Smagul Elubay

Arasat Meydanı


Скачать книгу

cüsseli Fahreddin’e doğru yaklaşır ve yere tükürür. Fahreddin biraz kenara çekilerek, ona göz ucuyla bakar, fakat sesini çıkarmaz. Ezbergen de bilerek bir süre sessiz kalır. Çatık kaşlarıyla o da karanlık geceyi seyre dalar. Ağzını açacak olsa, içindeki öfkeyle kızgınlık ortaya dökülüverecekmiş gibi oluyor. Sonunda dayanamaz ve patlayıverir:

      – Sensin, suçlu sensin… Çoktan taşınmalıydık… Gitmeliydik… İşte şimdi… Dedi, pat diye.

      Sözleri ağzından dirhemle çıkan Ezbergen, normalde hareketli bir kimsedir. Şimdiyse ne diyeceğini şaşırır, kekeleyerek, boğazı düğümlenerek olduğu yerde kalakalır. Bunu gören Fahreddin, hiçbir şey demez. Derin bir iç çekerek sendeler gibi olur ve bir şey söylemeden kararan yüklere doğru dönüp yürüyüverir. Üzerine kaftanını örterek yatar kalır.

      Çok geçmeden doğu sınırlarından bozararak ay görünür. Gökyüzünün batı tarafını kalemle çizer gibi çizerek, hızla bir yıldız kayar. Pelin otlarının arasından çenesi düşük çekirge sesi işitilir.

      Ezbergen, kumların üzerine sırt üstü yatarak gecenin derinliği kadar sonsuz derin düşüncelere dalar. Yan tarafta sere serpe uzanmış olan büyük devenin ağır kokusu genzini yakar. Bağlanmış develer avurtlarını oynatarak geviş getirirler. Fahreddin başına kaftanını örtüp ters dönerek uzanır. O, ağabeyini hiç anlayamıyor. Bir de buralara kadı olarak atanmış. Şuradaki Majan gibi binlerce hayvanlık sürüye sahip olmasa bile, kendisi pek yoksul sayılmaz, fakat hükümet dendiğinde nedense sesi kesiliverir. Böyle yapınca, ona merhamet edeceklerini mi sanıyor acaba? Hiç anlam veremiyor. Daha geçen sene yönetime geçmiş olan köyün kunduracısı Şarip’in önündeki çekingenliğine ve çaresizliğine ne dersiniz? Tam da böyle düşüncelere dalmışken, aniden Ezbergen’in tepesi atıverir. Vay bee, gücüne bakmaksızın şu kunduracının oğlu bir de Hansulu’yu istiyor… Tüh, şu pisliklerden pek çekmişti bu güne dek. Hansulu, Ezbergen’in yeğeni, Fahreddin’in tek kızıdır. Bugünlerde âdeta incecik bir dal gibi pek güzelleşmiş ve epey büyümüştü. Güzel mi güzel, nazlı mı nazlı bir kız. Böyle güzelliklere sahip yeğenine Şarip’in, o kendini beğenmiş kardeşinin eli değeceğini düşündükçe namusundan çıldırıp delirecek gibi oluyor.

      Sabaha doğru ağaran tanla beraber o yalnız kervan, kocaman develerin boyunlarındaki bakır çanlarını şıngırdatıp, adım adım ilerleyerek tekrar yoluna devam etmeye başladı. Kervandakilerin köylerinde neredeyse bir aydır yüzlerini görmedikleri ve çok özledikleri aileleri, çoluk çocukları, akrabaları vardı.

      Kervan paldır küldür bir şekilde, hızla ilerlemeye devam eder.

      2

      Köyde koyun kırkım zamanıdır. Toprak renksizdir. Otlar iyice seyrekleşmiştir. Özellikle kuyu yanları pek çıplaklaşmış ve toz toprak içinde kalmıştır.

      Sıradan doru atına eyersiz binmiş Şege, kuyuya doğru ilerlemektedir. Etraf çok gürültülüdür. Koyunların melediği, itlerin havladığı, deve yavrularının bozlayıp bağrıştığı sıradan bir köy. Ortalığa hayvanlarla insanların bir birine karıştığı akşam telaşı hâkimdir. Şu oğlan da ilginç birisi. Gücüne bakmaksızın bir de Hansulu’yu hayal ediyor. Gece gündüz demeden tek amacı o kıza ulaşmaktır. Şuna bak, bir Hansulu, hepsi de ümitli kalabalık gençlerin hangisine yetecektir? Çok… Bu memlekette kız çok… Onlardan birini niye istemiyor? Hansulu’da ne bulmuş ki? Ne diye ulaşamayacağı yükseklere doğru bakıyor? Anlam veremiyor.

      Kuyu tarafta kovayı kuyudan çekmeye çalışanların “Çek!”, “Geri dön!” diye bağrışmalarıyla çıkardıkları çıkrık sesleri bütün düşüncelerini alt üst eder. Başını kaldırır. Güneş ufku boylamaya başlamış. Gölgeleri uzuyor, batmakta olan güneşin çapraz düşen ışınları, sanki geniş bozkırla kahveye çalan dağ sırtlarını kırmızı alev gibi sararak güzel bir nura boyuyor. Köyün aşağısındaki kuyu başı şimdilerde pek kalabalıktır ve sürü sürü hayvanlarla doludur. Kararan insan gölgeleri gözüküyor. Otlaktan dönen yılkılar kuyuya doğru katar katar giderken, develer kana kana su içerek karınlarını iyice şişiriyor, kuyu başından ağır ağır uzaklaşıyor. Bunların birçoğu, şu üzerliklerin yetiştiği sarı dağın sırtında yerleşmiş Majan köyünün hayvanlarıdır. Majan’ın idare ettiği ve içlerinde Fahreddin’in de bulunduğu köyün birçok adamı, taaa Temir’deki pazara, hayvanlarını satmaya gitmişlerdir.

      Şimdilerde iki köyün ortası çeşitli hayvanlarla doludur. Dışarısı ise develerini sağıp, deve yavrularını sürerek işleriyle meşgul olan insanlarla dolup taşıyor. Kulağa şıngır şıngır eden bakır çan sesleri geliyor. Hayvanların gürültüleriyle insanların bağrışmaları birbirine karışıyor. Hayvanların ayaklarından çıkan tozlar rüzgârsız köyün üzerinde âdeta bir bulut gibi birikiyor. Toprağa kurulmuş olan yer ocaklarından parça parça dumanlar yükseliyor.

      Şege kuyuya yaklaşınca devesini sulamakta olan arkadaşı Jadakay’ı görüp kıs kıs güler. Jadakay, onun bu köydeki tek sırdaşdır. İkisinin dertleri ortaktır. O da kendisi gibi âşıktır. Pazara giden Majan’ın köyde kalan genç kuması Balkıya’ya, Jadakay Hansulu’ya hastadır. İkisi bir araya gelecek olsa, tek konuştukları konu Balkıya ile Hansulu oluyor, şüphesiz.

      Jadakay Şege’yi taa uzaktan görür görmez sırıtıverir. O, benekli, kısa boylu, geniş omuzlu, kuvvetli bir delikanlıdır.

      – Çek! Diye, bağırdı kuyudan su çekmekte olan iri yarı Bulış adlı esmer delikanlı.

      Çıkrığa koşulan büyük kara deve bu sese aldırmadan ters döner dönmez her şeyi devirerek öne doğru ilerler. Eyere bağlanan kayıştan urganı kuvvetle sarsarak çeker. Devenin boynundaki ipi tutmakta olan çocuk koşarak önüne geçer.

      – Dön…

      Ayakları kalın tüylerle kaplı büyük deve, kocaman adımlarıyla geri dönmeye çalışır.

      Kuyunun taştan yapılmış kenarında ayaklarını açarak duran Bulış, su dolu kovayı gerilerek çeker. Daha sonra kuyudan çekilen masmavi sular yalağa doğru şırıl şırıl akmaya başlar.

      Yalağı çepe çevre sarmış olan deve sürüleri ise buz gibi suyu hemen höpürdetmeye başlarlar.

      Jadakay, Şege’yi böğründen dürter.

      – Cesur çocuk, oraya bak… O tarafa bak.

      Şege dönerek Jadakay’ın işaret ettiği tarafa baktığında, kuyunun doğu yanındaki dağ yamacını dolaşarak, koyu doru atıyla hızla koşturarak Hansulu’nun geçmekte olduğunu görür. Başında puhu kuşu tüyleri olan kunduz derisinden yapılma şapkası, üzerinde kırmızı ceketi vardır. İnce belini kemerle sıkı sıkı bağlamıştır. Gümüş eyer takımı batmakta olan güneşin alev gibi nuruyla birlikte pırıl pırıl parlıyor. Altındaki koyu doru yüksek atı da sahibinin bakımlı, güzel genç kız olduğunu biliyormuşçasına, ayaklarını oynak oynak basıyor.

      Kızın boncuk gibi gözlerini, kıvrık kirpiklerini, kiraz dudaklarını hayal eden Şege, derin bir iç çeker.

      – Merak etme, der Jadakay, arkadaşını omuzlarından silkeleyerek. Ne kadar havalanırsa havalansın, senden daha iyisini bulabilir mi? Dediğim çıkınca görürsün, sonunda bu kuş senin omuzlarına konacaktır, görürsün.

      Kuyunun batı kanadındaki hayvanların birbirine karıştığı Majan köyünden süslü bir genç kadın geliyor. Omuzunda saka sırığı, geniş etekli beyaz elbisesiyle salına salına yürüyor. Yanında küçük bir kız çocuğu var. Şege Balkıya’yı görür görmez tanıyıverir. Uyanıklık yapan Jadakay’ın başını eğdirtmenin tam