rapor yazma işini yarına bıraktı. Üzerini değiştirdi, gecenin karanlığına aldırmadan kızının ve karısının yanına gitti.
ULUG HURTUYAH
Sibirya’nın güneyinde, Yenisey Nehri kollarında Türk soyunun yayıldığı, tanrı Ülgen’in tahtının bulunduğu Altay Dağı’nın eteklerinde Kırgız denen bir boy yaşarmış. Boyun güzeller güzeli kızı Balkın, boyun delikanlısı Batu Ceben’e eş olmuş. Batu Ceben adı gibi yiğit mi yiğit, tek eliyle iki ayıyı öldürecek güce sahip, geniş omuzlu, heybetli, çalışkan bir Türk savaşçısıymış. Ceben’i bir gören bir daha asla aynı yerde göremezmiş. Bir bakmışsın demir ocağında demir dövüyor bir bakmışsın bambaşka bir yerde kendisine yeni bir iş bulmuş onu yapıyor. Ceben’in bu ürkütücü heybetine karşın, merhametli yüreği herkesçe bilinir hele de eşi Balkın’a olan sevgisi boyun birçok kızının kem gözle bakmasına sebep olurmuş. Balkın, Ceben’e eş olmuş ancak bir türlü evlat sahibi olamıyorlarmış. Onlar birbirlerine, yüce Tengri’nin önünde eş olduklarından beri yerler dört sefer yeşermiş ağaçlar beş sefer sararmış. Balkın çoğu zaman, boyun içinde ağlaşan bebeleri duydukça, oynayan kız çocuklarını, kılıç tutmayı öğrenen küçük erkek çocuklarını gördükçe yüreğine bir sızı düşer hemen keçe çadırına koşar sessiz sessiz ağlarmış. Her gün Ulug Hurtuyah taşa gider orada önce yüce Tengri’ye sonra Ulug Hurtuyah’a dua edermiş. ‘Bizim beyaz taş annemiz! Bütün hayvanların, kuşların, balıkların, insanların çocukları vardır. Bir tek benim çocuğum yok, yardım et bana!’
Zaman yavaş yavaş akıp giderken, Balkın’ın gözyaşları son bulmuş yüce Tengri onun karnına bir bebek koymuş. Çadırında oturduğu bir vakitte, kadın şaman Balkın’ın çadırına girmiş ve elini karnına koyup gözlerini yüzüne dikmiş. Balkın öylece şaşıp kalmış. “ Ey Balkın yüce Tengri sana Batu Ceben’in soyunu devam ettirecek bir erkek bebek vermiş. Git ve ona adağını sun. Umay seni ve bebeğini korusun.” Giysisinin altından kırmızı bir çaput çıkarıp Balkın’ın karnındaki kuşağın içine iliştirmiş “Nazardan korur” demiş ve çıkıp gitmiş. O gece çadırda bayram havası esmiş. Ceben en güzel hayvanların sütünü sağdırmış, elleriyle karısına yudumlatmış. Kar yüce Tengri’nin katından yere düşmüş ve çadırlar onları koruyacak ateşin ruhları ile dolup taşmış.
Balkın’ın karnı gün geçtikçe büyüyormuş. Elleriyle küçücük kıyafetler dikmiş yavrusuna. Bebeğine kavuşmak için az zamanı varmış. Bu zamanlarda Tatar ordularından kaçan eşkıyaların namı Sibirya’nın ücra köylerine kadar yayılmış. Savaşçıların dehşetini, gören anaların sütten kesildiği, yaşlıların taşa döndükleri, bu eşkıyaların gittiği her yere, yeraltının tüm kötü ruhlarını taşıdığı, taş üstünde taş omuz üstünde baş bırakmadığı bir rüzgâr gibi hızla ulaşıyormuş köylere. Karın eriyip, güneşin gülümsediği zamanlarda, otun yeşerdiğini gören boy beyi en güçlü ak şamanları toplatıp iyi ruhların yardımını almak için tören yapılmasına karar vermiş.
Tören meydanı kurulunca, şamanlar tüm boyu teker teker kutsamış, boya getirilen en güzel boz ayı yüce Tengri ve onun evlatlarına kurban edilmiş. Ak Şamanlar bütün şaman ruhlarını, koruyucu ruhları ve tüm iyeleri halklarını koruması için çağırıp onlardan yardım dilenmişler. En kudretli ateşler yakılmış.
Tören meydanında büyümüş karnıyla kocasının yanında oturan Balkın’ın tek bir korkusu varmış, daha evladı doğmadan Tatar’ın gelip onları ayırmasıymış.
Korku içinde alev alev büyürken, zavallı kızcağızın dili damağı kurumuş ve biten testisini doldurmak için çadırına gitmiş. Testisini doldurup ağır ağır dönüyorken, yerdeki kütüğü görmemiş ve elindeki testi tören ateşinin içine düşüp paramparça olmuş. Ak Şaman, boy beyi ve tüm boy ateşe dehşet içinde baka kalmışlar. Ateşin suyla sönmesi halkın en büyük lanetiymiş bu yüzden dehşet içinde bakakalmışlar. Ateşin hızı yavaşlamış yavaşlamış ve birden gürleşerek eskisinden daha kudretli yanmaya başlamış. Tören ateşinden bir parça sıçrayıp Balkın’ın elinin üstüne düşmüş ve zavallı kadın ateşin ona olan öfkesi, içindeki bebeyi kor gibi yakarken sancıya tutulmuş. Ateş eski şiddetini geri kazansa da Ak Şaman’ın dudaklarından dökülen “Ruhlar, doğacak ilk çocuğa adanan ölümün kurtarıcımız olacağını haber veriyor.” diye boy beyine doğru bağırmaya başlamış. Balkın’ın boğazından yükselen çığlık, beyin bakışlarını ona çevirmiş.
Çadırın önünde uzun süre bekleyen Ceben’i nihayet ebe kadın içeri almış ve kucağına kırmızı ipekten kumaşa sarılmış bebeği vermiş. Oğluna Arıhpay diye seslenmiş. Ceben’in çadırında bayram havası eserken, bey kendi çadırında yaklaşan kıyameti düşünüyor, kendi kendine “Ruhlar, doğacak ilk çocuğa adanan ölümün kurtarıcımız olacağını haber veriyor.” diye tekrarlayıp duruyormuş. Bey, yedi gün sonra Arıhpay’ı görmek üzere Ceben’in çadırına gitmiş. Bebeği kucağına alıp kulağına fısıldamış “ El kadar bebesin, bizi nasıl koruyacaksın?” Arıhpay’ı koklamış ve anasının kucağına bırakmış. Ceben’in çadır ateşinde biraz durduktan sonra çıkmış.
O günün gecesinde Arıhpay hiç susmadan ağlamış. Balkın oğluna ne yaptı ne ettiyse susturamamış. Bir ara uykuya dalsa da uyanmış. Balkın oğlunun altını değiştirmek için çadırın dışına kurusun diye astığı çaputları toplarken, Ulug Hurtuyah Taş tarafında yanan ateşleri görmüş. O kadar çok ateş yanıyormuş ki korkmuş. Aklına gelen ilk şey Tatar olmuş. Gece yapılan baskınları hatırlamış. Hemen çadıra girip Ceben’i uyandırmış. Ceben kılıcını kapıp, koşarak bakmaya çıkmış. Tam da korktukları gibi Tatar’ın savaşçılarıymış bunlar. Yolda denk geldiği altı kişiyi öldürmüş ve köy halkını uyandırmak için bağırmaya başlamış. Beyin pusuda bekleyen askerleri sesi duyunca kendilerine çeki düzen vermişler. Sesleri duyan boy beyi, Tatar’ın geldiğini anlamış. Ceben o gece kılıcıyla bir rüzgar gibi esiyor ve düşmana geçit vermiyormuş. Tatar’ın bazı savaşçılarının çadırlara girdiğini gördüğü vakit koşarak kendi çadırına girmiş. Balkın ve kucağında uyuyan Arıhpay’a kılıç doğrulttuğunu gördüğü askerle savaşmaya başlamış. Kısa zaman sonra askerin, önce kılıcı yere düşmüş ardından kendisi yığılıp kalmış. Ceben, oğlunu kucağına alıp alnına bir öpücük kondurmuş ve o da oracığa yığılıp kalmış. Gün doğuncaya kadar devam etmiş kılıç sesleri köyde. Boy beyi, Ceben’i görmek için geldiğinde, Balkın’dan öğrenmiş öldüğünü. Balkın, bebeğin ağıtlarından uyumadığı için düşmanın geldiğini gördüğünü, Batu Ceben’in nasıl öldüğünü anlatmış beye. Törenden sonra doğan ilk çocuğa adanmış ölüm köyün kurtarıcısı olmuş sahiden. Bey Arıhpay’ı havaya kaldırmış ve kulağına eğilip teşekkür etmiş. Bey o zamandan sonra Arıhpah’a kendi evladı gibi göz kulak olmuş ve bütün köy halkı her dualarında Ceben’e teşekkür edip, ateşe ikramlar sunmuşlar.
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Şiir, Hikâye, Deneme Atölyeleri)
İKİ AÇ KARIN
Ekmeğe yirmi beş kuruş vermişti, katık için ikinci yirmi beş kuruşa kıyamadı.
Açtı, midesi kazınıyordu. Maksat karın doyurmak değil miydi? Elindeki yumuşacık, taze ekmeği, arasında helva varmış gibi iştahla yiyebilirdi. Ekmek mis gibi kokuyordu. Eve ulaşmayı bile beklemeden, dükkânların aydınlığından kurtulur kurtulmaz yemeye başlayabilirdi. Devane Çeşmesi’nin acı suyundan da iki avuç içti