Kamer Alhanova

Çağdaş Azerbaycan Hikâye Antolojisi


Скачать книгу

da vücudu titredi. Duygulandı.

      “Şimdi ben ne yapayım, Niftali? Gence’ye gidemem, Tiflis’e de yetişemem. Senin derdine nasıl çare bulayım?”

      Adam sesi duyarak önce irkildi, sonra dirildi. Başını azıcık kaldırıp bulanık gözlerini karşısındakinin yüzüne dikti. Galiba kimin dizinin üzerinde olduğunu anladı. Öncelikle heyecanlandı. Kerem onun gözlerindeki ışığın sönmeye başladığını hissetti. Sönmekte olan lamba gibi fırlayıp düşen bu hayat parçaları titrediği gibi de birdenbire sakinleşti. Dudakları kıpırdadı.

      “Kerem?”

      “Doğru bildin, Niftali, benim.”

      “Senin olman iyi.”

      Bu söz Kerem’i sarstı. Sanki dizleri üzerinde can veren can düşmanı değil, yakın bir akrabasıydı. Sanki bu adam hep dağda, derede onun izine düşen, onun kanına susayan, fırsat buldukça ele vermeye hazır olan adam değildi.

      Düşmanlıktan çok daha önce beraber, Kür’ü yüzerek Karayazı’yı geçtikleri, atlara binerek köylerin arasında dolaştıkları, gözlerine kesdirdikleri kızlarla buluşmaya beraber gittikleri çocukluk arkadaşı, çocukluk sırdaşıydılar. Şimdiyse birbirlerinin yüzüne hasret kalmışlardı. Düşmanlardı. O, Kerem’e yaklaşamıyordu, Kerem de ona. Kerem tüfeğini alıp dağlara-taşlara düşmüştü. At sırtında ömür sürüyordu. Arkadaşlarıyla Tiflis’ten girip Gence’den çıkıyor, oradan Dilican’a geçiyor, dağları aşıp Araz’ı geçiyor, soluğu bazen İrevan’da alıyorlardı, bazen de İran’da. Niftali’yse evinde, akrabalarının, dostlarının çevresinde bile güvende hissetmiyordu kendini. Muhtar olduktan sonra değişmişti. Kerem onu birkaç kez, köylüleri rahatsız etmemesi için uyarmıştı, ama bir faydası olmamıştı. Kerem onu çoktandır arıyordu cezalandırmak için.

      “Senin takımda yeni biri var mı?”

      Kerem güçle duyduğu bu sözlerin cevabını hayli geciktirdi.

      “Var.”

      “ Kim?”

      “Mürşit.”

      “O herif mi?”

      Bu söz Kerem’i ortasından silah mermisi gibi deldi geçti. Sanki gözleri karardı. Yaralandı, çok yaralandı.

      “Benden medet umuyordu, ne yapayım?”

      “Bizden de medet ummuştu, sonucunu gördün.”

      Adam inledi. Kerem’e, onun canını yakan yaranın acısı değil, emeğinin boşa gitmesinin acısıymış gibi geldi.

      Niftali’yi soğuk ter sardı, yüzünü ekşitti, sonra bu ağrı ve ıstırapların karşılığında yüzünde tebessüme benzer bir ifade sezildi.

      “Şimdi rahat ölebilirim … Allah’a şükür, tahminim boşa çıktı…Yoksa öteki dünyaya gözüm arkada gidecektim. Çok şükür, Kerem, gözümden düşmedin … Başımı birazcık yukarı kaldır.”

      Kerem onun kollarının altından tutup dizlerine yaslandırdı. Adam acıyı yutarak sakinleşti.Yüzünden kuş nefesine benzer hafif bir canlılık ışığı geçti.

      Uzaklara baktı. Kerem, onun sönmekte olan gözünün Kür’un ötesine, Ceyrançöl kırlarından kayıp sahil boyu uzanan Karayazı’ya, biraz beriki köy evlerine, tarlalara, ot kümelerine, sığırlara seslenen çocuklara dikildiğini hissetti. Hasatlar yerlerinde kuruyup kalmışlardı. Hava yine esiyordu, yine ekinler hışırdıyor, yine çeşme akıyor, yine sivrisineklerin sesi geliyordu. Niftali’nin gözünün önünden fırın sıcağına benzer bir sıcaklık dalgası geçiyordu.

      Birden kendine gelerek yüzünü çevredeki atlılara döndü. Kerem’in arkadaşlarına bir daha baktı. Gözü Mürşit’e değince yeniden yay gibi gerildi. Kerem, adamın hâlinin birdenbire değiştiğini, yanaklarına kızarıklık çöktüğünü gördü. Bu kızarıklık son atışını geçiren kalbin damarlara attığı son kan damlalarının belirtisiydi. Adamın sönmeye yüz tutmuş gözleri Kerem’in yüzüne dikildi.

      “Kerem, tek bir isteğim var …”

      “Söyle bakalım.”

      “Silahını çek, beni alnımdan sen vur.”

      “ Ne diyorsun sen?”

      “Bırak da, Niftali’yi Kerem öldürdü desinler … Adamı adam öldürür; kardeş, şerefsiz değil.

      “Elim kalkmaz.”

      “Dediğimi yapmazsan, adam değilsin!”

      Adamın göğsü kalktı ve yavaşça da indi.”

      Kerem duygulandı. Boğazına birikmiş yaşı güçlükle yuttu. Bakışlarıyla arayarak Mürşit’üi buldu. Elleri esti. Tüfeği çevirerek burada, tilki gibi saklanmış namerdi kana bulamak istedi. Ama fikrini değiştirdi. Zaten Niftali’nin akrabaları sağ bırakmayacaklardı. Bir de elini kirletmek istemedi.

      “Onun tüfeğini de, atını da elinden alın, defolsun gitsin! Siz de attan inin, tüfeğinizi eyere asın. Bize kurşun da sıksalar, bir şey yapmayın. Köye gidiyoruz.

      Kerem karar vermişti. Niftali’nin cesedini köye kendisi götürecekti. Adamı kucağına alacak, atsa peşinden gelecekti. Kaçaklar da atlarla cenazenin ardından sessizce adımlayacaklardı. O bunun ağır bir şey olduğunu biliyordu. Köylüler onları karşılayacak, kadınlar ağıt yakacak, vaveylalar göğe yükselecek, beddualar edilecekti. Belki, onlara ateş de açacaklardı. Öte beri konuşanlar, polise haber verenler de olacaktı. Fakat, köyde böyle bir namerdin olduğuna bir türlü inanmıyordu. O, köylülerin cesedi sessizce köy içerisinde Niftali muhtarın evine kadar götüreceklerinden emindi. Onlar sessizce bile olsa el yordamıyla cenazeyi karşılayacaklardı. Keremler de cenazeye katılacaklar, adamın ölümünün üçüncü gününden sonra muhtarın akrabalarına baş sağlığı dileyerek ata binecek ve dağlara doğru gideceklerdi.

      Kerem kollarının ve dizlerinin üzerinde serinlik hissetti. Adamın vücudu soğumuştu ama yüzüne dikilmiş solgun gözlerin derinliğinde bir beklenti vardı. Elini tabancaya götürdü ve yavaşça tetiği çekti…

      İSA HÜSEYINOV

      (1928-2014)

      Halk yazarı, senaryo yazarı ve film editörü, “Nesimi” Ödülünü ilk alan şahıs. “Yanar Yürek”, “Yakın ve Uzak İnsanlar”, “Telegraf”, “Flüt Sesi”, “Dallı Muhtar”, “Ömrümde İzler”, “Mahşer”, “İdeâl”, “Mezarlık”, “Cehennem” gibi çok sayıdaki eserin yazarı olmuştur. Eserleri İngiliz, Fransız, Alman, Rus ve eski Sovyetlere bağlı birçok dillere çevrilmiştir.

      Şeppeli

      Kaymakamdan, muhasebeci Mursakulu’dan işçilere, çobanlara kadar Şeppeli’ye işi düşen herkesin selâm sabahtan önce mutlaka doktor Memme’yi sorması, en azından bir iki dakika Memme ile ilgili yeni olayları dinlemesi gerekir. Örneğin, herkes Memme’nin annesi Pericihan’ı Bakü’ye götürmek ve ona orada iyi şartlar sağlamak için yeni yer gerektiği, profesör kızı gelin Zemfira’nın Pericihan Hatun’a kıyafetler göndermesi ve bu yapılanların Pericihan’ı memnun etmesi gibi konuları Memme’ye bildirmesi gerektiğini biliyordu. Yoksa Şeppeli ile anlaşamazlardı.

      Kimin ki Bakü’de “Köylü Hastanesi”ne gitme gibi bir zorundalığı vardı Şeppeli’nin yanına gidiyordu. Doktor Memme’nin hâlini, hatrını sorarak isteğini anlatıyordu. Şeppeli’yse masanın orta çekmecesinde “özel çalışmalar için” sakladığı “yağlı kâğıtlardan” birini