Onun da benim gibi hikâyenin bitiyor olduğuna üzüldüğünü anladım. Çok fazla vakti olmadığını söyleyip çıkıp gitti.
Ertesi gün ofise benim adıma bir zarf geldi. Zarfın içinde kıskaç ile tutturulmuş sayfalar ve onlardan ayrı başka bir sayfa. O tek sayfanın üzerinde “Seni seviyorum” yazıyordu. Birden heyecanlanmaya başladım. Kalbim hızlı hızlı atıyordu, susamaya başladım. Sayfanın altında İvan’a ait bir imza vardı. Acaba hikâyenin devamını mı yolladı diye düşündüm ama öyle gibi durmuyordu. Tutturulmuş sayfaları okumaya başladım.
Çevirdiğim metnin birkaç yeri değişmişti sadece. Kadın bardağı fark ediyordu mesela. Adamın iş adresinin kapı numarası bile vardı. Mekânlar değişmişti hikâyede. Sonra birden her şey aydınlandı. Taktığım saat sağ kolumdaydı, masanın üzerindeki kalemlerin çoğunun arkası ısırılmıştı, adamın kadını gördüğü kafenin adı tersten okununca ofisin yakınındaki hep gittiğim kafenin adıydı. Kadının tasviri bana benziyordu. Kadına salak nasıl fark etmez diye kendi kendime kızıyordum ama o salak bizzat bendim işte. Hikâyede geçen adresi alıp hemen çıktım ofisten. Gittiğim adreste İvan’ı bulmam tabi ki şaşırtmadı beni. Beni görünce tıpkı hikâyede, adamın kadını gördüğünde gülümseyip kadına sarıldığı gibi gülümsedi ve bana sarıldı. Tuhaf bir şekilde mutluydum.
Demiştim ya hani adam kadınla konuşmak için türlü bahaneler arıyordu. Meğer İvan’ın bahanesi de kendi yazdığı yazıları bana Rusçaya çevirtmek olmuş. İvan Kozlovskiy, Rus bir anne ve Türk bir babanın oğlu. Yabancı kimliğini bahanesi olarak kullanmış ve uzun zaman merak ettiğim bu hikâye benim hayatımın onun dilinden anlatılışıymış. Meğer farkına bile varmadığım aptallığımın sayfalara dökülmüş haliymiş.
Bahsi geçen kafede ben onun masasına çarpmıştım ve masadaki çay bardağı düşüp kırılmıştı. Özürlerim arasında adama dikkat edecek fırsatım olmamıştı bile. Kütüphanede kitap okurken gördüğü zaman yayın evindeydim. Kitap sol elimdeydi çünkü bir yandan not alıyordum. Kalem ısırmam, çalışırken bilinçsizce yaptığım bir huyumdu.
Hikâyenin sonun da kadın adamın iş yerine gitti ve ona sarıldı. Sonra neler olacak bilmiyorum ama şimdilik mutlular.
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Şiir, Hikâye, Deneme Atölyeleri)
KASAP
Kasap lakaplı adli tıp doktoru Kenan, ölülerin dilini çok iyi konuşabiliyordu. Ruhun bedeni ne şekilde terk ettiğini, katilin imzasını taşıyan yaraları analiz etmekte oldukça iyiydi. Bunu yapmaktan gurur duyuyordu. Asla yanında bir asistan istemezdi. Onun kendisine yardımdan çok ayak bağı olduğu kanaatindeydi. İçinde bulunduğu bu soğuk iklim ve oldukça korkunç şekilde katledilen cesetlerin ürkütücü havası, onun ruhuna da işlemişti. Masasına getirilen ölülerin adlarına hiç bakmadan, eline neşteri alır, derinin üzerinde gezdirirken önünde yatanlara bir zamanlar sıcak olan biri gibi davranmazdı. O, ölüler ile hızlıca konuşur, onların dilini polislere çevirir ve başka ceset torbasına yönelirdi. Kenan’ı onlardan ayıran tek şey aldığı nefesti. Çoğu zaman o cesetlerden daha ruhsuz ve daha soğuktu. Kendisine takılan bu lakaptan haber olmasına rağmen, bildiğini belli edecek bir harekette bulunmazdı. Doğruydu aslında o bir kasaptı. İnsan kasabı.
Adli tıp kurumunun yoğun olduğu bir günün sonuna yaklaşılmıştı. Mesai saatini dolduran herkes teker teker çıkıyordu binadan. Tek bir kişi hariç. Asistanlardan biri ona yardım teklifinde bulunsa da her zamanki gibi kabul etmedi, tek başına üstesinden gelebilirdi. Kenan altıncı incelemesi için morga yürüdü. Omuzlarını esnetti ve morg dolabına asılı yazıyı okudu.
Ölüm sebebi: Asfiksi-Submersiyon
Getirilme tarihi ve saati: 05.02.2015 16.27
NOT: Ölüm, bilirkişi tarafından onaylanmıştır.
Gürültüyle dolabı açtı. Sürgülü bölmede hala torbada bekleyen cesedi sedyenin üzerine koydu ve ameliyathanesine döndü. Kendini dezenfekte etti, üzerini değiştirdi. Torbanın fermuarın açtı, çıkarıp çöpe attı. Her zamanki kendinden emin, soğukkanlılığıyla ilerlemeye devam ediyordu. Ta ki masadaki yeni oda arkadaşının yüzünü görene kadar. İki üç adım geri gitti ve alet masasına çarptı. Yere düşen metalin boş duvarlardaki sesinin şiddetiyle sıçradı. İki kere derin derin nefes aldı. İlk defa buranın iğrenç koktuğunu geçirdi aklından. Alet masasından destek alarak ayağa kalktı ve ameliyat masasındaki adama, cerrahi lambayı açıp daha yakından baktı. İçinde buz tutan duygularından biri çatlamıştı şimdi. Hangi duyguyu hissedeceğinden emin değildi Kenan. Tiksinti, huzur, nefret, mutluluk, hüzün, … Belki de hepsini aynı anda hissediyordu. Kendine kızıp ayağa kalktı ve önünde savunmasız duran bu adama baktı. Çok uzun bir zaman sonra masasına yatan biri için duygusu vardı. Dudaklarını aralayıp dişlerine baktı. Sol köpek dişinden biri yoktu. Bu adamın böyle cansız olarak önünde olması canını sıkıyordu. “Seninle karşılaşmamız böyle olmamalıydı. “ Yüksek sesle konuşuyordu. Yine de Uzun bir süre yüzüne baktı bu lanet herifin sonra buz gibi ameliyathanenin bir köşesine çekilip ağlamaya başladı. Büyük kasap gözyaşlarını dindiremiyor, çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Midesindeki kasılmayı hissetti hemen ilerideki çöp kovasına uzanıp içine kusmaya başladı.
Ağlayamayacak kadar yorulduğunda az evvel kustuğu çöp kutusuna, ağzında kalan o tadı atmak için iki kez tükürdü, masaya döndü. Eldivenlerini değiştirdi, bütün malzemelerini önüne hazırladı ve lambayı yaklaştırdı. On üç boyutlu neşterini aldı.
Kalın şah damarlarından birinde seyrek de olsa bir hareket fark etti. Stetoskopla dinledi ancak bu sessizlikte bile zor duyulabilecek kadar yavaş atan bir damar vardı. Bu adam yaşıyor muydu? Hemen adamın dosyasını okudu. Güvenlik güçlerinden kaçmaya çalışırken, ateş açılmış sağ abdomenden vurulmuş ve göle düşmüştü. On iki dakika sonra gölden cansız çıkarıldığı yazıyordu. Kâğıtları hızlıca atıp vücut sıcaklığını ölçtü. Dereceden cılız bir ses çıktı ve ekrana baktı. Otuz üç santigrat derece. Dördüncü evre de Submersiyon geçirdiğini tahmin ediyordu. Hemen adamı oksijen tüpüne bağladı, vücut ısısının yükselmesi için damardan ilaçlar yaptı. Tıpkı altı yıl önce insanların hayatını kurtarmak için çırpındığı zamanlardaki gibi bu adamı kurtarmak için acele ediyordu. Adamın ameliyat olması gerekiyordu. Fakat önceliği vücut sıcaklığını eski haline getirip kalbin kan pompalama işini hızlandırmasıydı. Hazırladığı ilacın etkisini göstermesi yaklaşık on beş dakika alıyordu. Saatine baktı ve ameliyathanenin bir köşesine çöktü. Başını ellerinin arasına aldı gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştı.
– Baba!
Çıplak duvarlarda yankılanan kızının sesini duydu Kenan. Kızı ona sesleniyordu ve gittikçe de yaklaşıyordu ses . Kafasını kaldırdı.
– Duru! Babacığım buradayım. Duru.
Duru ameliyathanenin kapısında koşarak içeri girdi. Kahverengi saçları iki yandan toplanmıştı. Krem rengi tişörtün üzerinde çamur ve kan lekeleri vardı. Pembe tüllü eteğini, Kenan kendisini beğenip almıştı biriciğine. Tülleri yırtılmıştı. Sağ ayakkabısı ayağında yoktu. Bacakları, kolları kesik içindeydi. Duru babasına doğru koştu ve üç adımlık bir mesafede durup yüzüne baktı. Saçlarının arasında otları gördü Kenan.
– Baba.
Duru, ameliyat masasında yatan adama doğru yürüdü ve adamın, yumruk yaptığı parmaklarını aralayıp eteğinin tüllerinden bir parçayı babasına uzattı. Kenan kızına doğru uzandı ve birden Duru ortadan kayboldu. Hissettiği şiddetli ürpertiyle uyandı.