yoldaş, kar yağıyor kar!
Zooteknik Ali donca, gömlekçe fırladı dışarı. Üçü birden koşmaya başladılar. Koştular, koştular başka bir evin penceresine dayandılar.
–-Tık, tık, tık
–– Kim o?
–– Muhasebeci yoldaş, Kar yağıyor kar!
Yine bir koşu
Koştular, koştular diğer bir pencereye dayandılar.
–-Tık, tık, tık
–-Kim o?
–-Başkan yoldaş, Kar yağıyor kar!
Demeye kalmadı, başkan şampanya tıkacı gibi fırladı dışarı.
Artık birin ikin sokaklarda belirmiş olan kooperatorlar (kooperatifte çalışanlar) yöneticilerin başkanın ardı sıra koştuklarını görünce:
–-Başkan sabah jimnastiğine çıkarmış adamlarını, dediler.
Bazıları ise:
–-Hayır be! Dediler. Spartakiyada sözünü duyduğunu yok mu? İşte ona hazırlanıyorlar.
Koşucular aynı hızla kooperatif avlusundan geçtiler ve kançelaryaya daldılar. .Öyle bir kalkıp inmeyle bir solumak soluyorlardı ki, zannedersen onlarca şimendifer bir araya toplanış. Başkan da demirci körüğü gibi bir kalkıp bir inen, göbeğini iki elle tutarak kesik, kesik konuşmaya başladı:
–-Derhal! Umum seferberlik ilan ediyorum! Kançelaryada, iş hanede, fermada kimse kalmasın. Herkes mısırların, pamukların kuruculuğu yarıda kalmış fermanın başına. Haydi Marş! Yaşar, sen okula koş. Müdüre söyle, talebeleri mısır tarlasına göndersin. Yarın biz de ona lazım oluruz. Haydi, çabuk ol. Tam bu anda hademe İbrahim girdi içeriye:
–-Breh! Dedi, ellerini ovuşturarak, amma da kırağı düşmüş ha! Kar gibi!
–-Hııı? Sahi mi be? Diyerek ötekiler mıhlanıp kaldılar. Sonra hep beraber pencereden baktılar. Gözlerine inanamıyorlardı. Gerçekten de kırağı düşmüştü. Henüz doğan güneşin ışıkları altında par, par parlıyordu. Az sonra eriyip gitti.
Başkan derin bir iç çekti:
–-Tüüüuu, amma da aldandık ha! Yazık hani, bu kadar koştuk, telaşlandık. Hadi herkes işine baksın. Seferberliği kaldırıyorum, dedi ve bir sigara yaktı, sakin, sakin solumaya başladı.
İsmail YAKUBOF, 1968, Krumovgrat, “Yeni Işık”, gazete, hiciv ve mizah sayfası, “Topuz”, gazete, Sofya, 1968, N:116 ( 28 Eylül 1968)
Bahçe peykesine bir oğlan ve kız oturuyorlar. Tanışmadıkları belli. Oğlan bir hayli düşünüp öteye beriye kıpırdadıktan sonra:
–Af edersiniz Sizden bir ricada buluna bilir miyim? Diye kıza döndü.
–Lütfen
– Bakın, ben öleceğim. Beni bir defacık öpmenizi istiyorum. Dedi oğlan ciddiyetle.
–Sizi öpersem ölmeyeceksiniz, öyle mi? Diye kurnazca sordu kız.
– samimi olmamamı istiyor musunuz?
–Evet!
–Öpseniz bile yine öleceğim. Dedi genç ve derin br göğüs geçirdi.
–Faydası olmayacaksa niçin Sizi öpeyim?
–Faydası olmayacak ama ne kadarsa içim ferahlayacak ve olacakları daha sakin karşılayacağım. Bu kadar güzel bir kız insanı öperse gözleri ardında gider mi hiç?
Oğlan bir defa daha göğüs geçirdi.
Biraz sonra:
–Öyleyse, Sizi öpeyim. Dedi kız ve bayağı uzunca oğlanı öptü.
Araya bir hayli sükunet gidi.
–Size, can sıkıcı olmazsa, neden öleceğinizi bana söyler misiniz?
– Bakın, bunu bilmiyorum.
– E… Ne zaman öleceksiniz?
– Bunu da bilmiyorum.
Bir hayli, ikisi de birbirlerine bakıştılar. Sonra birden bire kahkaha ile gülmeye başladılar.
Ali RİZA 1993, Silistre “Gülmece”, hiciv ve mizah dergisi, Silistre, 1993, N: 1
Bizim Suhodol (Yeniköylü) köyünde biri var, adı Murat. Çobanlık eder. İşine diyecek yok. Her çoban gibi o da sabahın erken saatinde sürüyü önüne katar, kıra bayıra çıkar. Akşamın geç saatinde döner. Güz, kış mevsimleri geçti, ilkyaz gelince koyunlar kuzuladı. Muradın sürüsünde kendinin de birkaç koyunu var. Bir kaç da kuzu sahibi oldu. Bilmem neden ama onun kuzulan iriydi. Gün, hafta dersen koyunların yanı sıra kuzuları da meraya çıkardı, çayır aldırdı. Muradın kuzulan herkesin göz okuna dokunmaya başladı. Bir gün Aptulla aga gelip Murada demiş.
İyi cins koyanların var. Hiç olmazsa kuzulardan birini satılık etsene, damızlık büyütürüm.
Murat şöyle cevap vermiş:
– Hiç satmadım, şimdi de satılık etmem. Diyeceğim, bir şey var. Razı gelirsen belki bu iş olur. O senin eşek sana kalsın. Kodiğj1 getir bana, al git kuzunu.
Aptulla aga razılık (rıza) gösterir. Pazarlık baş başadır. Aptulla ağa kodiği bırakıp, kuzuyu alıp gider. Üç beş gün geçer geçmez kuzu Aptalla ağadan yok olur. Öte arar, beri arar bulamaz. Murada gidip:
–Nerede kaldı bu kuzu. Bizim mahalle sürüsünden ayrılıp size gitmesin, der. Murat başını atar.
Muradın altı, yedi yaşlarında bir oğlu var. Boydaşlarıyla güreş yapmayı sever. Bir defasında yenilince seyircilerden biri şakadan tutturur:
–Sen babana söyle de sana tavuk, kuzu kessin, yedirsin. O zaman bak kimse yenebilecek mi seni.
Saklıyı küçükten öğren derler ya. Muradın oğlu da dilinden düşürüvermiş: Hadi hadi, babam bana geçen akşam bir kuzu kesti. Ben onu yiyeyim de göreceksiniz nasıl tıkızla-nacağım.2
Kulağı delik olanlar kayıp olan kuzunun aslına vardılar. Bu olay köye dağılır. Muradın foyası meydana çıktı. İşi anlayan Aptulla aga Murada varıp:
A be Murat, sende ne hu surat, der ve kodiği alıp döner.
Celil YUNUSOF, “Ziya”, gazete ,”Kirpi”, adlı hiciv ve mizah sayfası, Silistre, 1969, N: 16
Edebi tür olarak 1960 yıllarında Bulgaristan Türkçe basının Hiciv ve Mizah sayfalarında yer almaya başladı. Halk Edebiyatının etkisi ile yazılı basında gelişerek şekillendi. Yazar birkaç satırla alaycı bir üslup ile yanlış bir olayı tenkit eder. Başarılı taşlama yazarları arasında şu isimleri sayabiliriz: İbrahim Beyrullah, Nihat Behçet, Ahmet Tımış, Nevzat Halit, Turhan Rasi, Mehmet Bekir, Aliş Sait, Latif Karagöz,
“Benim” dedi kaldırdı baş
Olmadı bir yapıya taş.
Dün yazmaya başladı
Bu gün rasgeleni taşladı.
İşler karım hiç durmadan
Ben dişlerim yorulmadan.
“Yeni Işık”, “Topuz” adlı hiciv ve mizah sayfası,