Kamer Alhanova

Çağdaş Azerbaycan Hikâye Antolojisi


Скачать книгу

yumuşacık elleri değerdi. Hemşire gün içinde üç kez onun yüzüne kremlerle masaj yapardı, şeppe suyu yerineyse çeşitli vitaminler içirirdi.

      Şeppeli “B-1” vitaminine “Bebir1, C-1”eyse “sabır” diyordu.

      Bunu duyan Memme zevkle kahkaha atıyordu.

      “Peki amca, bunların toplamı nedir?”

      Şeppeli ise:

      “Bebirle sabrın toplamından erkek türer, yavrum!” derdi.

      Elbette, hiç kimse uzun yılların alışkanlığından vazgeçerek Şeppeli’ye farklı isimle hitap etmedi. Adı hep Şeppeli kaldı.

      Hastaneden çıktıktan çok sonraları, hediye hazırlayıp Memme’nin ziyaretine giden Şeppeli:

      “İlçe merkezinden çiftliği arayınca: ‘Buyurun, kiminle konuşuyoruz?’ dediklerinde ‘Medet’le’, diyorum. Cevabında: ‘Medet kim, biz öyle birini tanımıyoruz.’ diyorlar. ‘Muhasebeci Medet.’ diyorum. ‘Sizi oraya yeni mi almışlar?’ dediklerinde çaresiz kalarak ‘Konuşan Şeppeli!’ diyorum. Bu sefer de yahu deminden desene şunu diye dalga geçmeye başlıyorlar. ‘Altmış yaşına gelmişsin, kalkıp kendine yeni isim icad etmişsin.’ filan diye laf ediyorlar.” diye yakındı.

      Böylece Şeppeli “Memme” isimli yeni bir dünya kurdu. Ölçü bardağı, şerefe içmeler, Köylü Hastanesi’ne mektuplar… İş o yere vardı ki, nihayet, Memme onu atalarının yurdunda bu kadar tanıtmış Şeppeli’ye mektup yazdı. Rahmetli babasının en yakın arkadaşı ve kendisinin en sadık hastasını Bakü’ye davet etti. Ünlü bir cerrahın, Profesör Mehmetali’nin, kızına görücü gitmek için çağırıyordu. Söylemeye gerek yoktu. Bu, Şeppeli’nin hayatının en mutlu günüydü!.. Varını yoğunu toplayıp Pericihan kadını da alarak gitti. Profesör Mehmetali’nin ailesi ve akrabaları ile tanışma esnasında Şeppeli’yi yeni, beklenmedik bir mutluluk daha bekliyordu. Memme onu hasta konumunda değil, özbeöz dayısı olarak takdim edince, sevincinden Şeppeli’nin, aynı felç olduğundaki gibi alt dudağı titremeye başladı. Ağzı yine kulağının dibinde duracakmış gibi geldi.

      Ama neyse ki bir şey olmadı. Galiba, Memme onu çok iyi tedavi etmişti.

      Şeppeli, profesörün kızı Zemfira’nın parmağına yüzük taktı. Neredeyse Memme gibi genç biri olan Prof. Memmetali ile karşı karşıya oturarak bayağı bir içti, sonra haftasonu olduğunu hatırlayarak, Memme’nin şerefine tekrar içti.

      “Şeppeli de iyice toparlandı.”

      “İçince gençleşiyor.”

      Bunları çiftlikte diyorlardı.

      “Memme’nin çok iyi bir dayısı var.

      “Mükemmel bir adam!”

      Bunu da Bakü’de diyorlardı.

      Özellikle Zemfira Memme’nin dayısına hayrandı.

      “Kakoy u tebya simpatiçnıy dyadka, Memme! Şuplenkiy, dlinnonosıy, vılitıy Buratino! ..”

      Şeppeli hediyelerle beraber Bakü’ye giderken taksiyi hep Nergis Kafe’nin yanında durdururdu, Memme’yi arayarak bavulları çıkarmaya yardım etmesini isterdi. Bu arada, kafenin karşısındaki binanın ikinci katında pencere ardına kadar açılır, Zemfira’nın narin vücudu belirir, sevinç dolu çığlığı duyulurdu:

      “Dyad Buratino! ..”

      Bunu duyan Memme ona hep kızardı:

      “Ben adamın eski ismi geri gelsin diye çabalıyorum, sense yeni bir isim takıyorsun!”

      Uyarıyor fakat aynı zamanda gülümsüyordu.

      Şeppeli’nin adı anılınca gülümsemeyen biri var mıydı? Yoktu. Bakü’de de, çiftlikte de. Ama Şeppeli’ye göre, onu duymayan, onun adı anıldığında gülümsemek yerine surat asan tek bir adam vardı. O da kendi iş arkadaşı – muhasebeci Mursakulu’ydu. Uzun yıllar bir odada, birlikte çalışmalarına rağmen, Şeppeli bu suskun, asık suratlı adamla bir türlü sohbet etmenin, anlaşmanın yolunu bulamamıştı. Bir muhasebeci, adaletli, namuslu vatandaş olarak Mursakulu belki de kötü bir adam değildi. Ama arkadaş olarak dert anlatacak, muhattap olunacak biri değildi. Ne zaman ki, Şeppeli Memme’den bahsetmeye başlardı, Mursakulu’nun hemen yüzü asılırdı. Tamam, saygı icabı elindeki kalemi bırakırdı, hatta bakışlarını Şeppeli’ye doğru dikerdi ancak “evet, hım” dan başka bir kelime söylemezdi

      “Yahu, insanoğlu hesap makinesi filan mı ki, işi her zaman doğru olsun? İnsan işte! Bazen çok düzgün biri bile yanlış yapabiliyor. Örneğin, sen! Ben sana Memme’den bahsediyorum “Ciddi ol, ciddi şeyler konuş!” diyorsun. Saçmalamak değil de ne bu ?!”

      Şeppeli, onunla bir türlü anlaşamayan, onun adı anıldığında hemen surat asan bu arkadaşı ile ilgili çok düşünüyordu. Mursakulu yaşlı da olsa, Şeppeli onun da kendisi gibi bir insan olmasını istiyordu. Bunun için durumu da müsaittti, ortamı da: durum, Memme; ortam , Köylü Hastanesi’ydi.

      Bir sabah işe geldiğinde Şeppeli sordu:

      “Baksana Mursakulu! Sormayalı çok oldu, böbreklerin nasıl, hâlâ aynı mı?”

      Mursakulu evet anlamında kafasını salladı.

      Sinirliydi.

      Mursakulu her yıl Ağustos, Eylül aylarında iki-üç çuval dolusu mısır püskülü toplar, tüm yıl çay yerine mısır püskülünü kaynatarak suyunu içer.

      Şeppeli masasının arkasına geçti, orta çekmecedeki yağlı kâğıtlardan birini çıkardı, kalemini mürekkebe bandırarak yazmaya başladı:

      “Sevgili Memme… Bu adamı yanına gönderiyorum. O benim müdürüm. Baban Oruç hayattayken muhasebeciydi. Bu adam da onun gibi çiftliğin tüm yükünü çekiyor. Bir taraftan işinin zorluğu, öteki taraftan böbreklerinin ağrısı onu mahvetmiş; kendin de göreceksin, yüzü hep asık. Bunu adam et de gönder. Gözlerinden öpüyorum. Oruç’un kokusunu senden alan, kulun Medet.”

      Mursakulu mektubu tam bir hafta cebinde taşıdı. Nedense tuhaf bir inatla, hatta gizemli bir inatla Memme’nin yanına gitmek istemiyordu. Bu bir haftada Şeppeli, hemen hemen hergün onu uyardı.

      En sonunda Mursakulu gitti.

      Ve gittiği gibi de geri döndü.

      “Memme orada yok.”

      “Nasıl yok?”

      “Hastaneden atmışlar.”

      “Nasıl yani atmışlar?”

      “Kovmuşlar … Hastalardan para alıyormuş.”

      “ Ne diyorsun sen, be adam!”

      Şeppeli’nin alt dudağı titremeye başladı.

      Mursakulu, başka bir doktora görünmüş, muayene olmuş, testler yaptırmış ve reçetede yazılan ilaçları alarak çiftliğe dönmüştü.

      Masasının arkasına geçerek, iki günlüğüne gitmiş olmasına rağmen işini özlemiş gibi, hemen kâğıtları karşısına dizdi.

      Şeppeliyse, artık çalışamazdı…

      Koridora ve mühasibe odasının kapısına çok insan toplanmıştı. Gâh Şeppeli’ye, bazen de yere bakıyor, susuyorlardı. Sanki cenaze vardı da o yüzden oraya toplanmışlardı.

      Şeppeli avucunu yüzünün sol tarafına ve dudaklarının köşesine sıkıştırıp, öylece kalakalmıştı.

      “Mursakulu! .. Soruma cevap ver, Mursakulu!”

      Muhasebeci gözlüğünün camlarını onun gözlüğünün camına taraf çevirdi.

      Şeppeli