Muhtar Magavin

Eğri Ağaç


Скачать книгу

gibi reislerden başladı!” “Siz öyle iftira atmayın,” dedi komisyon üyelerinden biri, patronuna destek çıkarak. “Başkanımız dürüst biri. Gelini Rus, damadı ise Tatar. Tam bir enternasyonal…” “Size danışan, bir şey soran mı oldu?” dedi Marat. “Ben vatandaşlık hakkımı savunuyorum. Ben işsizim, iş bulacaksınız bana. Karım hasta, ona sosyal yardım maaşı bağlayacaksınız. Kızım Kazakça bilmez, bilmek de istemez; hep kalın kafalı, haylaz köy çocuklarının arasında okuyamaz, geleceği için tehdit, hayatı için tehlikelidir. Şehirde açıkgöz Kazakların okuduğu İngiliz okuluna yerleştireceksiniz. Yoksa yarın bu adaletsiz komisyonu cumhurbaşkanına şikâyet edeceğim. Cumhurbaşkanının kendisini Amerikan Senatosuna, Rus Dumasına, Alman Federal Meclisine şikâyet edeceğim. İsveç’ten siyasi sığınma hakkı isteyeceğim,” dedi. Dedi ve tükürerek kürsüden indi. Afallayan kalabalığı yararak kültür evinin menteşeleri kopuk, büyük kapısını gacır gucur ittirip açtı ve pat diye kapatıp çıktı gitti.

      Ertesine değil, ondan sonraki gün de değil, aynı günün akşamı yazmak için oturdu. Marat Mirzo-yev-yan-zade-pulo’nun inanılmaz etnik ve ırk temelli baskı altındaki çığlığı, Amerikan Senatosuna, Rus Dumasına, Alman Federal Meclisine, Soljenitsin ile Jirinovski’ye, Birleşmiş Milletlere, en son olarak Kazakistan Cumhurbaşkanına yazdığı şikâyet mektupları hedefine ulaşır ulaşmaz yer yerinden oynadı, Egemen Ülkemizdeki en büyük kurumdan tutun, en alttaki ilçe, köy idaresine kadar her şeyin altını üstüne getirdi. Derisi incenin yüreğine dehşet saldı, derisi kalının ise feleğini şaşırttı. Nihayet…

      Aradan iki yıl geçti. Marat’ın biricik kızı, şimdi Almatı’daki seçkin bir lisede bedava okuyor. Kaldığı yer rahat, yemesi içmesi leziz, hepsi de Egemen Ülkeye ait. Eğitim Rusça ve İngilizce. Ek dil olarak Almanca, İspanyolca, Fransızca ve Türkçe var. Marat’ın hiçbir zaman hiçbir yerde çalışmayan, özel bir muayene sonrası yirmi dört organının hepsi de yerli yerinde çalışır vaziyette olduğu ortaya çıkan karısına ya emeklilik ya da hastalıkla ilgili olsa gerek, sonuç itibarıyla yüksek ücretli maaş bağlandı. Her ay alıyor. Kimi zamanlar maaş geciktiğinde diğerleri gibi beklemiyor, doğrudan köy muhtarının cebinden çekip alıyor. Marat’a gelince köy idaresinde bilmem ne kadrosu açılarak oraya kaydı yapıldı. Yukarıdan özel talimatla bağlanan bol keseden maaşı var, hiçbir görevi, yapması gereken şeyi yok. Sorumluluktan, günlük işe gidip gelmelerden muaf, armut piş ağzıma düş kıvamında bir iş. İçsin, yesin; egemenliğin tadını çıkarsın. Rahat dursun yeter. Millete huzur versin. Bizim daha yeni bayrağını dalgalandıran genç Cumhuriyetimiz için halklararası anlayış ve saygıdan daha değerli ne var? “Zararın neresinden dönersen kârdır.”

      Böylece hallettik, memnun ettik, kendimiz de huzur bulduk, diye düşündü barışsever insanlar.

      Yok. Bu olup bitenlerin hepsi, kedinin fareyle oynadığı gibi oynamak olmuş.

      İlk işler yerli yerine getirilip hazmedilince Marat Mirzo, gösterişli bir mekânı istedi. Burası, köyün eski çocuk kreşi idi. Daha düne kadar zar zor çalışır durumdaydı. Sonunda eski devrin en son kalıntısı olarak o da düştü. Millette çocuk var, para yok. İdarede para var fakat burası için herhangi bir bütçe öngörülmemiştir. Kendiliğinden kapanıverdi. Kurum olarak. Büyüklü küçüklü olmak üzere on iki odalı, at koşturacak kadar genişlikteki oyun sahası ve bol meyveli bahçesi olan yüksek, bembeyaz bina yerli yerindeydi. İşte bu boş duran binayı tümüyle istedi. Köy muhtarı, vermek istemedi ama vermemesi için bir gerekçesi de yoktu. Vermeyeceğim, diyemedi; sırf kendini şikâyet etse neyse, huzur içinde yaşayagelen köyde halklararası skandal çıkarmayacağı ne malum? Baştan savdı, ilçeye yönlendirdi. İlçe, il merkezine. İl, daha da yukarılara. Sonunda aldı. Alır almaz… Almadan önce, daha ilk başta, gösterişli binaya göz koyduğu günün ertesine arazi davasına girişti. Bu köyde kırk yıl hizmet vermiş olan bazı yaşlı emekçiler, şansları da yaver gidince eski bağ bahçeli bölgeden irili ufaklı pay almışlardı. Köye yakın zamanlarda gelen M. Mirzo, bu listede yoktu. Artık listede onun da adı olmalıydı. Listenin sonunda değil, tam ortasında. Köydeki tek Rus dilli niye dışlansın? Gösterişli bina meselesi ayrı, arazi meselesi ise ayrı. İlgili kurum ve kuruluşların hepsinin eşiğini aşındırdı; ilçeden başkente kadar bütün mercilere yazdığı dilekçe ve şikâyetleri dağ gibi yığıldı. Nihayet, bu dilekçesi de yukarılarda imzalandı. Eski elma bahçesinin hâlâ ayakta olan, devlete ait bir parçası. Tamamı dört hektar bir yer. Sol üst köşesinde “Halklar arasında ayrımcılığa yer verilmesin, mesele olumlu bir şekilde çözülsün.” notu yazılı, büyük insanın kargacık burgacık imzası olan iki dilekçe, dönüp dolaşıp eninde sonunda kendisini bulduğunda önce bu mucizeye şaşıran, ardından yüreği yerinden oynayan, sonra yüreği cız eden ve sonunda küplere binen köy muhtarı, elini kalbine götürdüğü gibi yere yığılıvermiş. Basit bir öfke değil, alev alev yanan bir dert. Gövdesini çatlatan illet. Kalp krizi. Önce köy hastanesine kaldırıldı, ardından ilçeye, sonra il merkezine gönderildi. M. Mirzo’nun yazdığı mektupların izinden. Kahrolası dilekçeye aşırı heyecan anında imza atmaya yetişememiş ama hiç şüphesiz, sağlıklı olarak geri dönünce kâğıda çiziktirip kesinkes onayladığına dair mühür basması yeterli olacaktır.

      Bu arada Marat Mirzo-yev-yan-zade-pulo’nun ırk ve etnik temelli baskılardan ilham alan gücü kuvveti doruk noktasına ulaşmıştı. On iki odalı ev, üç dört hektar arazi dediğiniz ne ki, bütün bir köyü ve başı dumanlı Aladağ’ı civarındaki tüm zirve tepeleriyle beraber zimmetine geçirecek kudrete sahip gibiydi âdeta. Gün geçtikçe güçleniyor, içi özgüvenle dolup taşıyordu. Daha nice güzel işler bekliyor onu. Yalnızca gevşek muhtarın elden ayaktan düşmesi, işini aksattı. Onun yapacağı iş halledilse, insan hakları uğruna verdiği mücadelesinin üçüncü, en önemli aşaması başlayacak. Ama ne zaman? Vakit geçiyor. Bir iş durakladı diye, diğer iş bekletmeye gelir mi? “Demir tavında dövülür”, durduğu kabahat. Bu durumlarda Kazaklar, “Uzaktan arabayla taşıyacağına, yakından torbalarla taşı” derler. Arabadan önce göz koyduğu torba yanı başındaydı. Komşusu. Üstelik evleri yan yana olan komşulardan değil, evleri bitişik. Adı Kanat. İki komşunun bahçe arazileri, yan yana uzanmaktadır. Aynı evin bir kısmında Kanat, diğer kısmında Marat oturuyor. Arada sadece bağ bahçe var. Yalnız Kanat’ın arazisi, iki kat daha büyük. Marat’ın arazisi de bayağı var. On arlık. Ama Kanat’ın arazisi, daha geniş. Yirmi arlık. Adalet bunun neresinde? İşte adaleti kendi elceğiziyle sağlamaya girişti. Doğrudan girişti. Hazırlık aşamaları geçen yıllarda başlamıştı.

      Eskiden evin arka tarafını ikiye ayıran bir çit vardı. Pek çitten sayılmayacak, sırf tavuklar geçmesin diye çekilmiş, derme çatma bir şeydi. Marat, önce bu çiti ortadan kaldırarak işe başladı. Ama atmadı. Hepsini ahırın içine güzelce istifledi. Sonra kendine ait patates ekilen yeri yarım metre ileriye taşıdı. “Komşu, benim tarafa geçmişsin. Sınır, şu iki köşedeki kurumuş kavak kütükleri değil mi?” dedi Kanat. “Yahu, komşum, senin benim diyecek kadar ne var? Farkında değildim; yarım metre değil, otuz beş santimetre; buradan çıkan patatesi sen al,” dedi Marat. “Hımm, patates bende de var, neyse kalsın,” dedi utancından Kanat. Ertesi gün Marat, komşusuna: “Bu iki fidan, iyi cins armuttur; kök salana kadar senin toprağında dikili dursun, seneye şu eski eriğin yerine dikerim. Bu yıl meyve versin, yazıktır,” dedi. “Buraya ben patates ekeceğim,” dedi Kanat. “İncecik fidanlar, gölgesi olmaz, en fazla dört yumru daha az ekersin, yerine bu taraftan on yumru senin olsun,” dedi Marat. Kanat, yine mahcup oldu. “Yok, teşekkürler, hiç gerek yok, sen ek,” dedi. Kendi toprağına da gölgesi düşmez, zaten benim payımdaki yeri kullanarak daha fazla patates ektin, diyemedi, bunun pimpiriklilik olacağını düşündü. Bu, önceki yılın önemsiz bir olayı idi. Geçen yıl iyi cins iki armut fidanı