oluşturmaması, kendilerine ait toprak arazilerinin olmaması, Ermenilerin çoğunluğunun cahilliği vs. faktörler de vardı.
Ermeni devletini kurma stratejisi devrimden sonra Sovyet Rusya tarafından sürdürüldü. İşlem birkaç yönde gerçekleştirildi. Birincisi, Ermenileri bugünkü Ermenistan’a ve Kafkasya’daki diğer Azerbaycan topraklarına göç ettirmek, onları yoğun bir şekilde yeniden yerleştirmek ve bu süreçte yerel Türkleri (Azerbaycanlıları) bir şekilde topraklarından çıkarmaktı. Bu süreçle ilgili bir dizi önemli gerçek var: Çarlık Sarayı’nın Danışman Usimoviç Paskeviç’e yazdığı bir mektupta (29 Şubat 1828) Hristiyanların (Ermenilerin) göçüne ilişkin 15 makale yer alıyordu. Onlardan dört tanesi aşağıdadır:
1. Göç sürecini denetlemek üzere Hristiyan Göçmenler için bir Komite kurulsun;
2. Göçmenlerin yerleşeceği bölgelerde Hristiyanlardan oluşan ayrı mahalleler veya bölgeler oluşturulsun. Hristiyanlar Müslümanlarla karıştırılmamaya çalışılsın. Bu amaçla, Hristiyanların yanı sıra Müslümanların da kendi din kardeşlerinin daha yoğun olduğu bölgelere taşınması araştırılsın;
3. Göçmenlerin yeniden yerleşimi için yaşanabilir, sağlıklı ve suyu bol olan topraklar seçilsin;
4. Göçmenlere tavizler ve ayrıcalıklar verilsin.11
Belirttiğimiz sorunlarına rağmen, Ermeni Kilisesi kendi absürt planlarını uygulamakta ısrar ediyordu. Ermeni din adamlarının faaliyeti daha çok diplomatik misyon yürüten kişileri andırıyordu. Henüz 1790 yılında Ermeni Kilisesi’nin başpiskoposu Argutinski-Dolgorukov Rusların Ermenileri Müslüman esaretinden kurtaracaklarını açıkça beyan etmişti. Bu fikrin dile getirilmesinin sebepleri vardı. Çünkü Rusya-Osmanlı Savaşı (1768-1774) sonucunda Çar devleti Osmanlı topraklarında yaşayan Hristiyan nüfusun hukuklarının korunmasına müdahale etme hakkı kazanmıştı. Ermeni Patriği İngiliz Büyükelçisi ile görüşmesinde şöyle demişti: “Ermeniler artık uyanmışlar ve eğer Avrupa devletlerinin rağbetini ve desteğini kazanmak için isyan etmeleri gerekiyorsa, bu ayaklanmanın başlatılması hiç de zor olmayacaktır.”12
Uyanma dediğimizde, Ermenilerin okumayı ve yazmayı öğrenmesi, kiliseye ibadet için yönlendirilmeleri amaçlanmıştır. Elbette ki o zamanlar, dünya nüfusunun çoğu okuma yazma bilmiyordu. Ancak Müslüman-Türk dünyasındaki halk, İslam bayrağı altında birleşiyordu. İnsanlar Namaz’ı ve diğer duaları ezbere biliyorlardı. Camilerde birlikte Cuma namazını kılıyorlardı. Ancak İslam hukuku, Müslüman hükümetlerinin reformlar yapması konusunda oldukça kayıtsızdı. Özellikle matbaaların kurulması ve kitlesel cehaletin ortadan kaldırılmasına karşı özel bir tutuculuk vardı.
Bu fırsatı değerlendiren Avrupalı güçler, Osmanlı topraklarındaki Ermenilerin din, dil ve alfabe etrafında birleşmesi için stratejiler uygulamaya başladılar. Bununla ilgili çok önemli gerçekler var:
Avrupalılar, Osmanlı topraklarında Ermenice harflerle basılan ilk Türk romanlarının yayımlanmasına çok ilgi gösteriyorlardı.
“1) Osmanlı/Türk ve Ermeni edebiyat tarihlerinde pek de yer alamayan, yer aldığında ise önemsenmeyen bu metinlerden yola çıkarak her iki edebiyat tarih yazımı geleneğinin bir değerlendirmesini ve eleştirisini sunmak;
2) Osmanlı Müslüman/Türkleri ile Ermenileri arasındaki kültürel alışveriş meselesini bir yandan teorik bir çerçeveden ve kavramlar ışığında değerlendirirken bir yandan da yeni ampirik malzeme sunarak tartışmayı genişletmek;
3) Ermeni harfleriyle ilk Türkçe romanları Arap harfli romanın ilk örnekleriyle, yani literatürde “Tanzimat romanı” olarak adlandırılagelen metinlerle karşılaştırarak hem bu ikinci gruptaki metinlere mevcut yaklaşımları sorgulamak hem de Osmanlı İmparatorluğu’nda üretilen edebiyatların ne ölçüde ortaklık taşıdığı/taşıyabileceği tartışmasına bir katkıda bulunmak.”13
Sovyet Rusya'nın ısrarı ve organizasyonu ile Azerbaycan’ın Zengezur bölgesinin batı kısmının Ermenistan’a verilmesi ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti coğrafi bakımdan Azerbaycan’dan ayrıldı. Ermenistan topraklarındaki Müslüman-Türk halka karşı zorunlu göç politikası izlendi. Üstelik Dağlık Karabağ Otonom Vilayeti’nin (DKOV) oluşturulması sırasında Azerbaycan’ın 1923 yılına kadarki mülki yönetim yapısı kaba bir şekilde ihlal edilmiş, Cevanşir, Gubatlı, Şuşa kazalarının toprakları bölünerek DKOV tesis edilmiştir. İlgili karar doğrultusunda Şuşa Kazası’na bağlı Şuşa, Hankendi ve 115 köy, Cevanşir Kazası’na bağlı 52 köy, Garyagin Kazası’na bağlı 30 köy ve Gubatlı Kazası’na bağlı Kaladeresi DKOV’ye verilmiştir. Bolşevik maskesi ile iyice güçlenen Ermeni milliyetçileri bütün imkanlardan istifade ederek Kremlin’e yerleşmeye ve Sovyet kanunlarından faydalanarak Azerbaycan halkına karşı çeşitli baskı kanunlarını hayata geçirmeye başladılar. Böylelikle 23 Aralık 1947 yılında SSCB Bakanlar Kurulu, Kolhozcuların14 ve diğer Azerbaycan halkının Ermenistan SSC’den Azerbaycan SSC’nin Kür-Aras ovasına göç ettirilmesi hakkındaki kararı kabul etti. Aynı kararda 1948-1950 yıllarında güya gönüllülük esasına göre Ermenistan’da yaşayan yüz bin Kolhozcu Azerbaycan’ın Kür-Aras ovasına zorunlu göç edecekti.15 Belgelerde gönüllülük esasına göre olduğu söylense de bu; Sovyet kanunları ile hayata geçirilen resmi bir sınırdışı sayılırdı.
Bunu not edebiliriz ki Türkmençay Antlaşması’ndan sonra Çarlık Rusya’sı teorik olarak Ermeniler için arazi sorununu yani, onların nüfus problemini hallettikleri için ikinci aşamaya başlamıştı. Bu sorun, “Ermeni kültürü” kavramını formüle etmek ve tanıtmaktı. Ermenilerin, mutfak kültürü, müzik, edebiyat, nesir ve şiir yaratmada büyük zorlukları vardı. Ermeniler arasında ne yazar ne de yazılacak bir konu bulmak mümkündü. Bu süreçte tanınmış Rus şair ve yazarların eserlerinde Ermeni imgeleri yaratma girişimleri de başarısız oldu.
Aynı sorun, Sovyetler Birliği’nin kurulmasından sonra da yaşanıyordu. 1929’da Nikolay Ivanoviç Buharin16 Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Halk Komiseri başkanı Ter Gabrielyan'dan, ünlü şair Mandelştam'ı sanat ve edebiyat alanında herhangi bir çalışma yapması için Ermenistan’a göndermesini istedi. O, 1930 yılında Buharin'in yardımıyla geçimini sağlamak adına Ermenistan’a Ermenistan’ı anlatan bir eser yazması için aday gösterildi.17 Çünkü, Ermenistan’a Ermenistan’ı anlatan bir eser yaratmak o kadar da kolay olamazdı. Öyle ki eski Türk topraklarında yaratılan ve hızla Ermenileştirilen bir ülkede Ermeni’ye ait ne tarihi, ne de bir kültürel bir örnek vardı. Böyle bir çalışmanın fikrî alt yapısı ve olay örgüsü yalanlara ve uydurmalara dayanmalıydı.
Yeri gelmişken, Kilise liderleri sıradan Ermenileri ibadete çekmek için 1800’lerin ilk on yılından başlayarak, ayinlerden sonra yemek verme kararı aldılar. Aynı dönemde eski giysiler kiliselerden fakir Ermenilere dağıtılmaya başlandı. Bu iki vaka Ermenileri toplu olarak ibadete yöneltti.
Ermeni toplumunun cahilliğinin ve enformasyon kıtlığının giderilmesi meselesi Ermeni Kilisesi’nin faaliyetindeki diğer bir önemli hususu teşkil ediyordu. XIX. yüzyılın ortalarında artık Ermeni kiliseleri Ermenilere toplumsal farkındalığı aşılamak amacıyla milli literatür yayımlamaya başlamıştır. Fakat bu ürünler Ermenice değil, Türk, Rus, Fars ve Arap dillerinde neşrediliyordu. Çünkü Ermeniler yaşadıkları ülkelerin resmi dillerinde konuşuyorlardı. Büyük çoğunluğunun