Muhtar Magavin

Eğri Ağaç


Скачать книгу

eskisinden daha fazla ilerleyerek o eski iki fidan -şu anki armut ağaçlarının etrafını çepeçevre patates ekmiş. “Yahu bu nedir?” dedi. “Paylaşır yeriz,” diye cevap verdi ahretlik komşusu. “Toprak senin, tohum ve emek bana ait. Buradan en az altı çuval patates alırım. İki çuvalı senindir.” “Hayır,” dedi bu işin altından bir çapanoğlu çıkacağını hisseden Kanat. “Peki, üç çuval.” “Hayır, dört çuval versen bile kabul etmiyorum. Ektiğin tohumları geri topla…” “Yarısını da mı kabul etmiyorsun?” “Kabul etmiyorum. Yerimi boşalt.” “Benden söylemesi,” dedi Marat pişmiş kelle gibi sırıtarak. Kanat da gülümseyip dişlerini sergiledi. Böylece konu kapanmış, konuşma bitmiştir, diye düşünmüştü. Gerçekten de konuşma bitmişti. Komşusu konuşmayı kesmiş, artık harekete geçmişti. Kanat, ertesi gün öğleye doğru uyandı, esneyerek ve karnını sıvazlayarak dışarı çıktı. Yine ne görsün! Dün üzerinde tartıştıkları toprak, artık tartışmalı olmaktan çıkmış. Komşusu bir kazığı öyle bir yere çakmış ki, bizimkinin patates ektiği yer topyekûn diğer tarafa geçmiş. Geçmiş derken, geçirilmemiş, olduğu gibi yerinde duruyor durmasına, yalnızca bu tarafına çit yapılmış. “Bu ne yahu?” diye bağırdı bahçeye. Çıt çıkmıyor. “Marat! Marat!” diye kükredi. O da burnunun dibinde bitiverdi hemen. Tam ortadaki kalın elma ağacının altında bir şeylerle meşgul görünüyor. Ya da o ağacın arkasında gizlenmiş bekliyordu. Keyfi yerinde, ağzı kulaklarında, ayaklarını yanlara doğru atarak yürüyüp geldi: “Ahretlik, bu kadar bağıracak ne var yahu?” “Nedir bu?” dedi söyleyecek başka söz bulamayan Kanat. “Bu mu? Benim ektiğim armut.” “Hayır, bu.” “Benim ektiğim patates.” “Hayır, bunu diyorum! Çit. Niçin?” dedi kan beynine sıçrayan Kanat. “Komşuluk hakkı için ürünün yarısını bedava vereyim dedim, kabul etmedin. Ondan sonra arazilerimizi işaretleyerek ayırdım.” “Ne arazisi?” dedi Kanat avaz avaz bağırarak. “Arazi benim. Ezelden beri. Kime ne?” “Şu iki armut ağacı kimin?” dedi Marat. “Senin. Ama yer benim.” “Şu patates kimin?” “Senin. Ama…” “Aması maması yok,” dedi Marat. “Ağaçlar benim, meyveler benim, altındaki yer nasıl senin oluyormuş? Hangi mahkemeye gidersen git, ben haklı çıkarım. Seninkisi zorbalık. Açgözlülük. İşte duruyor ya koskoca arazi. Kalanı yetmiyor mu? Tam tamına on altı ar. Yine de benimkinden büyük. Benimkisi yalnızca on dört ar. Hadi yine iyisin. Kes şunu. Bu arsaya sahip çıksan da yeter.” “Yetmez!” diye haykırdı Kanat. “Benim toprağım!” “Artık benim,” dedi Marat hiç aldırış etmeden. “İkimiz de Egemen Ülkenin eşit haklara sahip vatandaşlarıyız. Yoksa benden daha mı üstünsün? Başka milletten diye beni küçümsemek mi istiyorsun?” Marat, öyle yaygara kopardı ki sesi Kanat’ın sesini geçti: “Nasyonalist! Şovenist! Faşist! Bu köydeki başka milletten olanların hepsini kovdunuz. Şimdi de yalnız kalan bana mı zorbalık edeceksiniz? Edemezsiniz! Ben Parlamentoya yazacağım. Ben Senatoya yazacağım. Cumhurbaşkanının kendisine yazacağım!” Ağzından her kelime çivi çakar gibi çıktıkça bir iki adım ilerleyerek çite yanaştı. “Hadi, öldür beni! Vur, döv! Siz kalabalıksınız. Ben tekim. Parçalayın beni!”

      Civardaki insanlar; meyve ağaçlarının bakımını yapıyor, çeşitli tohumlarını ekiyor, bağ bahçesinde çalışıyorlardı. Çiti atlayarak ilk yetişen sağdaki komşu oldu. Sonra soldaki geldi. Ondan sonra öbür komşu, peşinden diğer komşu. Derken yakınlarında yaşayan on civarında kişi toplandı. Marat, daha da köpürdü. “Hadi, saldırın! Dövün! Bu ülkede kanun yok. Mahkeme yok. Hepsi zorba. Hepsi eşkıya. Herkesin kuyusunu kazdınız, şimdi sıra bana gelmiş. Öldürün! Beni öldürün! Evimi yağmalayın! Yerimi de paylaştırın!” O anda köy muhtarının yardımcısı da soluk soluğa yetişti. Oralardan geçerken gürültü sesi duyunca gelmiş. Rengi sarardı, “bir felaketi hissetmiştim,” dedi titreyerek. “Bizim gençler, hep bela ararlar.” Muhtar yardımcısını gören Marat, iyice çıldırdı. “Hadi, muhtarınızla birlikte saldırın bana!” dedi. “Öldürün! Kalbitler!14” “Yavaşşş!” dedi yarım muhtar dayanamayıp. “Ağzından çıkanı kulağın duysun…” “Sen de Kazaksın!” dedi Marat. “Sen de bu kötü niyetlilerden birisin!” “Yaa bir dur, dinle,” dedi yarım muhtar. “Neler oluyor? Nedir bu gürültü?” “Bu, benim arazime el koydu,” dedi Kanat. “Hey, niye yalan söylüyorsun?” dedi Marat. “Hangi arazi? Şu çiçeğe duran, meyve vermeye yakın olan iki armut ağacı kimin ha? Şu filizleri toprağın üzerine çıkmaya başlayan patates kimin ha? Benim. Kim kullandıysa, yer de onun.” “Tapuda benimdir.” dedi Kanat biraz yatışarak.“Tapu yeniden yazılacak,” dedi Marat, “Çünkü ta başta adil bölünmemiş.” “Adil bölünmüş,” dedi Kanat öfkesini bastırmaya çalışarak. “Ben burada doğdum, burada büyüdüm. Babamın toprağı!” “Babasının toprağı,” dedi yarım muhtar. “Kolhozun eski üyesi. Savaş gazisi. Özel bir kararnameyle fazladan pay verilmişti. Bu civardaki birkaç eve. Yirmişer ardan. Senin, senden önceki ev sahibinin arazisi diğer herkesinki gibi, on arlık. Sen de biliyorsun, tapuda yazıyor.” “Kapat çeneni!” dedi Marat. “Biliriz tapunun nasıl yazıldığını. Irk ayrımı yapılmış. Şimdi senin Sovyet hükûmetin yok. Devir değişti. Ben farklı milletten olsam da, Egemen Ülkenin eşit haklara sahip vatandaşıyım. Böyle bir zorbalığa göz yumamam.” Yarım muhtar, ne yapacağını şaşırdı. “Bizde hiçbir ayrımcılık yok,” dedi. “Eskiden Sovyet zamanında nasıl paylaştırıldığından ben sorumlu değilim. Ben şu an elimdeki belgeye bakarım. Yer, Kanat’a ait. Tapuda öyle yazıyor.” “Şu, Aladağ’ın eteğindeki sovhozun elma bahçesinden kopardığın beş hektar yer hangi tapuda peki?” dedi Marat. “Yahu, iftira atma, oğlum,” dedi yarım muhtar tırsarak. Boğazını temizledi, gövdesini dikleştirdi. “Bizim Egemen Ülkemizde ırk ayrımı yok. Herkes eşittir. Kazaklar ise… Kazaklar; ev sahibi olduğundan, bütün sorumluluğu üstlenmeleri boynunun borcudur. Bütün işlerde öncü olmalılar. Bütün halka. Bağımsızlık bahtın, Egemenlik sloganındır. Ülke sizin. Hoşgörülü olun, delikanlılar. Ülkemizin parlak geleceği için her şeye katlanacaksın. Halklararası skandala yol vermek, suç. Devlete karşı suçtur. Bizi bağımsızlığımıza kavuşturan Elbaşı’na engel çıkarmak demektir. Eğer,” dedi yarım muhtar, Kanat’ı baştan ayağa süzerek “herhangi bir dargınlık, ayrımcılık olursa, buna yol verirsen, sorumlusu sen olacaksın. Mahkemede cevap vereceksin. Hadi, delikanlılar! “Öfke, düşman” demişler, şu Kanat’tan gözünüzü ayırmayın. Toprak meselesi, bütün dünyadaki en çetin meseledir. Akılla, sabırla çözmek gerek. Ben gidiyorum,” diye ekledi. “İlçede büyük bir toplantı var. Muhtar ağabeyin yokluğunu hissettirmemek gerekiyor. Hadi, gençler, göreyim sizi,” diyerek neşelendi. “Her şeyi söyledim. Sorumluluğun büyüğü sizde. Kanat, sen akıllı bir gençsin,” deyip oradan ayrıldı.

      Akıllı genç Kanat, yumruklarını sıkıyor, dişlerini gıcırdatıyor, zangır zangır titriyordu. Diğerleri de şaşkın ve heyecan içindeydi. Marat, keleş keleş sırıttı. İlçedeki önemli toplantıya acele eden yarım muhtar gözden kaybolana kadar gevrek gevrek gülerek dudağını büzmüş duruyordu.

      Burada halklararası skandala sebebiyet vermeleri olası ahretlik komşular Marat ile Kanat’ın dış görünüşlerinden, boyundan posundan bahsetmek yerinde olacaktır sanırım. Marat, gerçekten de hangi milletten olduğu belli olmayan, farklı bir tipti. Gözleri mavi, burnu sivri, basık alınlı, geniş yüzlü, dişleri öne çıkık, ağzı büyük, esmer biri. Ya Rus ya Tatar. Ya Özbek ya Ermeni. Ya Tacik ya Kalmuk. Ya Azerbaycanlı ya da Dağıstanlı. İyice kurcalarsanız bildiğimiz Kazak olması da işten bile değil. Velhasıl, Kruşçev ile Brejnev’in hayalini kurduğu Sovyet insanının ilk başarılı örneklerinden. Rusçası var, Kazakçaya hâkim. Başka hangi dilleri bildiği bilinmez. Belki yukarıda adı geçen halkların hepsinin dillerini