ile malûldü” . Bunu ilaç edenler başka bir hastalığa düşürdüler dilimizi. İngilizce, Fransızca, Almanca gibi batı dillerinden yabancı sözcükler almaya başladılar. Dilimizin yeni derdi bu.
7- Yabancı dillerden yeni terim, yeni deyiş ve deyimler adına aldığımız sözcüklerin yerine, kendi dilimizden bunları türetmeye çalışmalıyız. Olanaksızsa, dilimize “tev’em/ ikiz” diller olan Arapçadan, Farsçadan yararlanabiliriz. Değil yalnız dil, hiçbir şey kendiliğinden hâsıl olmamıştır.
8- Özet olarak: “lisanımızın tekâmülünü, istikbâl-i edebimizin te’minini istiyorsak…. Bu meseleye, bu meseleye-i lisanîyeye bir sai’-yi ciddi ve hakiki ile tevessül ve teşebbüs etmeliyiz”.
Fethi Safvet’in yazısı gibi, Ahmet Medeni’nin imzasıyla yayımlanan bu yazıda da dilin sadeleştirilmesi konusunda gereken adımların bir an önce atılmasına doğru bir çağrı vardır. Dil o kadar anlaşılmaz bir duruma gelmiştir ki, artık okurlar yazarların ürünlerini izlemekte zorlanmaktadırlar. Edebiyatta kullanılan dil, günlük konuşmada kullanılan dilden fazlaca farklı olmamalıdır. Yabancı sözcük ve terkiplerden arındırılmalıdır. Ancak batıya yaklaşım sonucu dile sızmaya başlayan deyim ve deyişlere de dikkat edilmelidir. Onlar da zamanla dilimizi zedeleyebilir. Bu sorunu çözmek için sözcük üretimine gidilebilir. Bu konuda Arapça ve Farsçadan yararlanmak, dilimizi batı dillerinin sömürgeciliğinde çiğnenmeye bırakmaktan daha doğrudur. Arapça ile Farsça, dilimizin ikizleri gibidir. Beraber yaşamışlar, gelişmişler. Birbirlerine yabancı sayılamazlar.
İki yazı da aynı amaç ile kaleme alınmıştır. Ancak Fethi Safvet’in yazısı dil bakımından daha sade, daha yalındır. Çok daha kolay anlaşılır bir niteliğe sahiptir. Sanki yazısını kaleme alırken, ileri sürdüğü düşüncelerin doğrultusunda hareket etmeyi yeğlemiştir. Sözcüklerden öz Türkçe olanlarını seçmiş, cümlelerden en kolay anlaşılır olanlarını kullanmaya özen göstermiştir. Bu konuda büyük bir dereceye kadar başarılı olmuştur. Oysa Ahmet Medeni’nin yazısında Osmanlı Türkçesinin etkisi, diğer yazılarında olduğu gibi, bütün ağdalığıyla, ağırlığıyla devam etmektedir. Bu yüzden yazısında ileri sürdüğü sadeleşme tezi, bir iddianın ötesine geçmemiştir. Sözde, havada kalmıştır. Bunu, daha sonradan gerek Maarif dergisi gerekse de diğer gazete ve dergilerimizde yayımladığı şiir ve yazılarından da öğreniyoruz8.
Ya Fethi Safvet söylediklerinin ne kadar arkasında durmuştur, uygulamaya çalışmıştır?
Fethi Safvet aslında bu yazıdan sonra elini eteğini edebiyat dünyasından çekmiştir. Değil dil konusunda, edebiyatla ilgili hiçbir konunun peşinde olmamıştır. Havadis gazetesinde katkısı olmuş mu olmamış mı, bu gazetenin tüm koleksiyonları elimizde bulunmadığı için- bilmiyoruz. Fakat Maarif dergisinden sonra çıkan yayın organlarımızın hiçbirinde adına rastlamıyoruz9. Maarif dergisinde de yayımlamış olduğu yazılarının sayısı dört yazıyı geçmemektedir10. Edebiyattan böyle erken uzaklaşmasının nedenlerini kesin olarak bilmemekle birlikte, birinci dünya savaşının başlamasıyla askere alınması, bu nedenlerden biri olarak düşünülebilir. Uzun bir süre memleketken uzak cephelerde savaşmıştır. Savaş sırasında tutsak düşmüştür. Serbest bırakılınca İstanbul’a yerleşmiş ve burada hayatının yönü, yordamı değişmiştir. Resim ve heykeltıraş sanatlarına kendini vermiştir.
Demek istediğim, dili sadeleştirme amacıyla yazılan bu yazılardan beklenen sonuçlar elde edilmemiştir, edebiyat ortamını fazlaca etkilememiştir. O tarihlerde, hatta daha sonra çıkan dergi ve gazetelerimizde kullanılan kapalı, yapmacık, yapay, zor anlaşılır dil, olduğu gibi yolunu alıp yürümüştür. Ancak bu yazılar, edebiyat tarihimizde birer farklı metin olarak yerlerini almışlardır.
Aslında Türk edebiyatında sadeleştirme hareketi çok erken başlamıştır. Şinasi’nin “umum halkın kolaylıkla anlayabileceği” bir edebiyat dili peşinde olması, Ziya Paşa’nın edebiyatı “ ‘avam beyninde/ arasında” araması, Ali Suavi’nin bilinçli olarak sade bir dil kullanması, Mütercim Asım’ın, Şemsettin Sami’nin dil ile ilgili çalışmaları, Mehmet Emin Yurdakul’un “Türkçe Şiirler” adlı eseri etrafında yapılan tartışmalarla başlamıştır11. Ancak ikinci meşrutiyetten sonra gerçek kıvamını bulmuştur. Selanik’te çıkarılan Genç Kalemler12 dergisinin etrafında toplanan yazarlar, bu konuyu ciddiyetle benimsemiş, ele almış ve ilk doğru temellerini atmışlardır. Bunların Başında Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem gelir. Ömer Seyfettin›in dergide dizi halinde yayımladığı “Yeni Lisan” başlıklı yazılarının birincisi13, dilde sadeleşme hareketinin bildirgesi sayıldığı gibi, milli edebiyat akımının ilkelerini beraberinde getiren bir yazı niteliğinde olduğu şeklinde de değerlendirilmektedir14.
O yazının, dili sadeleştirme konusunda içerdiği temel ilkeleri, Türk araştırıcıları şu şekilde özetlemektedirler:
1- Arapça ve Farsça gramer kurallarının kullanılmaması, bu kurallarla yapılan terkiplerin kaldırılması,
2- Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçede söylendikleri gibi yazılması,
3- Başka Türk Lehçelerinden kelimeler alınmaması,
4- İstanbul konuşması esas alınarak yeni bir yazı dilinin meydana getirilmesi.
5- Dil ve edebiyatın doğu-batı taklitçiliğinden kurtarılması,
Başlangıçta kimi edebiyatçılar tarafından tepki ile karşılanan ve sert tartışmalara yol açan bu ilkeler, daha sonra herkes tarafından kabul edilmiştir. Çünkü arkasında duranlar olmuştur. Doğruluğunu, verdikleri ürünlerle saptayanlar olmuştur. Yazı, Genç Kalemler dergisinden ya tümüyle ya da önemli bölümlerinden alıntılar yapılarak bazı basın organlarında tekrardan yayımlanmıştır15. Daha önemlisi, dili sadeleştirme konusunda hangi yöntemlere başvurulması gerektiği birer birer öne sürülmüş, anlatılmış ve açıklanmıştır. Yani yalnız dilin yaşadığı sıkıntıların nedenlerini ileri sürmekle yetinilmemiştir. Bu nedenlerin önüne geçilmesinin metotları da söz konusu edilmiştir. Yukarıdaki ilkeleri yeniden incelediğimizde, tek bunları görmekteyiz. Oysa asıl yazı, on altı yan başlıkla birkaç sütunda yayımlanmış uzun bir yazıdır16. “Türkçe Muvazenesini kaybetmiştir” kaygısından yola çıkarak, Türkçeye dengesini kazandırmak amacıyla yazılmış ve günümüz Türkçesinin geldiği noktayı sağlamasında atılan ilk olumlu, ilk gerçek adım olmuştur.
Genç Kalemler dergisinde çıkan bu birinci yazıyı, aynı başlık altında bir sürü yazı takıp etmiştir. Bu dergi ile Maarif dergisinde Ahmet Medeni ve Fethi Safvet’in yayınlamış oldukları yazılar arasında iki yıl kadar bir süre vardır. Bu iki yıl içerisinde, Genç Kalemler dergisi ve bu derginin benimsemiş olduğu sadeleştirme hareketinden bizimkilerin haberleri olmuş mu? Dergiden bazı nüshalar ellerine değmiş mi? O yazıları okumuşlar mı? Onlardan etkilenmişler mi? bu soruların yanıtlarını hem Fethi Safvet’in “Lisana Dair” hem de Ahmet Medeni’nin “Osmanlı Lisanı” yazılarından, kesin olarak değilse de, bir dereceye kadar kanaat verici delillerle çıkarabilir ve “hayır” Genç Kalemler dergisinden ve bu dergide yayımlanan “Yeni Lisan” yazılarından haberleri olmamış, etkilenmemişlerdir diyebiliriz. Bu deliller şunlardır:
1-