Muhtar Magavin

Eğri Ağaç


Скачать книгу

Kazakça olarak, biri ise Rusça ve Kazakça karışık olarak büyük bir sarı kâğıda, diğeri yine Kazakça ve Rusça karışık olarak mavi bir kâğıda ve biri de meçhul bir dilde, köy postanesinin telgraf formlarının kenarlarından bir araya getirilmek suretiyle dikilen dokuz adet kâğıda yazılmış olan bunca dilekçenin feryat figanı Aladağ’da yankılandı. Başta sen de hayret edersin, sonra ürkersin, sonunda kendin de feryat figan edersin.

      Rahman Ata köyünde insanlık dışı, sadece faşist rejime ait kan donduran milliyetçilik var, demiş mektupları yazanlar, yani beş mektubu da kendi eliyle yazan Marat Mirzo-yev-yanzade-pulo. Kazak milliyetçileri, şiddet ve zulüm uygulayarak Rahman Ata köyünü Büyük Rusya’dan tamamen ayırdı ve yasadışı olarak kendilerini Egemen Köy diye ilan etti. Kimseye sormadı; halkın iradesini hiçe sayarak suç işledi. Şimdi ise bütün dünya karşısında çekinmeden kötü niyet, fitne fücur işlerini gerçekleştirmeye başladı. Burası şimdi Rahman Ata köyü olarak adlandırılır. Tarihe apaçık ihanet. Utanmazlık, arsızlıktır. Buranın eski adı Falanca-skoye. Yeni toprakları bayındırlaştırmanın destek ve dayanağı olmuştu bir zamanlar. Adı yine yasadışı olarak Almatı’ya değiştirilmiş olan Güvenilir10 kalesini yabani yerlilerden koruyan karargâhlardan biriydi. Bu bozkır bölgesini silahlı ordusuyla dize getirip Büyük Rusya’ya ebediyen dâhil eden jandaral11, kendi elleriyle temelini atmıştı buranın. Falanca-skoye! Aklınızda olsun! Geri kalmış bölgeyi yabanilerden tamamen temizleyip yeni yöntemlerle bayındırlaştırma dönemindeki adı Stalin kolhozuydu12. Ondan sonra, ıssız ve bakir olan toprakları gelişigüzel karıştırma sırasında Bilmemneka oldu. Şimdi yine değiştirdiler. Peki, devir değişti, tamam, eski hâline getiriniz. Öyleyse Stalin. Stalin’den korkuyorsanız, daha eski olan tarihî adı Falanca-skoye. Ama öyle yapmadılar işte. Kim olduğunu iblisin bile bilmediği bir Rahmançik. Bu azmış gibi bir de Ataşka. Komik bir şey yok. Ağlamak da olmaz. Herkesi ayağa kaldırmak gerek. Yılmadan karşı durmak gerek. Dünyadaki iyi niyetli insanlar, böyle bir kepazeliğe yol vermemeliler. Bu adın altında tarihi sil baştan yazma niyeti var. Tam bir su katılmamış milliyetçilik. İlk sonucunu kendi gözlerimizle görüyoruz. Önceden bu küçücük Falanca-skoye kolhozunda, ondan sonraki gelişip kalkınan Filanca-skoye sovhozunda Sovyetlere bağlı yedi ulusun temsilcileri, Ulu Rus halkının ağabeylik himayesi sayesinde musmutlu, barış içinde geçinip gidiyorlardı. Efendime söyleyeyim. Kazaklardan başka ulusların yerinde yel esiyor şimdilerde. Beş ulus, kaçtı gitti. Altıncı ulustan sadece ben kaldım. Çünkü gidecek bir yerim yok. Benim tarihî vatanımda, Sovyet hükûmeti düşerek yerli milliyetçilerin iktidara gelmesinden bu yana siyasi istikrarlılık sağlanamadı, orada millet birbirini kırıyor, şimdi ben nereye gideyim? Bir bütün ve kudretli olan Sovyetler Birliği’nin ayrılmaz bir parçası olarak, kendimin de doğup büyüdüğüm, emeğimin geçtiği Rahman Ata, önceki tarihî Falanca-skoye köyünü ikinci vatanım bilirdim. Buradaki durum da ortada. Bu köyü geliştiren, okuma yazma öğretip uygarlığa eriştiren Ruslar, buranın köy işlerini kalkındıran Almanlar ile Koreliler, bu köye bilim ışığını yağdıran Yahudiler, bu köyün meyve ve sebze ihtiyacını karşılayan Uygurlar; manevi baskıya, etnik ayrımcılık temelli zulme uğradılar; doğrudan can güvenliğine kasteden tehdit ve tehlikelerden dolayı göç etmek zorunda kaldılar. Önce bunların hepsi birer birer işten çıkarıldılar; Rusça konuşmaları yasaklandı hatta taşlanarak sokakta bile yürüyemez hâle geldiler. Her gün kapılarına dayanarak tehdit yağdıranlar, dayak atanlar… Def olun, evinizi barkınızı bedava bırakıp derhâl göç ediniz, dediler. Yoksa küçük çocuklarınızdan başlayarak hepinizi boğazlayacağız, dediler. Sonuç olarak, ne çare, bu köyün çalışkan, dürüst Rus’u, Alman’ı, Koreli’si, Uygur’u, Yahudi’si ve bir ulusun daha temsilcileri ağlaya ağlaya, istemeye istemeye göç etmeye mecbur kaldılar. Şimdi de benden kurtulmak istiyorlar. Şahsen kendim ve büyük ailem, tehlikeyle karşı karşıyayız. Evimi kundaklayacaklar mı, penceremin dibinde bomba mı patlatacaklar ya da kızımın ırzına geçip karımı aşağılayıp beni de işkenceyle öldürecekler mi bilmiyorum. Başka çarem yok, ben de buralardan gideceğim. Yalnızca dördüncü sınıfa giden zavallı kızımın okulu bitirmesini bekliyorum, demiş. Okula giden çocuğunun hâli ise daha da içler acısıymış. Rus sınıflarının hepsini dışarıya atmışlar, dokuz yüz öğrencisi olan büyük okulu baştan sona Kazaklaştırmışlar. Eskiden Rus-Kazak karışık okulu olarak bilinirdi. Şimdilerde Kazak sınıflarını kapatıp tamamen Rus okuluna çevirdik, diyorlar. Bu, göz boyamadır. Öğrencilerin hepsi Kazak, öğretmenlerin hepsi Kazak, öyleyse bu nasıl bir Rus okuludur? Bu nasıl bir hilekârlıktır? Buna bir çare var mıdır? Yapacak bir şey yok, demişler. Ama yine de ilçe, il ve ülke çapında, daha önce parti görevlerinde yetişen, dürüst enternasyonalist, akıllı ve iş-bilir yöneticilere umut bağladım. Tamamı olmasa da, birçok yönetim bu yoldaşların elindedir, diye düşünüyorum. Eğer, demiş, mektubunun sonunda Mirzo-yev-yan-zade-pulo, bu çığlığımı yansıtan dilekçem dikkate alınmazsa, ben Rus Dumasına yazacağım, Amerikan Senatosuna yazacağım, Alman Federal Meclisine yazacağım, Jirinovski ile Soljenitsin’e, Karimov ile Akayev’e yazacağım. Birleşmiş Milletler’in, İngiltere kraliçesinin huzurunda meseleyi gündeme getireceğim. Günümüzde insan hak ve hukukunu ayaklar altına almaya kimsenin hakkı yoktur. Ölürüm ama son damla kanım kalana kadar da namus ve şerefimi koruyacağım!

      İlçe, il ve ülke düzeyinde çeşitli makam sahiplerinden kurulmuş yirmi yedi kişilik muhterem komisyon; Rahman Ata köyü ile Kaskelen arasında, Kaskelen ile Almatı arasında, Almatı ile Rahman Ata arasında üç ay boyunca mekik dokudu; üç dört yüz kişiyle konuştu ve kırk dört sayfalık esaslı bir sonuç raporu hazırladı. Fitneci köyün erkeğini, kadınını, yaşlısını, gencini toplayıp tavanından su damlayan, zemini delik deşik olan, duvarları çatlak veren eski, kocaman kültür evinde halkın geleceği için kilit öneme haiz bir uzlaşma toplantısı yaptı. Tabii, yeterli sayıda asayiş polisleri geldiler. Cefa çekip tüyleri diken diken eden dilekçeyi yazmak zorunda kalan Marat Mirzo-yev-yan-zade-pulo, saygıdeğer polislerin himayesinde, saygıdeğer komisyon üyeleriyle kürsüde yerini aldı.

      Toplantı gösterişli, tumturaklı şartlarda başladı. Tabii, kudretli halkın yüce dilinde. Ondan sonra gündemi oluşturan konular dile getirildi. Rusça. Sıra muhterem komisyonun sonuç raporunu kalabalığa bildirmek üzere konuşma yapacak olan başkandaydı. Kazakça. O anda davacı Mirzo… -pulo, cin çarpmış gibi yerinden fırladı. “Siz yine ne yapmaya çalışıyorsunuz?” dedi. “Nasıl başladıysanız, öyle devam ediniz! Toplantı baştan sona ulu Rus dilinde yapılmalıdır. Ben sizin eciş bücüş dilinizi anlamıyorum!” dedi. Kazakça. “Siz”den başlayıp “eciş bücüş”e kadar tamamen Kazakça. Çünkü bu Mirzozade, Kazakçayı sular seller gibi konuşurdu. Rusçası ise burada bulunanların çoğundan daha zayıftı; sadece zayıf değil, Orta Asya-Kafkas usulü eski arabalar kadar kırık dökük, derme çatma ve çok kötüydü, konuşurken. Yazarken ise, tabii, sesi ve vurguyu yerli yersiz kullanıyor, eklere gelince ancak tahmin yoluyla ne demek istediği anlaşılıyor; en önemlisi içerik ki, işte içeriğin anlamlılığı sayesinde toplanmadı mı bu millet? İçerik ve güven. “Sabraniya na belikom ıruskom ayazıke! İya trebuyu!”13 dedi hem kendine hem de diğerlerine güvenen Mirzo-yan-pulo, Kazakça zayıf sözcüklerini Rusçanın gücüyle sağlamlaştırarak. Konuşmacı, yani muhterem komisyonun kır saçlı başkanı, il merkezinde önemli bir kurumun koskoca yöneticisinin yardımcısı, derhâl özür diledi ve sonuç raporunun herkesçe anlaşılan, halklararası iletişim dilinde yazıldığını, kendisinin de doğru yoldan sapmayacağını belirtti. Sonra bütün dillere hâkim yardımcılarının son derece becerikli bir