işte.”
Şeppeli son kez:
“İnanmıyorum!” dedi. İki kaşının ortasını göstererek, “Rüşvet alanların ta şurasında mühür oluyor!” Elleri yoğun şekilde terliyor, alt dudağı titriyordu. “Sende ben mühür görmüyorum!”
Memme bir şeylere üzülüyormuş gibi, yine iç çekti.
“Mühürü benim sicilime basmışlar.” dedi. “İşten atılsın.” İmza. Mühür.
Umursamazca:
“Sigara içmekten ağzım zehir gibi”, dedi, “Kavunların tatlı mı dayı?”
Şeppeli cevap vermedi. Şimdi o da ayaktaydı. Memme mutfağa geçerek tepsi, çatal, bıçak getirdiyse de, kavunu özenle keserek “Hava sıcak, ama sen sıcağa takmazsın, içiyorsun.” diyerek buzdolabından votka çıkarınca da Şeppeli çocuk gibi adım adım onun peşinden yürüyor; değişmiş, donuk, neredeyse ifadesiz gözlerle onun hareketlerini izliyordu.
Memme iki kadehe votka süzdü. Kendi kadehini aldı.
“İçelim, dayı… Yaz aylarında ben pek içmem ama sen geldin, şimdi içmesem olmaz… Aç mısın? İstersen bir yerlere gidelim? Parka? ‘Drujba’ ya! Ha?”
Şeppeli konuşmuyordu.. Artık her şeyi fark etmişti. “Aydın dünya”sının zifiri karanlığa gömülerek yok olup gittiğini; masala, efsaneye dönüştüğünü anlamıştı. Şimdi Memme değil, Şeppeli boşluğa, hiçliğe bakıyordu.
“Gitmek istemiyor musun?.. Haydi kaldır! Şerefine, dayı. Ne kadar tuhaf, farklı bir adamsın! Güvenilir, sadık insansın. Benim kötü günümde de hep yanımdasın. Bu senin Medet olduğunu tekrar ispat ediyor. Senin şerefine!
Mursakulu nasıl demiştiyse, öyle de oldu: Şeppeli dayanamadı…Çiftliğe dönerek, restorantta oturdu ve “ölçü bardağı”nı içtikten sonra: “Geliyorum, Oruç. Bu dünya benim yerim değil, sana geliyorum” dedi ve başını masaya koyarak, öyle sakin, rahat öldü ki, oturduğu yerde uyuduğunu düşünerek, restorant kapanana kadar, öldüğünü anlamadılar bile.
Öğrendiklerindeyse, şaşırmadan, heyecanlanmadan, “Evet, bu da böyle bitti… Bitti… Şeppe de böyle gitti.” dediler.
Tek bir adam, arkadaşı ağladı:
“Farklıydın… Başkaydın sen, Medet! Medet! ..” dedi.
İSI MELIKZADE
(1934-1995)
Ünlü Azerbaycan yazarı ve senaryo ustası. 1968 senesinde Azerbaycan Yazarlar Birliği’nin üyesi olmuştur. “Hasretin Sonu”, “Başkasının Annesi”, “İnce Kanatlar”, “Sokaklara Su Serptim”, “Yeşil Gece”, “Güneşli Güz”, “Dede Palıt”, “Kuyu”, “Gümüşgöl Efsanesi”, “Kırmızı Yağmur”, “Şebnemli Çimenlerin Işığı” gibi kitapların sahibi olmuştur. Eserleri birçok dillere çevirilmiştir. Ondan fazla filmin senaryo yazarı olmuştur.
Muska
Ağarahim, Borçalı`da sadece bir gece kaldı. Bu da iş miydi şimdi? Bu gün gel, yarın dön. Hiç değilse, üç dört gün Bakü’nün kalabalığından, gürültüsünden uzak olsaydı. Borçalı’nın kaymak gibi havasını solusa, bal gibi tatlı suyundan içseydi. Ağa-rahim hevessiz “Ciguli”ye binerken kayınvalidesi ona gitmesin diye ısrar etti. Ağarahim’in eşi Pervane Hanım onun yerine cevap verdi: “Gitmesi gerek; Pazartesi Üniversitede olup akşam öğrencilerine sınav yapması gerek…”
Ağarahim, sağında ve solunda küçük, gri tepeler gördüğünde arabada yalnız başına gitmenin ne kadar zor olduğunu anladı. Arabada yalnız gitmek işkence gibiydi. Geldiğinde çoluk çocuk bir aradaydı ve o zaman buralar bu kadar gri, kimsesiz, eğri, dolambaçlı durmuyordu. Asfalt insanın gözünü yormuyordu. Geçerken tekerleklerin sesi duyulmuyordu ama şimdi… Sese bakar mısın? Sanki çağlayandı, insanı uykuya daldıracakmış gibi ninni söylüyordu.
Ağarahim daha gitmesi gereken dört yüz kilometreyi düşündüğünde sıkılmaya başladı. O an sıkılarak giderse daha çok daralacağını fark etti. Kendi kendini sakinleştirmeye çalıştı. İçinden boş vermek gerektiğini söyledi. Altında ceylan gibi “Ciguli”si vardı. Dörtyüz kilometrenin lafı mı olurdu? Kaldı ki yalnızlık… Onun da çaresi var. Radyoyu aç, ses gelsin ya da teybi çalıştır, ne kadar istiyorsan söyler o, senin için. Anam babam teybi ne için aldı; Şu Japon işi teybe bin manat ne için verdi?
Ağarahim teybin ucuna takılmış kasedi parmağıyla içeriye doğru itti ve şarkıcı kadının sarhoş adam sesine benzeyen boğuk, yorgun sesi aracın içine dolup, tekerleklerden kopan çağlayan sesini batırdı.
Benim gönlüm sarhoştur
Yıldızların altında.
Sevişmek ah, ne hoştur
Yıldızların altında.
Yanmam gönlüm yansa da,
Ecel beni alsa da,
Gözlerim kapansa da
Yıldızların altında.
Şarkıyı dinlerken Ağarahim`in düşünceleri dağıldı. Tabi ya… Bakü’deki üç odalı dairesinde tam tamına bir ay yalnız kalacaktı. Bir ay ne karısının yüzünü görecekti ne de kızının. Kendi kendine hizmet edecek; çay demleyecek, çorba kaynatacak, evi derleyip toplayacaktı. Arada sırada ağabeyine gidecek ama bu bile onu yalnızlık acısından kurtarmayacaktı.
Ağarahim evlendikten bu yana her yaz bu durumu yaşıyordu. Pervane, lisede öğretmendi. Dersler bitince çocuğu da alıp ailesinin yanına gidiyordu. Ağarahim de Bakü’de tatil gününü bekleyerek geçiriyordu. Eşiyle çocuğu bu kez trenle gitmemiş, Ağarahim onları yeni aldığı “Ciguli” ile götürmüştü. Araba iyi bir şeydi vallahi; nerede istiyorsun dur, dinlen, bekle. Günün hangi zamanında istersen bin aracına, çek istediğin yere; dağa, bağa, ormana… Ama Pervane’nin garip bir huyu vardı; gencecik kadın olmasına rağmen, gezip tozmaya hiç hevesli değildi. Pervane nereye dese Ağarahim onu oraya, yurtdışına bile götürüyordu. Sağolsun kardeşi Ağakerim’in tüm kapıların ardına kadar açılması için bir kez araması yeterdi. Tatil ayarlamak onun elinde çok da zor bir iş değildi. Ama Pervane Borçalı’dan başka yeri beğenmiyordu. Hem de “Yaşlıların gözü yolda, bizden başka da kimseleri yok zaten. İki ay onların yanında kalmamız bile yeterli.” diyordu.
Eşinin sözleri Ağarahim’in aklına yatıyordu. Gerçekten de yılda iki ay için bile olsa Borçalı’daki yaşlıları sevindirmek çok sevaptı ama yine de Ağarahim bir karar verdi. Artık karısının isteklerine teslim olmayacak, ağustosun sonuna kadar Borçalı’da takılıp kalmayacaktı. Eskiden arabası yoktu, eli kolu bağlı gibiydi; şimdiyse şükürler olsun arabası da vardı, parası da. Borçalı’da bir iki hafta kalması yeterliydi, sonra çoluk çocuğunu Ciguli’ye bindirip gezmeye götürecekti. “Anam, babam arabayı neden aldım, niye onca para verdim? Pervane’nin de akrabaları artık bir zahmet affetsinler bizi, ben de artık içimden geldiği gibi yaşamak istiyorum.” diye düşündü.
Ağarahim ciddi bir sorunu çözmenin rahatlığıyla derin bir nefes aldı. Kafasında dönen düşüncelerle bir baktı ki Gazah’a varmış. İlerideki uçak heykeline vuran gün ışığı onu kanatlı bir güneşe benzetmişti. Ağarahim bu uçağı ilk pilotun anısına diktiklerini biliyordu. Sağolsun Gazahlılar, işle güçle uğraşmalarına rağmen ölmüş yiğitlerini unutmuyorlardı. Anıtın başlangıcında yol ayrımı vardı. Sola dönen yol geniş asfalttı. Ta Gazah’ın içine giriyordu