Mehmet Özer Kazancı

Kadife Yapraklar


Скачать книгу

Karşısında epeyi uzak bir mevkide, yüksek bir tepenin ser ihtişamında kârgir46 bir köşk, yeşil, ipekli bir bir kadifeye tutturulmuş, parlak bir inci gibi parlıyordu. Ötede mandalar47 nehrin cereyanına kapılarak ve yalnız başlarını göstererek mandıraya48 davet müsaraat gösteriyorlar49. Oturduğumuz şahikanın dâmen iffeti gibi serilmiş olan geniş tarla diğer arkadaşlarına göre daha feyyaz bir surette gözleri kamaştıracak yeşil bir renk ile navazırlarımızı tartıp ediyordu50.

      Küçük refikim sinniyle gayr-î münasip51 bir tavr-ı istiğrak-kârı52 ile birdenbire sordu:

      – Bu tarla neye benziyor. Bilirseniz benzetiniz. Ben bu suale muntazır değilim.

      Bila teemmül:

      – Bilmem cevabını vermişim.

      Diğer refikim söze atıldı:

      – Bu tarlanın manzarası bana öyle tesir irat ediyor ki, teşbih edersem müşebbeh bihini53 bulamayacak ve menzilesini tenzil edeceğim. Bu sizin tarladan bir az ötede solgun duran bir saha, hicran-zede bir pakizenin rakibesini gördüğü esnada iktisap edeceği renk-i isfirarı54 andırır bir surette diğer mezraaya55 bakıyor gibiydi.

      Bir az daha ileri de bir iskelet gibi duran ılgın ağaçları, rüzgârın hafif sadmeleriyle sallanıp duruyordu. Güneş garp cihetine doğru mahsus bir süratle sukuta başladığı zaman artık menazır-î bedi’adan ayrılmak felaketinin hululünü hissettik.

      O gece ruhumda, asabimde o kadar müthiş bir gerginlik var idi ki, iki saat ağlamaktan uyuyamadım. O gözyaşları bir latif bahar gününün nihayet gök gürültüleriyle perişan olan akşamından çemenleri kamçılayan katarat-î azizeye pek müşabih idi. Fakat oh ne kadar latif ve nevaz56 idi. Tarif edemeyeceğim…

      BELKİ GELİR

Yazan: M. Refik Necme Gazetesi 11.3.1920 Tarihli Sayı

      Her günkü miattan tam bir saat kadar vakit geçtiği halde, henüz vürud etmemesi, kendisinde pek büyük meraklar uyandırarak dehşetli bir hummanın zehirli nöbetlerinde çırpınan hastalar gibi artık ne ateşli dakikalar geçiriyordu.

      Sahnede nazarına çarpan bütün temaşagerân onu bir saniye bile meşgul edememekten, bâ-husus her halde gelmek ihtimaliyle mutmain olan kalbini bir az daha mütehammil etmek ümidini idame etmeye yardım edecek azıcık gafleti istihsal için oradaki her çeşit tarz telebbüslerle mütelevvin tavır ve hareketlere bakmak suretiyle kendi kendini aldatmaya muvaffak olamamaktan mütevellit bir yeis ile azim endişelerin tahti tazyikında bükülmüş, aciz ve melül düşünüyordu.

      Şimdi her anı, bir leyl-i visalin aks-i zuhurâtı kadar acı, her dakikası bir matem gecesi kadar karanlık ve uzun geçen delikanlı, Hüsn u füsunun menazır-ı meşairanesiyle her tarafından aşk u garam taşan sahnenin bütün mahmuriyet velveledarına bigâne, kıskanç hülyaların muhavvif tesiratıyla mağmum, yalnız ve yalnız onu intizar ediyordu.

      Eyvah ki bir az sonra aldığı bir kara haber, hastalık haberi, o zaman kendisini ne kadar bi-tab bırakmıştı. An be an tezayüt eden şedit bir iştiyak, hususuyla a’mâk-ı esrarı arasında gizlediği nazenin hayaller onu, o anda her şeye isyan ettirecekti. Evvelleri pek süfli ve hararetli geçen hayatını oldukça değişen bu, sanki beş günlük için olan perde-i saadet böyle aldatıcı bir gösterişi müteakip nagehanî olarak kapanacağını hiç de hatıra getirmediği o saatten, evet! Bu yaşa gelinceye kadar hep hararetle karalanan kitap hayatına parlak bir sahifey-i nevin ilavesiyle kendisini mesrur eden o mesut saatten itibaren hayatını artık daima bahtiyar geçirmek için ne güzel programlar tanzim eylemişti.

      O, tal’ından me’yus olduğu için yalnız aks-i halinden korkuyor, kuvvet ve zulmünü her günkü feryatlarımızla kabul ve tasdik ettiğimiz hayatın elinde sefil ve miskin bir oyuncaktan başka birşey olmadığımızı bildiğimiz halde, onu, kendi emellerimize, kendi ihtiyarımıza tabi etmek mücahedesiyle didişmek abes olduğunu derk ve takdir ettiği için mağlup oluyordu.

      Fakat birdenbire böyle pek aslı olmayacağı ihtimal de varid-îhatır olabilecek bir haberden, bu derece inkisar-ı hayal karşısında bulunmak doğru olmadığını, muhakkak olsa bile hastalık… her halde ergeç geçici birşey bulunduğunu ileri sürmeye başladı. Hatta o anda sanki manevi bir ses ona: “İnanma hasta değil!” diyordu. Zaten hakikat da bundan ibaretti. İşte pek basit bir muhakeme ile öldüğünü zannettiği ümitler, yeniden canlanmaya başlayarak katî bir kanaatle hasta olmadığına hükmetmiş ve yine “Belki Gelir”! diye intizara koyulmuştu!..57

      GELMEZ VE GELMEYECEK

Yazan: R. A Necme Gazetesi 1920-2-13 Tarihli Sayı Belki Gelir Hikâyesinin Yazarı  M. Refik’e İthaf Edilmiştir58

      Her günkü miattan tam bir saat kadar vakit geçtiği halde, henüz vürud etmemesi, kendisinde pek büyük meraklar uyandırarak dehşetli bir hummanın zehirli nöbetlerinde çırpınan hastalar gibi artık ne ateşli dakikalar geçiriyordu.

      Sahnede nazarına çarpan bütün temaşagerân onu bir saniye bile meşgul edememekten, bâ-husus her halde gelmek ihtimaliyle mutmain olan kalbini bir az daha mütehammil etmek ümidini idame etmeye yardım edecek azıcık gafleti istihsal için oradaki her çeşit tarz telebbüslerle mütelevvin tavır ve hareketlere bakmak suretiyle kendi kendini aldatmaya muvaffak olamamaktan mütevellit bir yeis ile azim endişelerin tahti tazyikında bükülmüş, aciz ve melül düşünüyordu.

      Şimdi her anı, bir leyl-i visalin aks-i zuhurâtı kadar acı, her dakikası bir matem gecesi kadar karanlık ve uzun geçen delikanlı, Hüsn u füsunun menazır-ı meşairanesiyle her tarafından aşk u garam taşan sahnenin bütün mahmuriyet velveledarına bigâne, kıskanç hülyaların muhavvif tesiratıyla mağmum, yalnız ve yalnız onu intizar ediyordu.

      ESKİ YAVUKLU

Yazan: Tevfik Celal Orhan İleri Gazetesi: 4 Mayıs 1935 Tarihli Sayı 59

      Turgut yirmi, yirmi beş yaşlarında yakışıklı, dinç bir delikanlıydı. Annesinden, babasından pek erken ayrıldığı için çiçesi Aydın hanımın evinde bulunuyordu. Bunun bin beş yüz kadar lirası bulunduğunu da eklersek, evlenmek çağına yaklaşan genç kız, anneleri için kaçırılmayacak bir fırsat gibi sayılır.

      Hâlbuki Turgut, kendisine uygun bir karıyı daha seçememişti. Bir akşam çiçesi ile karşı karşıya çay masası üstünde dereden tepeden derme sözlerle, ellerindeki bardakları üflerken, aralarında kısa bir muhavere geçmişti:

      – Turgut oğlum, ne zaman evleneceksin?

      – Kendime uygun bir kadını bulduğum zaman

      – Komşumuz Nazife hanımın biricik kızı Suzan nasıl? Serveti de var, güzelliği de.

      – Hakkınız var çiçe, hem varlı hem de güzel. Biraz kaba.

      – Ya Şehla hanımın Süheyla’sı?

      – Çok güzel

      – O halde onu.

      – Hayır.

      – Neden

      – Validesi hasta ve sinirli de ondan.