Mehmet Özer Kazancı

Kadife Yapraklar


Скачать книгу

met Ömer Kazancı

      Irak Türkmen Edebiyatı Tarihinden Kadife Yapraklar Araştırmalar ve El Yazmaları

      ÖNSÖZ

      Bu kitapta yer alan yazılar, değişik tarihlerde Irak Türkmen edebiyatı ile ilgili olarak yapmış olduğumuz çalışmalarla birlikte, Bağdat El yazmaları Evinde bulunan önemli eserlerimiz hakkında hazırlamış olduğumuz kataloglardan oluşmaktadır. Bunların bir kısmı zamanında yerel dergilerimizde, diğerleri ise Türkiye’de çıkmakta olan hakemli dergilerde yayımlanmıştır.

      Edebiyat tarihimizle ilgili çalışmalar, Havadis, Maarif ve Kevkeb-i Maarif gibi en eski yayın organlarımızın üzerinden yapılmıştır. Bunlar arasında Türkmen edebiyatçılarının dili sadeleştirme konusunda harcadıkları çaba, hikâye ve roman alanına verdikleri özen, çocuk şiirine gösterdikleri önem ve bu türlerde yayımladıkları ilk ürünlerle birlikte, edebiyatımızda görkemli konumlara sahip olan Sâfî ve Hicri Dede gibi şairlerimizin bazı görkemli ve ilginç çalışmalarının, günümüze kadar ele alınmaya ayrıntıları bulunmaktadır.

      Kitabın ikinci bölümünde, yakın bir tarihe kadar ulaşılması engellenen Irak El yazmaları Evi’ndeki eserlerimizin bir bölümüne, katalog halinde, ışık tutulmaktadır. Bunlar, klasik edebiyatımızın nadide cevherleri olarak bilinen şiir divanlarımızın yanı sıra, tarihi sözlüklerimizi kapsamaktadır. Amaç, Irak’ta Arap harfli Türkçe zengin bir el yazması hazinesi bulunduğuna dikkatleri çekmek ve bu alanda çalışma yapmak isteyen araştırıcılara bu hazineyi kısmen de olsa tanıtmaktır. Bu çalışmalarla Türkmen edebiyatına, mütevazı da olsa, bir hizmet sunabilmişsek ne mutlu bize…

Kazancı

      MAARİF DERGİSİ ÜZERİNDEN TÜRKMEN EDEBİYATÇILARININ DİLİ SADELEŞTİRME ÇABALARI 1

      Maarif dergisi Türkmenlerin Irak’ta çıkardıkları ilk edebiyat dergisi olduğu gibi, Irak genelinde yayınlanan üçüncü edebiyat dergisi olarak da bilinmektedir2. Kerkük’te çıkarıldığı için, Türkmenlerin her konuda düşüncelerini yansıtan bir özelliğe sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım.

      Dergi 24 Nisan 1913 ile 20 Kasım 1913 tarihleri arasında yayımlanan 11 sayısıyla, birinci sayıının önsözünde belirtilen misyonlarını tam olarak yerine getirmeye çalışmıştır3. Vefat etmiş olan edebiyatçılardan yayımladığı örnekler yanında, etrafına toplanan dönemin edebiyatçılarının da katkılarını paylaşmıştır. Bunlar yalnız şiirleriyle değil, düzyazıları ve bu yazılarda değişik konular üzerine ileri sürmüş oldukları görüş, öneri ve düşünceleriyle de dikkatleri çekmektedirler. Bu konulardan biri dil ve dilin sadeleştirilmesi konusudur.

      Dil ile doğrudan doğruya ilgili olarak yayımlanan ilk yazıya, derginin 4. ve 5. sayısında rastlıyoruz. “Lisana Dair” başlıklı bu yazı, Fethi Safvet (1896-1966)4 tarafından iki bölümde kaleme alınmıştır5. Yazıyı incelediğimizde Dr. Suphi Saatçi’nin Fethi Safvet hakkında söylemiş olduğu haklı bir cümleyi hatırlamış oluyoruz: Fethi Safvet’in “ileri sürdüğü görüşler, dönemi için yeni ufukların müjdecisi olmuştur”6.

      Fethi Safvet “Lisana Dair” yazısına, tanıdıklarının birisi tarafından, hele kendi dilini kavramadan Fransızca öğrenmek istediğini ve bu isteğin ne kadar anlamsız, yersiz olduğunu giriş bölümü yaparak, dil hakkındaki görüşlerini anlatmaya başlamaktadır. Fethi Safvet’e göre:

      1- Yaşadığımız ortamda dile karşı nezaketle davranılmıyor.

      2- Memlekette üst düzeyde olan insanların sayılı kısmının dışında, diğerleri dili doğru dürüst konuşamıyor, yazamıyor, kurallarına saygı gösteremiyor.

      3- Bunlar, dilimize “muhabbetimiz” olmadığından, her türlü “amâl ve irfanın” dil ile başladığını bilmediğimizden, “lisanı/ dili sevmek, milleti muhafaza etmek olduğunu anlamadığımızdan, anlamak istemediğimizden” ileri gelmektedir.

      4- Dilimizin ne kadar “beliğ, râk’sân, müessir” bir dil olduğunu bilseydik, kuşkusuz ki, onu bu derecede ihmale uğratamazdık.

      5- “Teâli, terakki, tekâmül” için dil bir ihtiyaçtır.

      6- İnsanlar tarih boyunca dillerini geliştirmek için her zaman yeni sözcükler üretmek gereğine zorlanmışlar ve bu konuda göstermiş oldukları çabalarla konuştuğumuz dil, bugünkü kıvamını kazanmıştır.

      7- Dilimiz sanıldığı kadar “güç/zor/ olmadığı gibi kolay da değildir”. “Türkçeden başka bir de Arapçada ve Farsçada pek vâsi’ değilse bile, az, fakat temelli” bilgi ister.

      8- Dil yanlışlıklarıyla dolu bir yazıda “sanat, meziyet” aramak boşunadır.

      9- Daha önceki dönemlerde dilimiz pek “bulutlu, boğuk, müphem ve muğlâktı”. Belirli, bir sınıfa özgüydü. Ama Akif Paşa, Ethem Pertev Paşa gibi bazı aydınlarımızın girişimiyle “kolaylığa, sadeliğe, inceliğe” kavuştu. Daha sora bu kervana katılan Şinasi’ler, Ziya Paşa’lar, Namık Bey’ler gibi “garbi taklit ederek” “yeniliğe daha ziyade kudret, selaset bahş” ettiler.

      10- “Bununla beraber, havâ-yı teceddüt vâdi-yi edebiyatın bütün bu boşluklarını dolduramamıştı. Yine pek renksiz, yine cansız, yine hareketsizdi. Evza’ ve etvarımıza hakkıyla tercüme olmuyordu”.

      11- Abdulhak Hamit ve Ekrem devrine gelince de bu cansızlık devam etti. Ancak bunların yetiştirmiş olduğu Fikret’ler, Halit Ziya’lar, Cenap Şahabettin’lerin de içinde bulunduğu kuşak, “bina-yı teceddüdün esaslarını, temellerini” kurmuş oldular. O yolu tuttular, ilerlediler. Dil açısından “kelimelerin ahengini, ruhunu” yakaladıkları bir üslupla eserler yazmaya başladılar.

      12- İşte böyle bir dil istiyoruz ki, – yazar, Halit Ziya’nın bir yazısına atfen – “onda o ezgiler, o örnekler, o derinlikler olsun. Bedii ile elyaf-î ruhu teh’ziz edip / titretip/ okşayacak, efkârı tenvir, ahlaki ve hissiyatı teh’zip ve terbiye edecek bir lisan” olsun.

      Bu yazı, bildiğimiz kadarıyla, dilimizin sadeleştirilmesiyle ilgili olarak yerel basın organlarımızda yayımlanan ilk net yazıdır. Yazarı Fethi Safvet o tarihlerde on yedi yaşındadır. Tek edebiyatta değil, hatta günlük konuşma dilinde yapılan yanlışlıkların, zamanla milletin varlığını bile etkiyeceğini vurguladığı gibi, dili daha cana yakın kılabilmek için sadeleşmeye yönelmenin gerektiğini önermekle birlikte, ihtiyaç duyulduysa, yeni sözcükler üretme konusunda da bir sakınca görmemektedir.

      Bu görüşlerin, zamanında edebiyat ortamı tarafından ilgi ile karşılanarak, az çok yankı yaratmış olduğunu söylemek bir dereceye kadar mümkün. Bu yankının bir belirtisini, Maarif dergisinin kurucusu ve baş editörlüğünü yapan Ahmet Medeni’nin “Osmanlı Lisanı7 adı altında kaleme almış olduğu yazıda görmekteyiz. Yazıda Medeni, aynı düşünceleri, ufak tefek farklarla benimsemektedir. Medeni’ye göre:

      1- Edebiyatta en dikkat edilmesi gereken sorun dildir. Dilimiz ne kadar “incelir, tasfiye ve tevsi’ edilirse” edebiyatımız da o kadar yükselir ve yücelir. Onun için her şeyden önce dile ve dilin “tanzimine” bakmalıyız.

      2- Dedelerimiz Türkçemizi “cevelânî edebilerine” uygun görmemişler. Dolayısıyla Türkçe, Arapça ve Farsçadan oluşan bileşik “lisan-ı Osmanlıyı tesis” etmişler.

      3- Oysa dilimiz, zaman akışı içerisinde gerçekleşen bütün gelişmeleri izleyerek bugüne gelmeliydi. Ama bu olmadı. Bunun yerine “bir başka lisan meydana çıkarıldı”. Bunu hâlâ, tamamıyla beceremeyerek takip etmekteyiz. “Nakıs bir lisana razı olmak, teceddüdün lisana bağlı oluğunu bilmemek demek değil mi”?

      4-