp kelimesinin Arapça “kalib/kaleb” kökünden geldiğini yazmıştık. Kalıplaşma kelimesi ise Püsküllüoğlu’na göre “kalıplaşmak” eylemi olarak açıklanmıştır. Kalıplaşmak, Püsküllüoğlu tarafından “kalıp durumuna gelmek, belli bir biçim almak ve o biçimde kalmak” olarak tanımlanmıştır (Gökdayı, 2015: 22). Ayverdi ise yine Püsküllüoğlu gibi “kalıplaşmak işi” terimini “Kalıp halini almak, belli bir şekil ve biçim kazanmak, değişmez bir durum almak” diye tanımlamıştır (Gökdayı, 2015: 23). Çağbayır ise bu sözcüğü “(1) kalıp durumuna gelmek eylemi, (2) önceleri değişebilir veya çekim eki görünümünde iken kelimenin veya grubun ayrılmaz bir parçası durumuna gelme “biçiminde bir açıklama getirerek kalıplaşmak eylemini de “(1) Kalıp gibi belli ve değişmez bir şekil almak, (2) Şablon durumuna gelmek; katılaşmak, donmak, (3) Dil ögeleri veya birlikleri için özel anlam taşıyacak biçiminde öz anlamını yitirmek” olarak tanımlamıştır (Gökdayı, 2015: 23). Son olarak da Türkçe Sözlük’te (TDK, 2005: 1046) kalıplaşmanın karşısına “kalıplaşmak işi” diye yazılmaktadır. Kalıplaşmak da “(1) Belli bir biçim almak, klişeleşmek, (2) (Dil bilgisinde) görevini yitirmek, (3) Durumunu sürdürmek, belli bir durumun dışına çıkmamak” olarak tanımlanmaktadır (Gökdayı, 2015: 23).
Tanımlardan yola çıkarak kalıplaşma hakkında bazı çıkarımlara varabiliriz. Bu çıkarımlar kalıplaşmada kalıplaşan sözün/sözlerin tek başına ya da söz öbekleri halinde kalıplaşmaya girdiğini ve yeni biçimini koruduğunu böylece o biçimi sabitlediğini gösteriyor. Kalıplaşan sözün yeni girdiği biçiminde çekirdek kısmın aynı kalması suretiyle bazı değişiklikler yapılabildiği görülüyor. Buradan hareketle kalıplaşan kelimenin/kelimelerin birimler halinde önceki biçimlerinden kurtulup tamamen yeni bir forma kavuştuğu ve bu formda sabitlendiği şeklinde bir sonuç çıkartabiliriz. Kalıplaşan sözler yeni biçimine girdikten sonra yeni bir anlam kazanarak değişmez, o kültürü sürdüren toplum tarafından aynı kalacak şekilde kullanılmaya başlar ve iletişime yeni bir boyut kazandırır. Tek başına kullanılan bu birimler kalıplaşma sonucu artık yeni biçiminde ve yeni anlamında kullanılmaya başlar. Ve ihtiyaç duyulmadığı sürece aynı kalmaya devam ederler. Tüm bu süreç sadece biçimsel bir değişimin süreci değildir. Aynı zamanda yapısal, anlamsal ve işlevsel olarak da bir değişim sürecidir. Kalıplaşma bir zaman sonra biçimsel değişiklikten ziyade yüklendiği anlam ve işlevle önem kazanır. Gökdayı’nın “Türkçe konuşanların karşılaştıklarında selam verdikten veya telefondaki girişten sonra söyledikleri Nasılsın(ız)? sorusu, bu durumu örnekler. Muhatabına Nasılsın(ız)? diyen kişi, eğer ortada bilinen bir sağlık sorunu yoksa, karşısındakinin beden veya ruh sağlığını merak ettiği için değil, nezaket kuralları gereği ve öyle yerleştiği için bu soruyu sorar. Kimse de bu soruyu ciddiye alıp nasıl olduğunu anlatmaya kalkmaz. Sadece İyiyim (teşekkür ederim) sen nasılsın/ siz nasılsınız? biçiminde bir karşılık verir. İşte Nasılsın(ız)? kalıp sözünün kullanımında işlevin anlamı geri plana itmesi açıkça görülebilir (Gökdayı, 2015: 24).
Kalıplaşma kendiliğinden ortaya çıkan ve oluşan bir şey değildir. Kalıplaşmanın gerçekleşmesi için bir süreç gerekir. Bir toplumun oluşturduğu bireylerin geçmişte kurdukları iletişimin en güzel örnekleri atasözleri, deyimler, kalıp sözlerdir, çünkü bu kavramlar kalıplaşma sonucunda oluşmuş zaman içinde geçmişten günümüze yaşayarak gelmiştir. Bu açıdan ele alındığında bu ifadelerin zamana meydan okuduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Birçoğu değişmeden ya da ufak tefek ses veya kelime farklılıklarıyla yöreden yöreye çok az denilebilecek değişiklilerle kullanılmaya devam edegelmişlerdir. İşte bu sözler toplumun kelime dağarcığındaki zenginliğin yanı sıra dilin ne kadar güçlü bir anlatım gücüne sahip olduğunun da göstergesidir. Zira kalıp sözler demek az sözle geniş bir mesaj vererek iletişimi kolaylaştırmak demektir. Bahsettiğimiz konuda atasözleri ve deyimlerin yeri de oldukça farklıdır. Dilin bu derinlik ifade eden söz varlığı ürünleri de belli kalıplara girerek günümüze kadar ulaşmış ve halen de yaşamaktadır. Bu kullanım özellikleriyle, geleceğe uzanan süreçte önümüzdeki yüzyılların nesillerine aktarılmak üzere kullanılmaya ve yaşatılmaya devam edeceklerdir. Biz bütün bunlardan hareketle kalıp sözlerin, günümüzden asırlar öncesinde yaşayan atalarımız tarafından kullanıldığı süreçte sözcüklerin birbiriyle birleşerek oluşturulduğu, onların tecrübeleri sonucunda ortaya çıkan iç içe geçmiş birer yapı olduğu sonucuna varabiliriz. Bu ifadeler, aynı zamanda yer alınan sosyal hayatın içinde insanlar tarafından kullanılan toplum kültürünün canlı birer örneğidirler. Örneğin; “Ağaç yaş iken eğilir” atasözümüz bir insana öğretilebilecek bütün ahlaki, karakteristik, fiziksel beceri gibi hem zihni hem de şahsi ve sosyal davranışların belli bir yaş grubunda iken yani erken yaşlarda verilebileceğinin mesajını içermektedir. Bu kalıp söz, bir insanı en güzel şekilde eğitmenin onu erken yaşlarda yönlendirmekten geçtiğini ifade eder. Örneğin bugünün bir çocuğunu ele alalım; bir çocuğun karakterinin temel yapı taşlarını en doğru şekilde örerek ondan sağlam ve muazzam bir duvar meydana getirmenin en doğru zamanının çocuğun altı yaşına kadar öğrendikleriyle mümkün olabileceği gelişim ve öğrenim psikolojisinin savunduğu bir konudur. Bu yaşa kadar öğrendikleri onun eğitiminin temelini teşkil eder; bundan sonrakiler ise üzerine koyacağı yeni davranışlar olacaktır. Bu alandaki kaynaklar, çocuğa en güzel şekilde eğitim vermenin ve onu ileriki yaşlarında sağlam karakterli ve vatanına, milletine faydalı olabilecek üst düzey yetenek ve ahlaki davranışa sahip yetiştirmenin erken yaşlarda verilen eğitimle mümkün olabileceğinden bahsetmektedir. İşte atalarımızın asırlar öncesi kısa bir cümleyle ifade ettiği bu düşünce bugün bile geçerliliğini korumaktadır. Herkes bu bilginin doğruluğu konusunda hemfikirdir ve kimse bu atasözünü yeri ve zamanı geldiğinde kullanmaktan çekinmez. Öyle ise atasözlerinin iletişimde vermek istediği mesaj ne kadar önemli ise kalıp sözlerin de vermek istediği mesaj, o toplumun yaşam biçimini belirmesi ve iletişim noktasında da kolaylaştırması adına bir o kadar önemlidir. Kalıplaşmanın oluşum süreci atasözlerinde daha uzun bir süreci kapsayabilir. Nitekim kalıp sözlerin de uzun süreçler sonucunda kalıplaşmaya girdiği bir gerçektir. Bu kalıplaşma, o dilin konuşanlarına ve o dilin yapısal özelliklerinin yanı sıra toplumsal değerlerine de bağlıdır. Bütün bu kalıplaşma sürecinde meydana gelen her türlü yapısal değişim o toplumun iletişiminde kolaylıklar yaratacak şekilde müthiş bir kültürel ağla örülmüştür. Bu sürecin ne kadar eskilere dayandığı yapılan çalışmalar sonucunda kesinlik kazansa bile dilin canlı bir olgu olması onun hiçbir zaman kesin bilgi olamayacağının da ayrı bir kanıtıdır.
Gökdayı, atasözleriyle ilgili kalıplaşma sürecini Dîvānü Lugāti’t-Türk’ten aldığı Awçı neçe al bilse adhıg ança yol bilir atasözüyle açıklar. Bu atasözü günümüzde bazı ses değişikliklerine uğrayarak Avcı ne kadar al (hile) bilse ayı o kadar yol bilir şeklinde anlamını koruyarak devam etmektedir (Gökdayı, 2015: 24).
Gökdayı, deyimlerin kalıplaşma süreci için de Dîvānü Lugāti’t-Türk’ten yararlanır. Dîvānü