Erkekler ağlamaz. Savaş meydanındaysa kadınlar bile ağlayamaz!
Hüseyinbek dik duruşunu değiştirmeden, izin isteyerek konuşmaya başladı.
– Komutanım, Murad yetim ve öksüzdü. Fergana vadisinde otuz bin Özbek Türk’ü soykırıma uğradığında ben cephedeydim. Vadide benim ve Murad’ın soyu katledilmişti. Askerlerimle şehre yardıma koştuğumuzda geriye kül yığınları ve dağlara kaçmayı başarmış yaralı insanlarla karşılaştım. Yurttaşlarımla ilgilenirken Murad’a rastladım. Bir küçük çocuktu… Kendine bol gelen kabana sıkıca sarılmış ve korku dolu gözlerle etrafına bakıyordu. Cebinden yıpranmış bir deri düştü. Eğilip deriyi almaya çalıştığım da hançeriyle üstüme atladı. Bileğinden zamanında tutmasam, boğazımı kesebilirdi. Deriyi kimin verdiğini sordum. ‘Atam’ dedi. Yanına oturup bir tas çorbayla ekmek uzattım. Hançerini beline yerleştirdi. Gözlerimin içine bakarak tası alıp hızla çorbayı içmeye başladı. O yemeğini yerken ben de deriye baktım. Damgasından babasını tanıdım. Uzaktan akrabam olurdu.
‘Bu deriyi taşıyan çocuk en küçük oğlumdur ve adı Murad’dır. Atalarım, ben ve oğlum; yeri ve göğü kuşatan Tanrı’ya inandık. Allah rızası için ona sahip çıkın. O artık soyu kırıma uğramış, öksüz ve yetim bir müselmandır 2 .’
– Süngülenmiş, yahnisi yapılmış evlatlarımın yerine koydum onu, Komutanım, ağlamam bu yüzdendir.
Enver Paşa derin bir nefes aldı. Hüseyinbek’in sandalyeye oturmasını söyledi.
–Bak Hüseyin, sen bu ordunun komutanısın. Sen üzülür, ağlar ve başı eğik olursan ordu da başı eğik gezer. Böyle bir kuvvet hiçbir zaman savaş kazanamaz.
Enver Paşa yanındaki abdest ibriğini Hüseyinbek’e uzattı. Yüzünü iyice yıka ve öyle çık askerlerinin karşısına. Kimse ağladığını anlamasın. Ayrıca Murad’ın şehadeti kesinleştiğinde cenaze namazını sen kıldır.” Hüseyinbek ayağa kalkıp gür bir sesle “Emredersiniz komutanım!” dedi ve çenesinden dökülen damlacıkları koluyla sildi. Başı dik bir vaziyette nöbetçilerin teftişine gitti.
Enver Paşa, Kuşçubaşı Hacı Sami Bey’in mektubunu eli titreyerek okumaya başladı.
Komutanım, Kafiran’dan geri çekildiğinizin haberini alıp ordumla yola çıktım. Ancak Rus kuvvetlerinin sayıca üstün taarruzu yüzünden yardımınıza gelemedik. Takviye kuvvetleri beklemekteyiz. Emirlerinizi bekliyoruz.
Not: Morallerimiz yerinde olup bu zor zamanı da atlatacağımıza, hedefimize ulaşacağımıza eminiz. Büyük aydın ve dostunuz Ziya Bey’in dediği gibi;
Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan
Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan
Sadık askeriniz Kuşçubaşı Hacı Sami.
Enver Paşa, gece boyu haritaları inceleyip bu kapandan nasıl çıkacaklarını düşündü. Kısa bir not yazıp mührünü vurdu. Ordugâhın meydanında Hüseyinbek’in sesi yankılandı. “Er kişi niyetine” mühür Enver Paşa’nın elinden düştü. Usulca gidip çadırın girişindeki keçeyi aralayıp baktı. İmamın önü boştu. Enver Paşa, çadırında tek başına cenaze namazını kıldı. Seccadesinin üzerinde ağlayıp dua etti. Hüseyinbek’i çadırına çağırttı. “Hüseyinbek, şu mektubu en sağlam adamınla, tez Kuşçubaşı Hacı Sami Paşa’ya gönder. Ordu, taarruz hazırlıklarını en yakın zamanda bitirsin. Emrimle saldırıya geçeceğiz. Elleriniz tetikte bekleyin.” Abdest ibriği masanın üstündeydi. Enver Paşa’nın yanağından, su damlıyordu.
Taarruz günü Enver Paşa banyosunu yaptı. Temiz üniformasını giydi. Sakal tıraşını oldu. Badem yağıyla bıyıklarını tarayıp yukarı doğru büktü. Ordugâhın meydanında bayram namazı için bekleyen askerlerinin önüne geçip bayram namazını kıldırdı. Atının yanına ağıla gitti. Semerini bağlayıp eliyle besledi. Ordu, Enver Paşa’nın sert duruşundan güç ve cesaret alıyordu. Yüzünde üzüntünün kırıntısı bile yoktu. Hüseyinbek o an fark etti. Enver Paşa haklıydı…
Enver Paşa, ordunun en önüne geçti. Beylik tabancasını çekti. Rus mevzilerini gösterdi. “Soykırımcı Ermeni ve Ruslar oradalar! Akrabalarınızı kesen, dininize ve namusunuza saldıranlar orada! Siz nasıl öleceksiniz diye düşünmeyin. Esir düşersem. Atalarımın yüzüne nasıl bakarım. Bunu düşünün!” Enver Paşa atını ileriye doğru sürmesiyle… Ordu, “Allah, Allah” nidaları eşliğinde hücuma geçti.
Enver Paşa, Rus mevzilerine daldığında mermisi bitmişti. Silahını attı. Kılıcını çekti ve Rus makineli tüfeklerin bulunduğu sipere daldı. Askerleri biçerek ilerlemeye başladı. Enver Paşa bedenini delip geçen kurşunlara inat dimdik duruyordu at üstünde. “Havan topu” diye bir ses duyuldu. Havan mermisi Enver Paşa’nın yakınına düşmüştü. Paşa siperden dışarıya savruldu. Türkistan bir yiğit komutanı daha yuttu.
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Şiir, Hikâye, Deneme Atölyeleri)
BÜYÜK KUŞ
Mevsim yazdı. Altay Dağlarının zirvesi her mevsim karlı, etekleri yemyeşildi. Rüzgârın çıkardığı ıslığın yanında bir ıslık daha yankılandı. Altayların zirvesinde yuva yapmış bir şahin çıkardı başını yuvasından. Tek gözünün üstünde pençe izi vardı. Bir gözü görmez şahin açtı kanatlarını boşluğa. Bıraktı kendini Altay’ın yemyeşil ovasına doğru. Dostunu tanımıştı. Sevinç çığlıkları atıyordu. Şahinin geldiğini gören yiğit, şaha kaldırdı atını, selamladı dostunu. Dörtnala sürdü doru atını. Doğduğu çadıra, yurduna doğru… Şahin de havadan, onu takip ediyordu. Altay ovasında şahinin sevinç çığlıkları yankılanıyor, sesi, oba halkının dikkatini uzaktaki yabancıya çekiyordu. Uzaktan gelen atlıyı görmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Çocuklardan biri uzun bir ağacın tepesinden bağırdı.
– Osman Batur!
Bütün oba çocuğa baktı. Sonra yaklaşmakta olan atlıya baktılar. Gözleri iyi görenler artık Osman Batur’u seçebiliyordu.
Osman Batur için kurbanlar kesilmişti. Obanın büyükleri oba beyinin çadırında toplanmışlardı. Soy büyüklüğüne göre yan yana dizilmişlerdi. Oba beyi konuşmaya başlayacaktı ki, büyük bir uğultu duyuldu. Herkes çadırlarına kaçmaya başladı. Yaşlılardan biri ellerini semaya doğru kaldırdı.
– Tengri Teâlâ, düşmanın büyük katil kuşundan koru…
Osman Batur yerinden doğruldu. Uçağın ışıkları bulutların arasından görünüyordu. Ağaçların yüksekliğine göre hareket ediyor, obanın üzerinde daireler çiziyordu. Osman Batur atına atlayıp kırbacını dişleriyle sımsıkı tuttu. Uzun bir ağaca tırmanmaya başladı. Tepesine geldiğinde şaklattı uzun kırbacını, biraz daha tırmandı. Ağacın tepesi eğilmişti. Uçak obadakileri rahatsız etmek için ağaçların seviyesine kadar aşağı inip birden yukarı çıkıyordu. Kanatlarında yazılı Çince karakterler çadırlarından başlarını çıkaranlar tarafından görülebiliyordu.
Osman Batur, insan boyu kadar olan kırbacını kanata doğru sallayıp doladı. Uçak, koca yiğidi havaya kaldırdı. Ancak taşıyamadı. Pilot, uçağın dengesini sağlamaya çalışıyor bir yandan da telsiz başında çığlık çığlığa ağlıyordu. Uçak obanın içine doğru ağaçlara çarparak düştü. Tüm oba donakalmıştı. Ağaçlarına arasında Osman Batur göründü. Kucağında kocaman uçak pervanesi vardı. Havaya kaldırdı. “Allahu Ekber”