alem çıktı Aya
O, hala inanır muskaya.
Ne bilginin derini
Ne de kültürlü
Çözümler işlerini
Hep öbür türlü.
Şair arkadaş
Bu iş böyle olmaz
Yazacaksan yaz
Yazamazsan kaz.
Bükmedi hiç belini
Ama çekiyor “Pelin” i
Develer dedi: Artık yetsin
Neden bizi hep eşekler yetsin!
Bir kişi kazıyor
Üç kişi yazıyor.
Çok geniş daireleri var
Ama, gönülleri dar.
Ne midesi doldu, ne gözü
Kessek yiyecek koca öküzü.
İsmet Osmanov, “Öbür Türlü”, epigramlar ve taşlamalar, Sofya, 1993
Eskiden beri çünkü
Eskiden beri dünkü
Yaldızlı, kirli tezgâh
Kime besi bu günkü.
Güne göre örtü dür
Gününe göre şükür
Önünü gördüğü yok
Tfü de, yüzüne tükür.
Gün gün eksilsin aşı
Çatırdar, çatlar başı
Gök gürültüsü içrek
İçrek yağsın gözyaşı.
ZEVK AĞACI
Ulu orta ne işti
Betin beti yağcı
Pişirdi işi, pişti
Yedin say, zevk ağacı.
Allah var, ağızın yandı
Yuttun, boğazın yandı
Canı tatlı, dayandı
Yedin say, zevk ağacı.
Görgü, görenek, töre
Zevk ağacına göre
Gündüz göz göre
Yedin say, zevk ağacı.
Yeniköylü, Silistre, 1996, 27 Haziran 2015, tarihinde müellif tarafından, Şaban M. Kalkan’a gönderildi
Edebiyatımıza 1956 yılında Hasan Karahüseyin tarafından getirildi. İlk monolog “Yeni Işık” gazetesinde “Fenerli” adı ile yayınlandı. Kısa bir zamanda yazılı edebiyatımızda rağbet Mustafa Çete, Ali Riza, İsmet Osman, Mümin Bekir, Mümin Mustafa, Mustafa Mutkov, Dinçer Halicov, Ahmet Tımış, Firdevs Mehmedali, Zeliha Seyit, Leman ilyas vs.. buldu. Daha sonra da monologlar sahne eseri olarak yıllarca tiyatrolarımız tarafından istifade edildi. Hiciv ve Mizah yazarlarımızın çoğu yaşantımızda ki sosyal aksaklıkları monolog tarzı ile ifade etmeyi uygun gördü. En başarılı monolog yazarlarımız arasında şu isimleri saymak doğru olur. Hasan Karahüseyin, Raif Taib, Halit Dağlı, Ali Durmuş, Yusuf Kerim, Mehmet Bekir, Nevzat Halit, Mustafa Mutkov, Şaban Mahmut, Hüseyin, Lütfi Demir, İsmail Bekir, Naci Ferhat, Sabri İbrahim, Sayit Kerim vs.
Oturmasını beceremeyen erkek pantolonunun ağ yerinin dar olmasından bahsedermiş derler ya. Bende söz aramıza kalsın bu takım erkelere benzedim tıpkı. Hatta daha üstün bile çıktım onlardan. Dinleyin de anlatayım. Sofya’ya varmıştım geçenlerde. Dönüşte trende bir hadise vuku buldu. Rezil rüsva oldum. Yolculuk yaptığım küpede(1) tam karşıcığımda (karşımda) bir kadın oturuyordu. Beraber yolculuk yapacağız ya. Dur dedim kendi kendime, şunun yaşını sorayım ilkten. Vay başıma gelenler. Bir köpürmesin mi o kadın, kupe (vagon) dar geldi bana kuzum, vallahi dar geldi. Keşke yaşını soracağıma bir çimdikleseydim kadını, bu kadar darılmazdı sanırım. Babasını öldürmüşüm sanki bir kükredi, bir söylendi. Dinle dinleyebilirsen. Kültürlü değilmişim, dünyadan haberim yokmuş ve saire. Bak ben darılır demezdim. Kültüre gelince abla dedim ona, söylediklerin iftiradır. Ben her hafta “Halk Kültürü” gazetesini okurum.
Neyse, bir küpede yapayalnız yolculuğa devam ediyorum. Ama yalnız oturmaya gelmedik ya dünyaya, şöyle treni kupe, kupe bir dolaşayım dedim. Belki konacak bir dal bulurum. Derken, yedinci küpede Düdük Ali ile Şebek Sali’ yi görüverdim. İçim rahatladı birden. Oy oy bir de kızcağız oturmuş köşede. Hani kanatları olsa güzelliğinden uçuverecek. Yan geldim yanlarına. Bir de lafa karışır ümidiyle uçura yakın fıkralar anlatmaya başladım hiç istifini bozmadı ki.
–Kıza kır bir buçuk ker maşallah, dedim. Şeker elması gibi allanmış yanakları, ballanmış. Böylesi bir geçmeli elime.
Keşke dememiş olsaydım, kuzum kardeşim. O evvelce susan kız bir başladı bana:
–Sen nerelisin be balkan ayısı, ayılar ne zamandan beri ipsiz dolaşır hem?
Vay halime, vay! Yerin dibine battın sanki o anda. Kırağıda yanmış pırasa gördüğünüz varsa bilirsiniz. Tıpkı ona benzedim ben de. Hadi olan oldu. Orada utandığımızla kalsak neyse, ama şu Düdük Aliyle, Şebek Saliyi görür müsün? Trenden iner inmez yaydılar şu olayları. Şimdi beni gören
–Nasıldı o kız … Amma da iyi yolculuk, diyorlar.
Oysa ben uslu bir kişiyim. Kediyi sütten kovmayanlardanım, ama nereden de aklıma gelmişti o gün trene binince birkaç yüz gram rakıcık yutmuştum lokantada. Artık konuşan ben değildim, rakı konuşuyordu. Ama git de anlat insanlara. Kim inanır?
Raif TAİBOF 1967, Ardino “Yeni Hayat”, dergi, hiciv ve mizah sayfası, Sofya, 1967, N: 11
Fabllerde toplumun hataları canlı hayvanların veya cansız eşyaların dili ile dile getirilir ve tenkit edilir. Hiciv ve Mizah edebiyatında yıllardan beri kullanılan fabl (basne) büyükler için yerli edebiyatımıza 1955 yılında Niyazi Hüseyin tarafından getirildi. Latif Karagöz bu yolda ısrarla devam etti. Küçükler için daha sonraları da İshak Raşit tarafından fabl denemeleri yapıldı. İlk fabl basınımızda yer almasından sonra birçok şair ve yazarımız bu edebi türde kalem oynatmaya başladı. Onlar arasında en başarılı şu isimleri sayabiliriz. Latif Karagöz, Şaban Mahmut, Turhan Rasi, Hüseyin Köse, Memiş Mustafa, Mustafa Mutkov, Ali Tiryaki, Tahsin Ebazer, Mustafa Keloğlan vs.
Elma ağacı bir sabah gururlu, gururlu
Onu besleyen kara toprağa
Şöyle anlatıyordu.
Ben çok güzel bir ağacım
Yazık oldu bana yazık
Düştüm senin kara çamurlu koynuna
Sarıldın köklerime senden arınamadım
Şimdi boynum bükük, içim ezik
Elmaların olgunlaşıp koynuna düşer.
Onların